26 Ekim 2022 04:31

Kültür kavgası ve yukarıdan devrim

Otto von Bismarck

Otto von Bismarck | Fotoğraf: German Federal Archive

Paylaş

Geçen hafta Türkiye’deki siyasal çatışmayı tanımlamak için kullanılan kültür kavgası (Kulturkampf) teriminin kökeninin Alman İmparatorluğu Şansölyesi Bismarck’ın Katoliklere karşı 1871-1878 arasında yürüttüğü kampanyaya dayandığından bahsetmiştim. Kavram tarihi terimin güncel kullanımda gözden kaçan önemli bir farka işaret ediyor: Liberal Alman Terakki Partisi Vekili Virchow’un parlamentodaki konuşmasında vaftiz babası olduğu “kültür kavgası” terimi bir politik kampanyayı tanımlarken, Türkiye’deki güncel kullanım kültürel çatışmayı daha ziyade yapısal, kaçınılmaz bir olgu olarak tarif ediyor. Dolayısıyla, “kültür kavgası” kavramını hem bir politik taktik hem de bir yapısal çatışma olarak yorumlamak mümkün. Önceki yazılarımda iktidarın uyguladığı siyasal homofobiyle, toplumda belirli biçimlerde varolan toplumsal homofobi arasındaki farklardan bahsetmiştim. Kültür kavgasını bir siyasal şiddet biçimi olarak analiz etmek politik taktiğin yorumlanması için gerekli, ancak siyasal şiddeti mümkün kılan toplumsal şiddetin ortadan kaldırılması için yeterli değil. Kültür kavgasını bir toplumsal işlev açısından analiz etmek kapitalizmin siyasallaşma mekanizmasını yorumlamak için gerekli ancak gündelik taktik geliştirmek için yetersiz. Bu yüzden meseleyi her iki yönüyle tartışmak lazım. Sorunu önümüze getiren iktidarın yürüttüğü güncel kültür kavgası olduğuna göre öncelikle siyasi taktik olarak ele alalım. 

“Otoriter, muhafazakar ve aristokratik (Junker) Prusya liderliğinde gerçekleşen Alman siyasal birliği ‘yukarıdan devrimin’ tanımlayıcı bir örneği olarak hatırlanır, ve burjuva liberalizminin eşlik etmediği bir ulusal modernleşmenin en uğursuz örneği olarak” diyor Oxford tarihçilerinden Marc Mulholland (2012: 97). Bu tarih yorumu nedeniyle Almanya, modernizasyon teorisi tarafından bir anomali, teorinin (1968 ve Vietnam sonrası güncellenen) versiyonları tarafındansa tipik bir “üçüncü dünya” ya da “kalkınmakta olan ülke modernleşmesi” olarak kodlanır (Berman 2001). Teorik çerçeve genişletilip Gramsci’nin “pasif devrim” kavramı da aynı olguya uygulanabilir (Sungur Savran, Cihan Tuğal). Güncel siyasette Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tekrar dolaşıma soktuğu “devrimci muhafazakar” kavramını Bismarck’vari bir yukarıdan devrimcilik olarak okuyabilir miyiz? Tarihçilerin tüylerini diken diken etmeyi göze alarak, Bismarck’ın da Erdoğan gibi mutlakiyetçi bir muhafazakar olarak başlayan kariyerinde, liberallerle yaptığı ittifakla (1866-1878) ustalığa ulaştığını tespit edelim. Dönemin siyaset erbabında Bismarck’ın (Kırk yıl sonra Churchill’in de yapacağı gibi) muhafazakardan liberal dönüşmesi olarak algılanan bu ittifak esnekliği aslında muhafazakarlık içinde gerçekleşen bir dönüşümü, liberal muhafazakarlığın doğuşunu müjdeliyordu. Liberal muhafazakarlık Bismarck’ın yukarıdan devriminin ilk basamağıydı.

Bismarck’ın Katolik kilisesine karşı yürüttüğü kültür savaşı ulusal liberallerle yaptığı ittifakın son dönemecini oluşturuyor. Kültür savaşı neydi? Ne yaptı? Berkeley Kaliforniya Üniversitesi Tarihçisi Margaret Lavinia Anderson (1986) iki varsayım öne sürüyor:

1) Kültür savaşı yerel elitlerin kendilerine meydan okuyan madun toplumsal gruplara karşı geliştirdiği ve Katolik kilisesinin nüfuzunu kısıtlayan bir yasamaydı. Kültür savaşının ilk ürünleri olan Minber Kanunu (1871) ve Prusya Okul Teftiş Kanunu (1872) aslında Almanya elitlerinin siyasal alanın kitleselleşmesine karşı geliştirdiği bir savunma hamlesiydi. Anderson, kültür savaşına vesile olan Papa IX. Pius’un 1870’te modern Katolikliği inşa eden Birinci Vatikan Konseyi sonrasında ilan ettiği Papanın Yanılmazlığı Doktrini işaret yaklaşımlardan farklı olarak başka bir değişkene dikkat çekiyor: 1871’de Prusya önderliğinde Almanya İmparatorluğu’nun kurulmasıyla yürürlüğe giren ve Düvel-i Muazzama içinde en geniş kitlelere oy hakkı tanıyan seçim yasasına. Katolik ruhbanın seçimleri etkileme çabası yeni değildi. Ancak oy hakkını genişleten yasayla Roma ruhbanının partisi Merkez Partisi (Zentrumspartei), adayın kişiliği değil de temsil ettiği pozisyonlar üzerinden seçmenle iletişim kuran sosyalistlerin taktiklerini benimsedi ve minberi seçim propagandası için kullanarak Katolik seçmenin üçte birinin oyunu alarak İmparatorluk Meclisine (Reichstag) girdi. Merkez’in başarısı seçimlerde siyasal pozisyondan ziyade patronajla ayakta duran Almanya “ayanında” (notables) korku yarattı: Minberden propaganda yapan ruhbana dair şikayetlerin yanında, Protestan ve Yahudi seçmene nazaran Katolik seçmenin daha fakir ve cahil olduğu dile getirildi. Anderson’ın durum tarifi 1994 yerel seçimleri sonrasında Türkiye “ayanında” yaşanan, 28 Şubat’a uzanan ve Aysun Kayacı’nın 2007’deki ünlü “Dağdaki Çobanla Benim Oyum Bir mi?​” isyanında ifadesini bulan paniğini andırıyor. Cihan Tuğal’ın kent yoksullarının hegemonyaya yedeklendiği “pasif devriminin” öncüsü olan Refah Partisinin ’94 seçimlerinde sosyal demokrat taktikleri başarıyla uyguladığını da not edelim.

2) Almanya ayanının otoritesini kaybetme korkusuyla başlattığı kültür kavgası giderek Katolik ayanını da demokratikleşmeye zorladı. Hiyerarşinin en altında yer alan, halka yakın papazlar piskoposlardan daha etkin hale gelirken, Katolik Merkez Partisi kilise atamalarına karışmaya başladı. 1887’de parti papanın Bismarck’ın askeri bütçesinin desteklenmesi emrini açıkça reddetti.

1873 Avrupa ve ABD’yi vuran depresyon Almanya’da 1850’lerdeki sanayileşmeden beri yaşanan ilk ekonomik krizdi. Serbest ticaretçi liberallerle uyguladığı düşük gümrük politikasından vazgeçen Bismarck Kulturkampf’a karşı duyulan husumeti laiklik yanlısı liberallerin üzerine yıktı ve eski düşmanı Katolik Merkez Partisiyle (Zentrumspartei) korumacı gümrük politikası uygulayan bir programda anlaştı. Bu siyasal ittifak değişimiyle 1878-1890 arasında sol-liberaller ve sosyalistler antisosyalist yasalarıyla rejim düşmanı ilan edildiler. Sosyalistlerin bastırılmasıyla aynı zamanda Bismarck 1883’ten itibaren uyguladığı sosyal politikalarda Sosyolog George Steinmetz’in tanımıyla “dünyanın ilk refah devletini” inşa ediyordu (1993: 4). Tarihsel olarak birbirini art arda takip eden kültür savaşı, antisosyalist yasalar ve refah devleti uygulamalarını Bismarck’ın aynı siyasi hamlesinin farklı basamakları olarak değerlendirebilir miyiz? Bismarck’ın stratejik planlarını mümkün kılan, engelleyen, taktik değişikliklere iten yapısal trendler ve olguları analize nasıl dahil edebiliriz?

Anderson, M.L. 1986. “The Kulturkampf and the Course of German History.” Central European History 19(1): 82-115.
Berman, S.E. 2001. “Modernization in Historical Perspective: The Case of Imperial Germany.” World Politics 53: 431-462.
Mulholland, M. 2012. Bourgeois Liberty and the Politics of Fear: From Absolutism to Neo-Conservatism. Oxford: Oxford University Press.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa