29 Ekim 2022

Mitten gerçeğe Cumhuriyet

Fotoğraf Wikimedia Commons'dan alınmıştır.

Cumhuriyetin 99. yılındayız. Gelecek yılki 29 Ekim’e kadar birçok kurum, kuruluş ve partiler yüzüncü yıl etkinliklerini gündemine aldı.

Tarihsel bir olguyla ilişki, hafızanın yeniden düzenlenmesi, zihinsel arşivin kurulması demek. Bu işlemi kim yapıyorsa, geçmiş ister istemez onun bugünkü zihniyetinin süzgecinden geçer. Böylece tarih, yaşanan zamanın gerekçesi, meşrulaştırıcısı olur.

Cumhuriyetin kurucu kadroları Türklük mitiyle güçlendirilmiş kendi resmi hikayelerini, daha kendileri tarih olmadan yazıp sonraki kuşaklara hazırlamışlardı. Bu tarih Orta Asya’dan Anadolu’ya devletler kura kura gelen Türk boylarından dünyaya bedel bir millet çıkarmanın öyküsüydü. Mustafa Kemal bu milletin, ‘sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitle’ olduğunu not düştü. Böyle bir millet hiç olmadı. Olamazdı da söylem sınıfların ve çok sayıda ezilen kesimin varlığının üstünü örtemez çünkü.

Cumhuriyet Bayramı’na birkaç gün kala ‘Harf devrimiyle düşünce setlerimiz yıkıldı’ diyen Mahir Ünal ve ‘çevresi’ ise neoliberal kapitalizmin acentesi gibi çalışan bir hükümet yaratmış olmalarına rağmen kendilerini hâlâ Malazgirt kapısındaki Alpaslan’ın torunları, Osmanlı’nın yükseliş dönemindeki padişahları gibi hissetmek istiyor. Bu iktidarın elinde, sınıfsız imtiyazsız kaynaşmış kitle miti, makbul vatandaşlar ile olmayanlar olarak ikiye bölünmüş parçalı bir millet realitesiyle yer değiştirdi. Parti kartı olanlar ve iktidara oy verenlerin aritmetik toplamından oluşan bir imtiyazlılık haliydi bu millet. Geriye kalan; bir padişahlık sisteminin ihtiyacını karşılayacak kadar dışlanmış muhayyel bir düşmandı. Tarih de ona göre yazıldı.

Bugün biri iktidarda, diğeri muhalefette iki siyasi akımın cumhuriyet için iki ayrı anlatısı vardır. Ana muhalefet için, rejimin ancak oraya dönünce kurtarılabileceği fabrika ayarı, diğeri içinse şanlı ataların geçmişinden koparan bir öfke nesnesidir cumhuriyet. Her ikisi için de tarih, kendi şimdilerini haklı çıkaran bir kehanet demek.

Oysa mitlerden ve efsanelerden, resmi bültenlerden arındırılmış bir cumhuriyet tarihi var:  

Cumhuriyet 1789 Fransız Devrimi’nin ürünüydü. İnsanın kul veya tebaa olduğu dönemlerin geride bırakıldığı tarihsel koşullarda bir kazanımdı. O zamandan beri modern devletlerin yönetim biçimi oldu. Eşitsizlik ilişkilerini her gün yeniden üreten kapitalizmin çelişkilerinin üstünü örtmeye, idare etmeye, yönetmeye en uygun yöntemdi cumhuriyet. Tek adamlı, çok partili, başkanlık sistemli çeşitlemelerine günümüzde İran İslam Cumhuriyeti gibi gerici modeller de eklendi. Örtmeye çalıştığı çelişkilere yenileri eklendikçe muhataplık alanı genişleyen bir devlet biçimi haline geldi.

Cumhuriyet çelişkili, parçalı bir bütünlük; despotik mi demokratik mi olacağı kesintisiz mücadelelerle şekillenen bir değişkenlik; kendi her türlü yıkımını ihtimal haline getiren toplumsal güçleri içinde barındıran bir yönetim tarzıdır.

Bu bakımdan Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi de kuruluştan bugüne düz bir çizgi halinde ilerlemedi. Egemen sınıfların değişik fraksiyonlarının mücadeleleri ve bunların emekçi sınıflar ve halkın değişik kesimlerinin çatışmalarıyla şekillenen bir geçmişi ve bugünü vardır cumhuriyetin.

Daha Kurtuluş Savaşı sürerken Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Karadeniz’de öldürülmesi, Çerkez Ethem’in tasfiye edilmesi ile başladı bu tarih. Kuruluşun hemen arkasından muhalefetin Takriri Sükûn Yasası’yla, İstiklal Mahkemeleriyle susturulması pahasına muktedir olabilen yönetici kadroların cumhuriyeti, kendi iç çelişkilerini İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar idare edebilmişti.

Egemen sınıf fraksiyonları arasındaki çelişkinin tansiyonu 1960’ta Menderes’in idamına kadar yükseldi. Bu tansiyon darbe dönemlerinde, 28 Şubat 1997 postmodern müdahalesiyle, kalıcı MGK idaresiyle kontrol altında tutuldu. Ve malum 15 Temmuz darbe girişimini de eklemek gerekir. Sermaye fraksiyonlarının politik temsilcileri arasındaki çatışmalar hep çok şiddetli olmuştur.  

İkincisi; cumhuriyetin içeriği başta işçi sınıfı olmak üzere çeşitli toplumsal katmanların kesintili ama dinmeyen mücadeleleri tarafından da şekillendirildi. Bugün demokrasi adına ne varsa bunu bu mücadelelere borçludur cumhuriyet. Sadece parlamentonun olması, seçimlerin yapılıyor olması onun demokratik olduğunu göstermez. Bu defalarca görülmüştür. Demokrasiye kendiliğinden eşitlenen bir rejim değildir cumhuriyet. Bir güçler ilişkisidir. Cumhuriyetin ne olduğu toplumsal çelişkilerin nasıl çözüldüğüne bağlıdır.  

Cumhuriyetin kendi sınırları içinde bunun iki yolu vardır; birincisi ya halk hoşnutsuzluğunun ve tepkilerinin, bunlar daha çatışmaya dönüşmeden egemen sınıfın idealine yedeklenerek ıslah edilmesi. Ya da baskı siyasetine veya darbelere tekrar tekrar geri dönüştür. Bizde cumhuriyet rejiminin kapı arkasında beklettiği güç her zaman şiddettir.

Ne var ki bu sınırlar aşılabilir. Burjuva egemenliğini sona erdirerek bir halk cumhuriyeti çıkaracak güçleri harekete geçiren çelişkileri derinleştirdiği için bir başkasına, yeni bir rejime gebedir cumhuriyet; halkın kendisi tarafından yönetildiği halk cumhuriyetine.   

Cumhuriyetin tarihi ne geçmiş nostaljisiyle ne de iktidarın yaptığı gibi bir ‘reklam arası’ mantığıyla yazılabilir. Cumhuriyetin tarihi çatışmalı, geleceği ise emekçi sınıfların uğruna mücadele ettikleri özgürlük ve demokrasi ihtimaline açık bir süreçtir.

Hafıza bu nesnelliğe göre oluştuğu ölçüde cumhuriyet mitsel anlatılar ya da menkıbeler dizisi olmaktan çıkar.

Şimdi sadece kendi geleceğine gebedir.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Kamu işçisi hedefte

Kamu işçisi hedefte

Ücretleri baskılayan Erdoğan-Şimşek programının yeni hedefi toplu sözleşme sürecine giren 600 bin kamu işçisi. Sendikal bürokrasi eliyle işçiden kaçırılan sözleşme taslağı, iktidar medyasına sızdırıldı. “Taleplerimizi karşılamıyor” diyen işçiler öfkeli. Ekonomide, iç ve dış politikada sıkışan Saray iktidarı, toplumu yönetebilmek için yasaklara, gözaltılara ve tutuklamalarla sarılıyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et