30 Ekim 2022 04:45

Bir yeni dönemin eşiği mi?

Fotoğraf: prin.gr

Paylaş

Bu soruya, birçok unsur sıralanarak olumlu yanıt verilebilir. Ancak kolaya kaçmamak için bazı kayıtlar konmalıdır: İlkin, her önemli olgusal gelişme önceki durum ve gelişmelerle bağlı bazı özellikler taşıyacaktır. İkinci olarak uluslararası ilişkilerin ve her bir ülkede güçler ilişkisinin değişimiyle bağlı yeni durum ve dönemler kaçınılmazlık gösterir. Bu böyleyse ama yeni dönemlerden ya nicelik sıçramalar dolayısıyla ya da sınıf mücadelesinin büyük çatışmaları içeren gelişmesinden hareketle söz edilebilir. Bu iki durum açısından da muhtemel gelişmeler, ancak mevcut olgu ve gelişmelerden hareketle ve belirli bir öngörüyle belirlenebilir. Kesin belirlemeler yapılamaz.

Buradan hareketle söylenecek olursa işçi-emekçi hareketi ülkemizde ve uluslararası alanda bazen kitlesel boyutlara varan protestolar veya bazı işkolları ve işyerlerindeki grevler halinde mücadele örnekleri sergilemekle birlikte, neoliberal ideolojik-politik kuşatmayı yaracak ve saldırıları püskürtecek istikrarlı bir yükselişe henüz geçmiş değildir. Fransa’daki grevlerin ve İran’daki sokak hareketinin başka ülkelerdeki örneklerle genişlemesi ise halihazırda zor görünmektedir.

Uluslararası ilişkiler açısından öne çıkanlar ise şöyle sıralanabilir: a) Rusya-Ukrayna savaşı (bu savaşta Amerikan ve NATO güçleri para, tank, top, hava saldırı ve savunma araçları, askeri istihbarat ve diplomasi desteğiyle Ukrayna’nın yanında durdular); b) ABD’nin Çin’i başlıca rakip ve Rusya’yı “yakın tehdit“ gösteren “yeni ulusal savunma stratejisi“ ilanı; c) NATO’nun ve AB’nin, ABD’nin stratejik politikalarıyla da birleşen genişleme ve “savaşa hazırlık“ politikası; ve d) Çin’in “yumuşak“ görünümlü yayılmacı uluslararası ekonomik-askeri stratejisini bir “ulusal kongre“ desteğinde yeniden ilan ederek dünya sahnesinde ABD’ye rakipsiz olmadığını bir kez daha hatırlatması.

Bu gelişmeler başlıca üç büyük gücün (ABD, Çin ve Rusya) dış politika stratejileriyle uluslararası alanda çok yönlü etkiye yol açacak konumunu işaret ediyor. Bunlara Almanya, İngiltere ve Fransa başta olmak üzere bazı başka ülke yönetimlerinin izledikleri yayılmacı provokatif ve uluslararası ilişkilerde gerginleştirici işlev gören politikaları eklenebilir. Daha güçsüz ve fakat bölgelerinde yayılmacı saldırgan politikalarıyla savaş kışkırtıcı rol oynayan ve büyük emperyalist güçler arası çelişkilerden yararlanarak etki alanlarını genişletmeye çalışan Türkiye, İran, İsrail, Suudi Arabistan yönetimleri de bu çatışmalı sürecin güçleri arasında yer alırlar.

Sürecin öne çıkan özelliği uluslararası gerginlik ve çatışmaları daha da kızıştıran dış politikalarda yoğunlaşmadır. Ordu birliklerini Ukrayna sınırına konuşlandıran ABD ve NATO şefleri sık sık Rusya’ya karşı büyük savaş hazırlığından söz ederken, Rusya, zorunlu kaldığında nükleer silah kullanacağı tehdidi savurmaktadır. ABD, Çin-Tayvan sorununa müdahalesini artırdı. Hint-Pasifik bölgesinde rekabet giderek kızıştı. Çin’e karşı savaştan söz eden Biden yönetimi, Japonya, G. Kore ve Avustralya ile ittifak içinde bölgeye güç yığmaya devam ediyor. Çin ve Rusya buna Şanghay ittifakıyla yanıt verdiler.

Tüm bu gelişmelerin, ekonomik durumun uluslararası alanda giderek kötüleşmesi ve bazı ülkelerde kriz koşullarının ağırlaşmasıyla bağlı olması, gerçekliğin bir diğer yanıdır. Rusya-Ukrayna savaşı, tüm Avrupa’da enerji teminini açmaza düşürdü ve bu ülkelerde ekonomik koşullar emekçiler aleyhine daha fazla ağırlaştı. Rusya’ya karşı saldırganlığın başını çekenlerden biri olan İngiltere’de ekonomik politik sorunların ağırlaşması, başbakanlar ve bakanların birbiri ardına istifa etmesine yol açtı. Almanya, İtalya, İsveç, Fransa gibi ülkelerde sağ gerici ve faşist partiler halk kitlelerinin taleplerini istismar ederek ve yabancı göçünü şovenist propaganda malzemesi yaparak güç topladılar. Savaş yaptırımlarıyla Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın gelişmiş ekonomilerini Amerikan çıkarları yönünde etki altına alan Biden yönetimi ise, ABD ekonomisine belirli bir hareket alanı serbestisi sağlayarak dış politika seçeneklerini takviyeyi başardı. O, şimdi daha saldırgan bir konumdan hareket etmektedir.

Başlıca büyük emperyalist güçler arasındaki gerginliklerin artması ve savaş koşulları, Balkanlar, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Kafkasya’ya yer alan ülkelerin ekonomik sosyal ve politik koşullarında da ağırlaştırıcı rol oynadı. Doğu Avrupa ve Balkan devletleri büyük çoğunluğuyla Amerikan-İngiliz ve Alman egemen politikası doğrultusunda hizalandılar. ABD, petrol üreten Ortadoğu ülkelerini baskı altına alarak Rusya’yı daha fazla yıpratmaya çalışırken sadece İran’ı hedefe koyma politikasını sürdürmekle kalmadı, Suudi yönetimi ve BAE yönetimini de baskı altına aldı. Bölge ülkeleri, büyük güçlerin çok yönlü baskısı altındadır.

Bu uluslararası gelişmeler her bir ülkede halk kitlelerine yönelik baskı yoğunlaşmasına yol açtı. Hemen tüm ülkelerde sosyal haklar kısıtlanırken, siyasi baskılar arttırıldı.

Türkiye’nin bu uluslararası gelişmelerden azade kalması mümkün olamazdı. Erdoğan yönetimi, ABD-Rusya çelişkisinden de yararlanarak sürdürdüğü yayılmacı emperyal politikada yorulmuş savaşçı konumuna düşmüş görünmekle birlikte, Kürt mücadelesine karşı politikasında geri adım atmama kararlılığını korumaktadır. Suriye’de fethedilen alanlarda oluşturulan bağlı yönetimler ve cihatçı-islami örgütlerle ilişkiler korunarak etki alanı politikası sürdürülüyor. İçeride, özellikle ekonomik açmazlar ve artan siyasal baskı nedeniyle yaşanan güç kaybı ise, “teröre karşı savaş” politikası ve kısmi ekonomik tavizler desteğinde girilecek bir seçimden “zaferle çıkarak” aşılmak isteniyor.

Türkiye’nin tüm milliyetlerden işçi ve emekçileri bütün bu uluslararası ve ülke içi gelişmelerle bağlı sorunlar yumağıyla karşı karşıyadır. Büyük sermaye ve emperyalist güçlerin çıkarlarına işleyen bir mekanizmanın dayattığı daha kapsamlı ve yıkıcı politikalar önümüzdeki dönem açısından da söz konusudur. Bir karşı güç, örgütlü ve daha geniş bir mücadele birliği sağlanamadığında bu politikalar püskürtülemeyeceği gibi, sert çatışma ve ağır ekonomik koşullar nedeniyle daha ağır sonuçlarla da yüz yüze kalınacaktır. Burjuva iktidar gücü ulusal, dini ve mezhepsel, bölgesel ve sektörel farklılıkları istismarla, yanıltıcı propaganda ve ekonomik oy avcılığıyla emekçilerin tepkilerini etkisiz kılarak kendini takviye çabasındadır.  Saldırıları püskürtmek ve bunun bir adımı olarak bugünkü yönetimi işbaşından uzaklaştırmak işçi ve emekçilerin fabrika, işyeri, sendika, dernek, semt ve tüm diğer yaşam ve çalışma alanlarındaki mücadelesiyle dolaysızca bağlıdır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa