Bir senaristin sezon finali

Fotoğraf: İlker Arslan kişisel arşivi
Yaşadıklarımıza, bize yaşatılanlara baktığımızda bir kara mizah ülkesinde yaşadığımızı hissediyoruz. Senarist Yazar İlker Arslan’ın dediği gibi “Kara mizahın karası, mizahı çoktan yuttu. Kapkaranlık bir ülkede yolumuzu bulmaya çalışıyoruz.” Yazının başlığı yıllardır televizyon dizilerine başarılı senaryolar yazan İlker Arslan’ın ilk romanının adı. (1)
1970 Eskişehir doğumlu olan İlker Arslan Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi, Basın Yayın bölümünde okuduktan sonra Express ve Red dergilerinde yazıları yayımlandı. Şok, Televizyon Çocuğu, Zaga ve Beyaz Şov’da skeç ve metin yazarlığı yapar. Kurşun Yarası, Aşk Oyunu, Fikrimin İnce Gülü, Tatlı İntikam, Güneşin Kızları, Güzel Çirkin, Evli ve Öfkeli, Yuvamdaki Düşman, Afili Aşk dizilerinin senaryolarını, Geniş Aile dizisi ve filminin öykü ve tretmanlarını yazdı.
İlker Arslan’ı 1994-1999 yılları arasında Korcan Karar tarafından sunulan mizah ve magazin programı “Şok” un metinlerini yazdığı dönemde, 1996’da tanımıştım. Sakin, sıcakkanlı, sevecen ve mizahi yanı olan biriydi. Geçtiğimiz aylarda yayımlanan kitabı da mizahi bir dille yazılmış. Gündelik, sade, sokağın dilini kullanmış İlker Arslan. Hem komik hem trajik bir roman; Kara mizah. Okurken bir yandan gülüyorsunuz bir yandan içiniz acıyor ağlamaklı oluyorsunuz; Akıcı ve çarpıcı biçimde anlattığı bizlerin yaşamından, içimizden birinin birilerinin hikayesi; hayatın kendisi.
Mizahın halkın, sanatçının hayata en önemli karşı koyuş, direniş, başkaldırı aracı olduğunu bir kez daha gösteriyor bize İlker Arslan. Anlatılan içimizden birinin, Ali’nin senaryolar yazarak hayata tutunma, var olma mücadelesi içinde belki de çoğumuzun yaşadıklarını yaşayıp kimi zaman yolunu kaybedip kimi zaman sunulanı kabullenerek sürdürdüğü bir yolculuk. Kimimiz tutunabilmek için kabullenirken, kimimizin ölümü bile göze alarak reddederek sürdürdüğü bu hayatın içinden bir hikaye.
Hayatlarımız gibi aile ilişkilerimizin, evliliklerimizin, aşklarımızın, arkadaş ilişkilerimizin de kırık dökük, eksikli, yanlışlı olduğunu acıklı, trajik ya da komik, güldüren yanlarıyla aktarıyor yazar. Hikaye Ali’nin yakın arkadaşı ve birlikte çalıştığı, senaryolar yazdığı Ercan’la iş görüşmesine gitmeleriyle başlar. Daha önce senaryolarını gönderdikleri The End Yapım’dan İsmet Bey aramış, görüşmeye çağırmıştır. Vapurla Kadıköy’den Beşiktaş’a geçene kadar iş onaylanmış gibi hayaller kurarlar fakat görüşme bekledikleri gibi olmaz.
Ercan Boğaziçi Sosyoloji mezunu, Ferhan Şensoy hayranı bir kitap kurdudur. Televizyonlara iş yapmasına rağmen evinde televizyonu yoktur. Kimseye göstermediği sıkı şiirler, öyküler yazar ama kitaplaştırmaya yanaşmaz.
Ali’nin üniversite yıllarında tanıdığı, birlikte “devrimci mücadele” içinde yer aldıkları, sonra da evlendikleri Zeynep, hep küçümseyip eleştirdiği, üst sınıfa geçen, sonradan zengin bir CEO olan arkadaşları Kemal’e âşık olduğunu söyleyip Ali’yi terk eder; çocukları Deniz’i de alarak Kemal’in lüks semtteki, yüzme havuzlu lüks villasına yerleşir.
Sonrasında Ali’nin hayata karşı verdiği var olma, kendini ispatlama, buna kendini inandırma çabasına eski eşi Zeynep’e oğlu Deniz’e, sevdiği kadını elinden alan Kemal’e, klasik inançları, kültürleri olan annesine, babasına karşı da kendini ispatlama bu hayat ve onlar için gereksiz ve yanlış biri olmadığını gösterme çabası da eklenir.
Hangimizin benzer çabaları, mücadeleleri olmadı ki yaşadığımız hayatta. Zeynep’ten aldığı harçlıklarda, sonrasında da annesinden aldığı ‘kırk lira’ ile günlük hayatını sürdürmeye çabalarken birlikte içtikleri bir gece Ercan’la kırıcı bir tartışma yaşayıp, birbirlerinden koparlar. O tartışma gecesi sarhoş halde yerlerde çamurlarda sürünürken karşılaştığı, o halde evine götüren Arya girer hayatına.
Arya Ali’den yirmi yaş küçüktür, Ali için “bir masal prensesi gibi”dir fakat farklı kültürden farklı sınıftan insanlardır. Bir banka müdürünün kızıdır Arya, elit bir hayatı vardır. Hayata sorumsuzca “takıldığı” gibi, Ali’yle de “takılıyor”dur.
Arya’nın isteği ve aracılığıyla eski ‘yoldaşı’ Mümtaz’ın tiyatrosunda Arya’nın babasının çalıştığı bankanın sponsor olduğu, kendi yazdığı çocuk oyununda yönetmen olarak çalışmaya başlıyor.
Ali ayakta kalabilmek için sunulanı kabullenip her işi yapabiliyorken, o kavga gecesinden sonra araları bozulan, sonrasında hiç görmediği Ercan’ı arayıp destek isteyip, birlikte çalışmayı önerdiğinde “Değerlerine ters bir durum” olduğu gerekçesiyle öneriyi kabul etmez Ercan. Ali, Ercan’ın bu tavrına sert bir tepki gösterse de bir süre sonra yolu içinde yaşarken “devrim oluyor” dediği Gezi direnişiyle kesişip yaşadığı farkındalık ve “arınmayla” kendisiyle olan kavgasını bitirir Ali. Yaşamındaki en değerli insan olduğunun farkına vardığı Ercan’a öfkesi de biter.
Bu mizahi dille akıp giden romanın çok etkileyici, sarsıcı trajik finalini de okuduğunuzda görün derim.
Evrensel'i Takip Et