Karnından konuşmak ya da karanlığa mum yakmak...
Fotoğraf: Just Stop Oil/AA
Öğleden sonra İstanbul Sabiha Gökçen’den kalkan uçağımız akşamüzeri Adana’ya indiğinde güneş henüz batmamıştı. Mersin’e bir etkinliğe katılmak için gidiyordum. Etrafı seyredebilmek için her zaman yaptığım gibi HAVAŞ servisinin en önüne oturdum. Bir süre sonra dikkatim Adana’nın akşam trafiğine söylenen kaptanımızın garip hareketlerine takıldı.
30 yaşlarında gösteren kaptanımız akan trafikte hatalı bulduğu araç sürücülerine elini kolunu sallıyor, başını sağa sola çevirip yanındaki hayali bir kişiye araçları şikayet ediyordu. “Bak şunun yaptığına! Görüyon mu? Yaa geçeceksen geç gardaş gözünü seveyim! Şimdi ben nediim buna!?” gibi cümleler kuran kaptanımızın hayali kişiyle garip monoloğu Adana çıkışına kadar devam etti. Adana’dan çıkınca trafik biraz azaldı da kaptanımız ilgisini trafikten ve hayali kişiden alıp radyodaki müziğe verebildi.
Kaptanın ilgisini radyoya vermesinin ardından ben de kaptana değil önümüzde akıp giden yola bakmaya başladım. Güneş otobüsümüzün sağ tarafından yavaş yavaş batmaya başlamıştı. Önümüzdeki ufuk çizgisi kırmızı, mor, mavi renkler arasında gidip geliyordu.
Garip bir durum vardı havada ama ne olduğunu tam anlayamıyordum. Bu yoldan daha önce de bir iki kez geçmiştim. O zamanlar böylesine bir tuhaflık hissettiğimi anımsamıyorum.
BU KİRLİ DUMAN DA NEYDİ?
Artık epeyce sakinleşen kaptanımızın bazen kısık sesle eşlik ettiği, bazen vites kolu üzerinde parmaklarıyla ritim tuttuğu türküler eşliğinde otobüsümüz akşamın alacasına doğru yol alırken önümüzdeki ovadan buğu buğu bir duman üzerimize üzerimize geliyordu. Garip olan işte buydu. Bu mevsimde, havanın daha 30 dereceler civarında seyrettiği sıcak sonbahar günlerinde havadaki bu duman nereden geliyordu ki? Evlerde sobalar, kaloriferler yanmıyordu henüz. Gördüğüm kadarıyla yol kenarlarında duman çıkaran sanayi tesisleri de yoktu. O halde nereden kaynaklanıyor havadaki bu kirli duman? Havanın kokusu girmiyordu otobüsümüzün içine, o nedenle dumanın kaynağını tahmin etmeme yarayacak kokuyu da alamıyordum.
Velhasılı Yenice ovasında akşam olana, hilal bir ay kirli gökyüzünde cılız da olsa görünene kadar bu garip dumanın içinde yol aldık. Akşam olup etraf karanlığa büründüğünde duman da görünmez oldu. Otobüsün farlarının aydınlattığı yolda tül bir perdeyi yararak ilerliyorduk adeta.
İKLİM AKTİVİSTLERİ TABLOYA PATATES PÜRESİ ATTI
Akşam karanlığı ile birlikte etrafı da göremez hale gelince mecburen telefonu aldım elime.
Sosyal medyada iklim aktivistlerinin sanat eserlerine yönelik son günlerde yaptığı eylemlerle ilgili haberleri ve bunlara yönelik yorumları okudum.
İngiltere’de kendilerine Just Stop Oil’in (Petrolü Durdurun) adını veren grubun ardından Almanya’da da Letzte Generation (Son Nesil) adlı çevreci bir grup Postdam kentindeki bir müzede sergilenen Claude Monet’e ait Les Meules (Tahıl Yığını) adlı tabloya patates püresi atmıştı.
Bir iki gün önce de Londra’daki National Gallery’de sergilenen Vincent Van Gogh’un “Ayçiçekleri” tablosuna iki genç iklim değişikliğine dikkati çekmek amacıyla domates çorbası fırlatmış, ertesi gün grup üyesi yaşlı bir adam Londra’daki Küresel Isınma Politikası Vakfına ait binanın kapısını turuncuya boyamıştı.
İklim değişikliğine dikkat çekmeyi amaçlayan bu eylemlere gelen tepkiler farklı farklıydı. Medyanın haberi veriş biçiminden de kaynaklı olarak büyük bir çoğunluk sanat eserlerine yönelik bu ‘saldırı’ların kabul edilemez olduğunu düşünürken kimileri de bu eylemleri destekliyor, iklim değişikliğine karşı üç maymunu oynayan kapitalistlere karşı ses yükseltme amacını taşıyan eylemlerin bu anlamıyla dikkat çekmeyi başardığını dile getiriyorlardı.
EYLEMLER TABLOLARA HİÇBİR ZARAR VERMEDİ
Her şeyden önce özellikle tablolara çorba, püre fırlatan gençlerin eylemlerinin bu tablolara hiçbir zarar vermediğini söyleyelim. Çünkü bu tür değerli tablolar koruyucu bir camın ardında sergilenirler. Dolayısıyla üzerlerine atılan herhangi bir madde tablolara zarar vermez. Bu eylemleri yapanlar elbette bunu biliyorlardır. Gençlerin artık insanlığa ait birer kültür mirası olarak görülmesi gereken bu eserlere zarar vermek isteyebileceklerini hiç sanmıyorum.
İklim değişikliğine karşı yapılan bu tür bireysel eylemlerin bir çözüme evrilmesi elbette çok olası değil. Yine de, yıllardır Birleşmiş Milletler bünyesinde sürdürülen uluslararası çalışmalar sonucu üretilen raporlarla artık kuşku götürmez biçimde bilimsel bir olgu olduğu ortaya konan küresel ısınma gerçeği karşısında “ahh vahhh”tan öte bir adım atmayan kapitalistlerin ikiyüzlülüğünü de bir şekilde yüzlerine vurmak gerekiyor.
Tıpkı henüz çocuk yaşında başlattığı okul grevi ile iklim mücadelesinin simge ismi haline gelen İsveçli Greta Thunberg’in eylemleri, sözleri gibi... Greta’nın 2019 yılında New York’taki Birleşmiş Milletler (BM) zirvesinde yaptığı konuşma kapitalist dünyanın yüzüne vurulan bir tokat gibiydi;
“Ben burada dikiliyor olmamalıydım. Okyanusun öteki tarafındaki okuluma dönmüş olmalıydım. Yine de hepiniz benden umut bekliyorsunuz? Nasıl cüret edersiniz!” diye konuşmasına başlayan Thunberg şöyle devam etmişti: “Boş sözlerinizle benim hayallerimi ve çocukluğumu çaldınız. Ama buna rağmen şanslılardanım. İnsanlar acı çekiyor. İnsanlar ölüyor. Bütün ekosistem çöküyor. Kitlesel bir yok oluşun başlangıcındayız. Ve bütün konuştuğunuz para ve ekonomik büyüme masalları.
"NASIL CÜRET EDERSİNİZ?"
Görünen o ki kapitalizmin bir sistem olarak bizzat yol açtığı iklim değişikliğine karşı bir çözüm üretme şansı da yok niyeti de! “Büyü, hep büyü!” mantığı ile dönen kapitalist çarkta iklim değişikliğine yol açan politikaların terk edilmesi ancak bu politikaların yerine büyümeyi sürdürülebilir hale getiren yeni politikalar konabilirse mümkün olur. Karbon üreten teknolojiler ancak “Yeşil ekonomi, yenilenebilir enerji” sektörü desteklenip üretim ve tüketim buna göre ayarlandığında terk edilebilir. İyi de en iyimser öngörülere göre bile belki en az 40-50 yıl daha sürmesi beklenen bu değişime (Ki son veriler birçok kapitalist ülkenin karbon emisyonu düşürme, iklim değişikliği fonuna para aktarma gibi konularda ayak sürüdüğünü gösteriyor) karşı artık her geçen gün iklim değişikliğinin yıkıcı etkileri ile yüzleşen dünyadaki yaşam ne olacak? Kapitalizmin keyfinin yerine gelmesi beklenirse felaketlerin en büyükleri ile yüzleşmek zorunda kalacağımız kesin.
Bu yazdıklarım birer “kıyamet haberciliği”, “felaket tellallığı” olarak da algılanmasın lütfen. Bilimsel öngörülerin işaret ettiği gelecek bu! Bu geleceği değiştirmek için çaba harcanması, dünya üzerindeki canlı yaşamının geleceğinin kapitalizmden kurtulmakla mümkün olabileceğinin bilince çıkarılması ve odak noktasına bunu koyan bir iklim siyasetinin geliştirilmesi gerekiyor.
Son dönemde yapılan iklim değişikliğine dikkat çekmeyi amaçlayan eylemleri de böyle okumak gerektiğini düşünüyorum. Dünya üzerindeki yaşam kendi bindiği dalı kesmekten kendini alamayan ucube bir sistem nedeniyle toz duman içerisinde karanlık bir dehlize doğru yol alıyor. Karanlığı aydınlatmak için otobüs kaptanımızın yaptığı gibi trafikte kızdığı her şeyi yanındaki hayali kişiye anlatmaktan, elini kolunu anlamsızca sallamaktan ya da karnından konuşmaktan başka bir şeyler yapmak gerekiyor.
Karanlığa dikkat çeken, aydınlanmasına katkı koyan her mumun ışığı yaşamın sürdürülebilirliği için çok çok önemli. Mumları örgütlü bir şekilde çoğaltabilirsek, karnımızdan konuşmak yerine seslerimizi, itirazlarımızı birleştirerek dünyanın her yerinden duyulacak bir çığlığa çevirebilirsek ancak dünya üzerinde yaşanabilir bir gelecekten söz etmeye başlayabiliriz.
- “Yarın diye bir şey var” 27 Ocak 2025 04:26
- Geri çekilin, halk uyandı! 20 Ocak 2025 06:15
- Nilüfer Çayı’ndaki kirlilik Marmara’daki müsilajı da tetikliyor 13 Ocak 2025 04:25
- İklim değişikliği politikalarında Trump endişesi 06 Ocak 2025 04:46
- Kayıp bir yıldan yeni bir dünyaya... 30 Aralık 2024 06:42
- Çevre mücadelelerine karşı şirketlerin "kutsal kitabı" 23 Aralık 2024 04:34
- Kıbrıs’tan Şam’a bir siyasal İslam okuması 16 Aralık 2024 04:35
- Siyasette dip temizliği 09 Aralık 2024 04:09
- Bu toprağın sonu!.. 02 Aralık 2024 04:33
- Doğa ve Direniş Öykülerinden çıkıp geldiler 25 Kasım 2024 04:12
- COP29 toplantıları ya da "Bir şey yapılıyor tiyatrosu": Tam bir zaman kaybı 18 Kasım 2024 04:20
- Kaz Dağları kardeşliği... 11 Kasım 2024 04:44