Yüzüncü yılın eşiğinde, ‘Yaban’, ‘Ankara’ ve sonrası…

Fotoğraf: DHA
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun edebiyatı, 100. yılının eşiğinde olduğumuz Cumhuriyet’in modernleşme iddialarıyla birlikte belirli bir döneme kadarki ilişki ve çelişkilerinin izini sürmeye de izin verir. Yakup Kadri’nin sınırlarıyla, Cumhuriyet’in sınırları arasındaki paralellik de, kendisini bugünlere devreden çelişki ve özellikleri anlatır.
I. Dünya Savaşı yıllarından başlayarak Sakarya Meydan Muharebesi’ne kadar uzanan dönemi kapsayan ‘Yaban’, Yakup Kadri’nin kurgusal ustalığının öne çıktığı, aydın ile halk arasındaki yabancılığı sorguladığı romanıdır. Başkahramanı Ahmet Celal aracılığıyla Türk aydınının halka karşı sorumluğu, onu aydınlatmak ile ötekileştirmek içinde güçlü bir trajediyle birlikte anlatılır. Kemalizmin aydınlanma projesi içinde önemli bir yerde duran köy enstitülerine kaynaklık eden tezin temellerini Yaban’da bulabiliriz.
Yakup Kadri’nin Milli Mücadele döneminden başlayarak yirmi yıllık bir süreci kapsayan ‘Ankara’ adlı romanında ise, üç farklı dönem, romanın kahramanı Selma Hanım’a üç evlilik yaptırılarak anlatılır. Yazarın Türk modernleşmesine dair ütopyasını yansıtan ‘Ankara’, ‘Yaban’ ile kıyaslandığında kurgunun sınırları zorlanacak kadar didaktik özellikler de gösterir. Gerçi Yakup Kadri, Çernişevski’nin ‘Nasıl Yapmalı?’ adlı romanındaki gibi, zaman zaman araya girerek bize ‘Ey okur’ diye seslenmez ama Ankara Palas’taki balolarda ilk örnekleri sergilenen modern yaşam biçimleri ile dışarıda Cumhuriyet’in yoksullarının yaşam biçimi arasındaki gerilimden, romanın sonraki bölümlerinde izini sürdüğümüz Cumhuriyet ideallerinden uzaklaşarak yozlaşma emarelerine kadar bir dizi örnekte, belgesel kıvamında bir sorgulama eğilimi görürüz. Selma Hanım’ın daha sonra boşanacağı eşlerinden biri olan Binbaşı Hakkı Bey’in emekli olduktan sonra bir şirketin yöneticiliğine başlamasıyla içine girdiği burjuva hayat tarzı, Yakup Kadri’nin, cumhuriyet ütopyasına dair ‘kötü örnek’ olarak önümüze koyduğu ve ‘böyle olmamalı’ demeye getirdiği ilişki biçimlerine işaret eder.
Ele aldığı dönemlerin anlaşılması açısından kuşkusuz bir değer ifade etse de hem ‘Yaban’, hem de ideolojik yoğunluğu, simgesel göndermeleri daha fazla öne çıkan ‘Ankara’ romanı, Yakup Kadri’nin sınırlarını da ele verir.
Yazarın kurucularından olduğu Kadro dergisinin, Kemalizm’i bir ideoloji olarak inşa etme çabasıyla altını çizdiği ‘Sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitle’ söylemi, her toplum gibi sınıflardan oluşan Türkiye Cumhuriyeti’nin de temel çelişkilerini örtemez, erteleyemez.
Bu yazının sınırlarını aştığı için girmeyeceğimiz, sonraki döneme dair başarılı pek çok roman, öykü ya da film, bu temel çelişkilerle birlikte Cumhuriyet’i yansıtmıştır.
Cumhuriyet’in son yirmi yılına damgasını vuran iktidar açısından, ‘milli’ değerler bakımından Cumhuriyet’in ideallerini temsil etme iddiasıyla birlikte, Cumhuriyet’in laikliğe ilişkin özelliklerini ve Yakup Kadri’nin Ankara Palas’ında örneklediği yaşam biçimlerini ‘ayıklayarak’, muhafazakar bir harçla kendi vizyonunu inşa etme çabasını görüyoruz. ‘Ankara’ romanındaki Hakkı Beyler, Erdoğan’ın yeni vizyonunda da epey palazlanmış olarak varlar.
Geçtiğimiz hafta tutuklanan, gazetemizin de yazarlarından, TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı ve Kürt basınında görev yapan 9 meslektaşımız da ‘sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitle’ olmadığımızın, sadece son yirmi yılda değil, aslında hiçbir zaman olmadığımızın kanlı canlı örnekleri olarak karşımızda duruyor. Jamanak Gazetesi Başyazarı Yervant Odyan’ın, İstanbul’dan Der Zor’a sürgün ve geri dönüş hikayesini (1914-1919) anlattığı ‘Lanetli Yıllar’ da o yüzyılın içindeki utanç zamanlarını yansıtır.
Sonuç olarak, bütün dünyada olduğu gibi bizde de, cumhuriyete rengini, farklı sınıf ve toplumsal kesimlerinin mücadelesinin düzeyi veriyor.
İçinde yaşadığımız Cumhuriyet’in bugüne kadarki tarihi bize, askeri cuntalarla ya da cunta özlemleriyle demokratik bir cumhuriyetin asla inşa edilemeyeceğini gösterdi. Ama sadece onu değil, darbelerle mücadele adına öne sürülen siyasi söylemlerin aydınlık bir geleceğe yol açmak gibi doğrusal bir sonucu olamayacağını da gösterdi.
Demokratik bir cumhuriyet ancak, onu kurmaya muktedir olan güçlerce kurulabilir. Ama sadece genel bir demokratlık ideali ve söyleminin çok bir şey anlatmadığı, anlatamayacağı da biliniyor. Ancak işçi sınıfı ve emekçilerin iradesinin doğrudan yansıdığı bir cumhuriyet, bizi haramilerin saltanatından kurtarabilir.
Bu sınır, Yakup Kadri’nin de aşıldığı, aşılması gereken sınırdır aynı zamanda.
Evrensel'i Takip Et