Yerli ve milli ‘Muhteşem Gatsby’
The Great Gatsby adlı filmden bir sahne
Saray’ın iletişimcileri bir açılım yapıp kendilerine muhalif gördüğü bazı gazetecileri Erdoğan’ın “Türkiye Yüzyılı” vizyonunu açıklayacağı törene çağırmışlar. Bu sefer organizasyonu İletişim Başkanlığı’na bırakmadılar galiba, zira onların düzenlediği ya da hâkim olduğu organizasyonlarda soru sormak isteyen muhabirlere “Biliyorsunuz Cumhurbaşkanlığı İletişim Dairesi’nin şeyi var. Rica ediyorum soru sormayın” diye uyarı yapılıyor. Bir diğer işaret de Cuma günü gazete manşetlerinde o günkü toplantının, nasıl diyeyim, biraz ‘küçük’ görülmüş olması. Mesela 15 Temmuz’daki Saraçhane mitingi, Sabah gazetesinde “Türkiye Aşkına Haydi Saraçhane’ye” manşetiyle duyurulmuştu. Fahrettin Altun da Cuma günü, konuşma sırasında, Erdoğan’ın hesabından atılan tweet’leri retweet’lemekle yetinmiş, bir de program sonrası konuşmadan kısa bir bölüm paylaşmış.
“Türkiye Yüzyılı” organizasyonundan sorumlu ekip bazı gazetecileri telefonla aramış, ama gelip gelmeyeceklerini merak etmemiş. Davet edilenlerden Çiğdem Toker köşesinde neden katılmayacağını net biçimde açıkladı, Halk TV ve Cumhuriyet de kurumsal davete icabet etmeyeceklerini duyurdular. Bazılarının biraz gönlü kaydı, havayı kokladı, içlerle dışları çarptı ve katılmamaya karar verdi. Gazeteci Canan Kaya hesabından, üzerinde “Misafir Basın Mensupları” yazan boş bir sandalye görüntüsü paylaştı. Misafirlerden Fatih Portakal “Dikkatimi çeken şu: Partiyi sırtlayan, götüren net bir şekilde Erdoğan” tespitini yaptı. Zaten Melih Altınok da Selçuk Tepeli’yi eleştirirken “…insan Fatih Portakal'ı bile arıyor” dedi. Oysa iki gün önce "Fatih Portakal'ın gazeteci kimliğiyle davete icabet edeceğini öğreniyoruz... Keşke, çiftliğinde bırakacağını anladığımız köylü kimliğiyle katılsaydı. Daha samimi olmaz mıydı?" demişti. Belki yarın yine fikri değişir.
Fatih Portakal, vizyon konuşmasını kendisine ayrılan yerden değil, basın bölümünden izlemiş. Kendi kanalında “misafir” kategorisinde gelenlerin kendisi ve Gürkan Hacır’dan ibaret olduğunu söyledi; ayrıca orada görüştüğü bir yetkili, bir daha da böyle isimlerin çağırılmayacağını ifade etmiş. Hayırlısı, bazılarını ‘gitsek mi gitmesek mi’ derdinden kurtardılar böylece. Çünkü gitmek isteyip efkârı umuminin baskısıyla gidemeyen gazetecilerin dramı da hiç izlenesi değildi.
Davet edildiği halde katılamadığı için çok üzgün, üzüntüsünü de hiç saklamayan, yegâne isim Ertuğrul Özkök. Aslında eşine mektuplar yazıyor (Tansu'ya Mektuplar) ama her mektubunu sağ olsun T24 bize ulaştırıyor. 28 Ekim’deki "Bazı muhalif gazeteciler resmen birer mücahide dönüşmüş" alt başlıklı mektubunda yazdığına göre, önce katılacağını söyleyip sonra fikir değiştiren İsmail Saymaz kendisini şaşırtmış, Çiğdem Toker keşke gerekçelerini açıklamasaymış, Nevşin Mengü’nün anketi başarılı bir sit-com’muş… Kendisi davet edildiği için çok mutlu; keşke orada olup “Cumhurbaşkanı'nın B747 uçağına binen gazetecilere “Bakın bu iş böyle yapılır”ı gösterebilseymiş.
Böyle tarihi bir fırsatı neden kaçırmış diye sorarsanız, onu bir başka mektubunda açıklıyor (yine T24’ten; niye açık açık köşe yazarı değil anlamıyorum), Amerikan Türk Derneği'nin New York Plaza Otel'de düzenlendiği yıllık geleneksel balosuna katıldığı için yetişememiş. Ama ne balo! Bir kere mekân, Baz Luchrmann'ın “Great Gatsby” romanından yaptığı filmin en güzel sahnelerinden birinin çekildiği otel. Türkiye'nin Birleşmiş Milletler nezdindeki daimi temsilcisi Feridun Sinirlioğlu ve New York'taki Başkonsolosu Reyhan Özgür smokin giymişler (geçen sene Washington Temsilcisi Murat Mercan giymemiş). AKP’nin sembollere bu kadar takık olması rahatsız ediyor Özkök’ü. “Black tie” yazıyorsa giy kardeşim smokinini, ne var yani. Erdoğan, Cuma günkü konuşmasında “Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasını kendi statülerinin sembolü olarak gördükleri için oraya gelen halk çocuklarını küçümsüyorlardı” dedi. Özkök bunlara takılmıyor. Yerelde başka, New York’ta başka. ‘Verin bana ana akımı kulturkampf [kültür savaşı] huzur içinde çözülsün’ diyor. Buraya kadar bildiğimiz Özkök.
Benim esas takıldığım, "Türkiye Türklerindir’ gazetesinin eski GYY'si, Demirtaş'ın 'anlama kılavuzunu' anlayabilir mi?” başlıklı yazısı (artık kaynağı sormayın). Selahattin Demirtaş'ın "Yeni başlayanlar için: Kürt sorunu nedir?" yazısına cevap yazmış. Cevabını (yine Muhteşem Gatsby’nin çekildiği otelde), yazmadan önce Demirtaş’ın yazısını iki kere okumuş. Mekân belirleyicidir, Demirtaş cezaevinden yazıyor mesela… Şöyle demiş: “Testteki bütün sorulara doğru cevap verdim. Yani Kürt sorunu nedir biliyormuşum. Mesela “Ez ji de her dikim” cümlesinin anlamını, “I love you” ve "Je t'anime"den çok sonra öğrensem de biliyorum” (Bu arada Demirtaş je vous aime yazmıştı, Özkök düzeltme gereği hissetmiş, yeni başlayanlar için Özkök’ten A1 Fransızca).
Özkök, hakkını yemeyelim ilk kez bir itirafta bulunup Hürriyet’in “Türkiye Türklerindir” sloganını benimsemediğini söylüyor, ama bugün söylüyor. 20 yıllık genel yayın yönetmenliğinde, ki bu slogan Sedat Simavi zamanında konmuştu, ‘ben doğru bulmuyorum ama patron ya da devlet dinlemiyor’ dediğini duymadık. Diyor ki, “Tahminim şu; bugün geldiğimiz noktada ne Hürriyet'in bugünkü sahiplerinin, ne genel yayın yönetmeninin o iki kelimeyi oradan çıkarması mümkün…” Hadi canım! Konjonktür değişsin, bir günde kalkar; Anadolu Ajansı’nın Kandil’de basın toplantısına gittiğini gördük. Hürriyet de zaten eski Hürriyet değil. Ama işte kilit nokta burası: Özkök, Tansu Hanım’a değil başka yerlere yazıyor o mektupları, hem o logoyu kaldırtmayız diyor, hem de Ankara Arena’daki toplantıya gitsem oradan da bir Gatsby ihtişamı çıkarırdım, fırsat kaçtı diye hayıflandırıyor.
Ancak, "ez ji te hez dikim" dediği, ya da romantize etmeyelim, Kürtçe konuştuğu için cezaevinde yatanların hesabını da asla kendisine kesmiyor. Andıç zamanı genel yayın yönetmeni olmasa inanacağız. Hadi, o konuda özür diledi diyelim. Ahmet Kaya için “Vay Şerefsiz” manşeti attı, o yüzden de özür diledi, özrün muhatapları kendisini affetmese de. 2009’da hala genel yayın yönetmeniyken “Cesur Türkler, cesur Kürtler” başlıklı yazısına şöyle başlıyor: “Abdullah Öcalan’a "Bebek katili" sıfatını ben taktım.” Aynı yıl devlete Öcalan’la görüşme talebinde bulunduğunu söylüyor. Bu yazıları o dönem çok popüler. “Birlikte yaşamak zorunda mıyız” yazısına Hasan Bülent Kahraman (12 Temmuz 2010’da Sabah gazetesinde “O zaman ben o yazıyı tesadüf olarak görmem (zaten dünyada ve siyasette tesadüf yoktur). Görmediğim gibi "Öcalan ilk kez kazandı" derim” diye cevap veriyor (bugün deseler Şebnem Korur Fincancı ile birlikte cezaevinde olurlardı).
2019’da Kemal Öztürk’ün Youtube kanalında, MİT’in 1999’da Abdullah Öcalan’ın asılmaması için kendisinden yardım istediğini söylüyor. Ama 2021’de T24’ten Hazal Özvarış’a “…yayın yönetmenliğimde ne MİT'ten kimse aradı beni, ne devlet fazla ciddiye aldı” diyor. “İnsanlar ölmesin, çocuklar ölmesin, anneler ağlamasın” diyen Ayşe Çelik’e “Şimdi ‘Beyaz Show’a, üç metrekare kalmış eğlence kantonlarımıza da hendek kazmaya çalışıyor” diye hiddetlenmişti. Bugün Kürtler de biraz demokratikleşsin istiyor. 2015’te “Bütün dünya medyasında, Musul’u kurtarmak için ordularının başında savaşan İranlı generallerle ve Kobani’yi kafa kesen İslamcılardan kurtarmak için cepheye koşan Kürt kadın savaşçıların menkıbeleriyle dolu” diye yazmıştı, 24 Ekim 2022’de “Kürt kadınına canlı bomba görevi veren bir PKK” diye ara başlık atıyor. Sadece anahtar kelimeleri belirleyip kompozisyonu inşa ediyor. Kim önemsiyor? Belki hiç kimse. Ama şu davete icabette tekleyenlerin (her ne kadar erkek, bunak editörlerden şikâyet ediyor gibi görünseler de) zihnini belirleyen Ertuğrul Özkök. Bugün Muppet Show’un ihtiyarları gibi “geçtin / kaldın” diye dalgasını geçiyor. Muhalefete muhalefet, iktidara ihtişam vaat ediyor: “Make Turkey Great Again”*
Scott Fitzgerald’ın Muhteşem Gatsby’si en sevdiğim romanlardan. Ancak yükselişi değil, aksine çöküşü anlatır. Romanda değil ama filmde anlatıcı Nick Carraway’in hikâyesi bir psikiyatrist kliniğinde sona erer, şu cümlelerle: "Gatsby'nin evine gelince parayı nasıl kazandığına dair yaptığımız tahminleri hatırlıyorum. Bu sırada o, önümüzde durmuş yozlaşması imkânsız bir hayali kamufle ediyordu. Hayaline o kadar yaklaşmıştı ki, elde edememesi neredeyse imkânsızdı. Ama ilişkisinin geçmişte kaldığından haberi yoktu. Gatsby, o yeşil ışığa inanmıştı. Tıpkı yaşanacak o hayali yıllara inandığı gibi. Geçmişte aldanmıştı, ama önemi yoktu, yarın daha hızlı koşarız, kollarımızı daha uzağa uzatırız... Güzel ve güneşli bir sabah, tam da yorgun düşmüşken, akıntıya karşı bir tekne yönünü değiştirdi, ara vermeksizin geçmişe doğru gitti..."
Bu satırları yazarken, karşımda açık televizyonda, TGRT Haber’de, önce İmamoğlu, sonra Akşener’in açıklamaları geçiyor, en son duyduğum “İzmir’in dağlarında çiçekler açar” marşı…
*Trump’ın 2016 seçim sloganına atfen: “Make America Great Again” [Amerika’yı yeniden muhteşem yap]
- Gazetecileri yargıdan kim koruyacak? 18 Kasım 2024 04:30
- Etki ajanlığı: Muhalefet 'casusluk' sayılacak 12 Kasım 2024 05:00
- Etki ajanlığı: Tek yasayla çok yasak 05 Kasım 2024 05:02
- ‘Cesur Yeni Dünya’nın çocukları 13 Ekim 2024 04:22
- “Sınır hattı çok sıcak” 06 Ekim 2024 04:42
- Medya bir çocuğa kanat takıp ağladı, diğerini çöpe attı 29 Eylül 2024 05:05
- Narin’in kanatlarından melek olmaya çabalamak 15 Eylül 2024 04:53
- Özak Direnişi bitmedi 13 Eylül 2024 05:20
- Gazeteciliği S-400’lerle aynı kutuya mı koyalım, ayrı mı saralım? 01 Eylül 2024 04:52
- Kâr-zarar hesabıyla ‘dijital faşizm’ 10 Ağustos 2024 06:50
- "Net olarak" sansür 04 Ağustos 2024 05:21
- ‘Canın sıkkın senin bugün Kelleci...’ 07 Temmuz 2024 04:45