İyi ki Japon değiliz!
Fotoğraf: DHA
1970’lerin başlarında bir bursla Japonya’da bulundum. Japonların evleri, yemekleri, adetler vs. hepsi çok ilginç ve bu konularda öğrenilecek çok şey barındırıyor. Burada sözü edeceğim olay bu detaylar olmayıp, Japon halkının ve yöneticilerinin davranış tarzıdır.
Bir gün gazetelerde bir haber: Ortalık süt liman iken ulaştırma bakanı istifa etmiş. Ne oldu da ilgili bakan istifa etmiş diye haberi okuduğumda, meğer iki uçak havada çarpışmış ve bakan bunun üzerine istifa etmiş. Doğrusu salt bir Türk insanı olarak değil, ama Japon olarak da baktığımda olayı pek anlayamadım. Uçakların çarpışmasında pilotlardan tutun da, kule yöneticilerine kadar sorumlu bir dizi insan varken, ne oluyor da bakan bey, en tepede ve olayla hiçbir ilgisi yokken, o sıcak koltuğunu terk ediyor, anlayamadım. Beni davet etmiş olan profesörle bu meseleyi konuştuğumda, hoca da benim olaya niçin şaşırdığımı anlayamadı. Sonra olayın bir Japon tarafından algılanmasını anlattı ve ona göre bu istifa olayı çok doğal bir süreç idi. Hatta geçmişte böyle bir olayda ilgili kişi harakiri yapardı diye ekledi. Harakiri olayında intihara hazırlanan kişi bıçakla karnını ve göğsünü yaralarken, bir yardımcı da(!) arkadan boynuna kılıçla vururmuş. Dehşet verici bir şey, doğrusu!
Türkiye’de de köprü inşaatında bir hatadan dolayı bir Japon mühendis intihar etmemiş mi idi! Gazetelerde basit bir ölüm olayı olarak yayımlanan bu davranış, aslında sosyopsikologların derin inceleme konusu olmalı idi, fakat maalesef, öylesine geçiştirildi. Japon mühendisin intiharının hiçbir sosyopsikolog tarafından irdelenmemesi de ayrı bir irdeleme konusudur. Cehaletin ilgisizliği ya da meraksız davranışı! Bundan dolayı cehalet süreci bir kez başladı mı, artık ne çevreden, ne başkalarının davranışlarından bir şey öğrenmeye ya da uyanmaya açık olması gereken tüm kanallar kapanır, çünkü cahil her şeyi bilen tek kişidir.
Japon kentleri, sokakları, caddeleri, ara sokakları temiz idi. Şimdi düşünüyorum da, iyi ki bizim böyle garip alışkanlıklarımız ve davranış biçimimiz yok. Allah muhafaza etsin, böyle bir davranış alışkanlığımız olsa idi, bir tane dahi kamu görevlisi bulamazdık, Ankara sokakları kan gölüne dönerdi, hatta Ankara’dan taşan kan seli Eskişehir’in Porsuk Nehri’ni de kırmızıya boyardı.
Kan gölüne salt siyasiler ya da kamu görevlileri değil, geçmişin “yetmez, ama evet”çi akıl küpleri de katkı yaparlardı. Zulmü ve baskıyı önleme şiarı ile işbaşına gelmiş olan iktidar, ne yıllar önce 300 dolayında madencinin ölümünden sorumlu olanlardan hesap sordu, ne de geçenlerde 40 dolayında madencinin ölümünden sorumlu olması gerekenlerden hesap sormaya niyetli gözüküyor. Bir aklı evvel de maden kazasını uzay çalışmaları ile karşılaştırmaya kalkmış. Bir insan kirli vicdanını göstere göstere yaptığı sahte ibadetle temizleyebileceğini düşünebilirse, yapamayacağı açık ya da örtülü hiçbir zulüm yoktur.
Çocuğunuzu güvenerek devlet okuluna veriyorsunuz. İlgili bakan kayıt esnasında para alınmayacak diye boşluğa bağırıyor, bu çağrının hiçbir hükmü olmuyor. Devlet okulunda herkes evden yemek getirirken, bir eş dost şirketle anlaşıp lokanta hizmeti okula sokularak çocuklar gelir düzeyleri ile farklılaştırılıyor. Yemekhaneye gidemeyip, evden getirdikleri bir parça yiyeceği kemiren miniklerin psikolojilerinde nasıl bir yara açılır, maden kazalarıyla uzay çalışmalarını inanılmaz zeka parıltılarıyla karşılaştıran yaratıklar bunları düşünür mü? Bilemiyorum, bu zeka parıltısına bulanmış siyasi hokkabazlıklar karşısında ağlamalı mı, gülmeli mi?
Siyaset böyle de hamaset farklı mı? Cehalet ile övünen bir toplum ulaşamadığı her kişiye ya da kuruma saldırarak ulaştığını sanır. ODTÜ’ye kalkanı ve silahı ile giren polise bir öğrencinin, “Biz buraya çalışarak, yüksek puanla giriyoruz” demesi kadar acı sözü duyamayan iktidar, tabii ki doktorlara saldırıları, üniversiteleri işgale yönelişleri meşru müdafaa, hatta gerekli siyaset olarak görür. Çünkü o saygın kurumlara gelmenin de, iktidara ulaşmanın da meşru yolları onların idrak kapasitesinin çok üstündedir.
Siyaset bir sanattır. Bu ifadede kullanılan “sanat” sözcüğü, bir işi yapmanın kabalığını, zorbalığını değil, zarafetini ima eder. Kabile yaşamından devlet yaşamına geçiş, güç ve zorbalıktan, akıl ve yönetim sanatı anlamında politika sistemine geçiştir. Politika gücü dışlar, akıl yolu ile ikna sanatıdır. Doktorlara ısrarlı saldırıları iktidarın ısrarlı biçimde göz ardı etmesinin siyaset psikolojisi bağlamında anlaşılması gerekiyor. O da şudur: Ele geçirilmiş iktidar gücünün politika sanatı dışında mekanizmalarla, iktidar gücünün meşru olmayan kullanımı yoluyla korumaya yeltenmektir. Şimdi, nerede şu aklı evvel “yetmez, ama evet” çiler? Diyelim ki, bürokrasi baskısı kalktı, peki demokrasi geldi mi? Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu, basın, üniversite, yargı vs. ne durumda, geçmişe göre daha mı halka hizmete koşulmuş, yoksa iktidarın kölesi konumuna mı getirilmiş? Baskı yönetimine karşı olanlar bugünkü sisteme nasıl bakıyorlar? Hiç öyle süslü cümlelere sığınmayınız, lütfen. Gayet açık ve net olunuz ve yanıtınızı bu millete açıklayınız.
Bu yazıda iktidarın ekonomiyi emperyalizme nasıl teslim ettiğini ve bu devir-teslim sürecinde o sizin şikayet ettiğiniz bürokrasi ve sair çeşitli baskıların kaldırılmasının neden gerekli olduğunu tartışmayacağım, fakat şöyle bir soruyu da sormadan edemeyeceğim: Acaba bir ülke halkı üzerinde iç siyasi yapı ile iş birliği içindeki emperyalist baskı mı, yoksa doğru ya da yanlış olduğu tartışılabilir bürokrasi baskısı mı daha acı ve ülkeyi felakete sürükleyicidir? Tabii ki, ikisi de olumsuzdur ve keşke burada böyle bir tartışma açma ve karşılaştırma yapma durumunda olmasa idim. Ama ülkeyi ve bizleri bugünlere getirenlerin salt siyasiler olduğunu düşünmek ateşe bakmadan benzini suçlamak kadar basittir. İşin acısı şudur ki, olacak mı bilemiyorum ama bu acı sonucun faturası, faturayı oluşturanların salt siyasi grubundan sorulacaktır, diğerleri, süslü cümleleriyle zeytinyağı misali yeni düzende de yerlerini almada tereddüt etmeyeceklerdir.
- Sistemin sis perdesi: Bütçe tartışmaları 23 Kasım 2024 05:00
- Akılcılığa yöneliş 16 Kasım 2024 04:51
- TÜYAP konuşmaları 09 Kasım 2024 04:25
- Cumhuriyet halk rejimidir, fakat… 02 Kasım 2024 05:08
- Kaos 26 Ekim 2024 03:57
- Kevork Ağabey, müjde, oğlun Nobel aldı! 19 Ekim 2024 04:46
- Siyasi yalan 12 Ekim 2024 05:00
- İktidarın anayasa histerisine şiddetle karşı çıkılmalıdır! 05 Ekim 2024 04:33
- Boğaziçililer günü 28 Eylül 2024 05:07
- Cinayetin siyasallaştırılarak, perdelenmesi 21 Eylül 2024 04:40
- AKP’nin özü netleşiyor 14 Eylül 2024 04:45
- AKP, politikalarını düzeltebilir mi? 07 Eylül 2024 04:56