07 Kasım 2022 03:15

Katar 2022’ye doğru: Satın alınan kupa -2

Doha'da stadyum inşaat alanı

Fotoğraf: RajeshUnuppaly-Wikimedia Commons (CC BY-SA 3.0)

Paylaş

İlk yazıda Katar’ın Hamed bin Halife es-Sani iktidarıyla birlikte ‘90’ların 2. yarısından itibaren kurduğu Al Jazeera (Batı standartlarında medya merkezi), El Udeyd (ABD’nin bölgesel çıkarlarına hizmet edecek güçlü bir askeri üs) ve Aspire Akademisi’nin (Ortadoğu, Afrika ve Asya’nın yoksul ülkelerinde doğan yetenekli sporcular için bir çekim merkezi) rastgele yatırımlardan öte Doha’nın etki alanını, popülaritesini, imajını ve jeopolitik gücünü yükseltmek üzere planlanmış birbirleriyle bağlantılı projeler olduğuna dikkati çekmiştik. Bu hamlenin spor ayağının zirvesinde Dünya Kupası’na katılmak vardı. Ancak bu, “doğal yollarla” başarılamayınca Aralık 2011’de Dünya Kupası ev sahipliği, rüşvetin de kullanıldığı yollarla “satın alındı.” Bu “zor kullanımı” Katar’ın o güne kadar çizmeye çalıştığı “yumuşak güç” gösterisinin gerektiğinde nasıl kabalaşabileceğinin kanıtıydı ve bununla sınırlı kalınmadı. Haziran 2013’te Şeyh Temim bin Hamed es-Sani babasının yerine koltuğa geçti. Aynı dönemde Suriye’de başlayan kriz, kısa sürede uluslararası bir vesayet savaşına dönüşürken Katar, sahadaki en hırslı oyunculardan biriydi. Doha’nın yalnızca 2 yıl içinde Suriye’de cihatçı grupların organizasyonuna harcadığı para, Financial Times’a göre 3 milyar doları buluyordu. 2013’te Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü, Katar’ın Suriye’ye en fazla silah gönderen ülke olduğu tespitini yapıyordu. Katar’ın buradaki faaliyetlerinin merkezinde Batı medyası, AKP medyası ya da Al Jazeera’nin klasik retoriği olan “ılımlı muhaliflerin hamiliği” değil silahlı cihatçı grupların hamiliği yer alıyordu. Bu destek, gayriresmi olarak el Kaide bağlantılı gruplardan IŞİD’e kadar uzanan bir ağı kapsıyordu.

Aynı yıllar Katar’ın “Dünya Kupası altyapısını inşa etme” hamlesini de barındırıyordu. Katar bu dönemde Dünya Kupası’na ev sahipliği yapacak 6 stadyumu sıfırdan inşa ederken 2 stadı ise neredeyse baştan yarattı. Bununla birlikte yollar, oteller, apartmanlar derken muazzam bir inşaat ekonomisi nüfusun %85’inden fazlasını oluşturan göçmen işçilerin emekleri üzerinde yükseldi. “Kafala” adı verilen, işçinin çalışma ve seyahat hürriyetini tamamen patronun insafına bırakan kölelik düzeni altında çalışan, çoğunluğu Güney Asya’dan gelen işçiler burada bir güç simgesi olarak sportif savurganlığın kalelerini, rezidanslarını inşa etti. 2010’dan bu yana en az 6.500 göçmen işçi Katar’da hayatını kaybetti.* Uluslararası sendika platformları, Katar’da yaşananlara dikkat çekene kadar FIFA için bu, bir gündem bile değildi. Hatta bu köşede sıkça değindiğimiz gibi Katar, “Daha az demokrasi daha iyi&sorunsuz Dünya Kupası” denklemini en üst düzey ağızlardan itiraf etmiş bir kurum olan FIFA’nın ideal çalışma ortağıydı. Turnuva yaklaştıkça Katar’daki işçi hakları ihlalleri, demokrasi sorunları, kadınların&LGBTİ’lerin burada yaşayacağı problemler daha sık gündeme gelir oldu hatta pek çok Batı Avrupa ülkesinden, takımlardan, liglerden, oyunculardan organize tepkiler gördük, boykot çağrıları yapıldı. Elbette bu tepkilerin hepsi anlamlı, önemli ayrıca dünyanın tüm politik sorunlarının futbol üzerinden, futbolun aktörleri tarafından çözülmesini beklemek de manasız. Ancak Katar 2022’ye dair bir “Batı Avrupa riyakarlığı”ndan bahsedeceksek bunun formülünü uluslararası güvenlik üzerine çalışan ABD’li akademisyen Max Abrams’ın şu vurgusunda bulabiliriz: “Eğer Suriye’de el Kaide destekli ‘isyancı’ları destekleyebiliyorsanız Dünya Kupası’nı da izleyebilirsiniz.”

Katar 2022, modern sporun işleyiş biçimine dair tüm marazları bünyesinde barındıran ve bunları şimdiden tüm dünyanın gözüne sokan bir organizasyon oldu. Buna yönelik tepkilerin, “vicdan rahatlatma”nın ötesinde bir şeylerin çözümüne vesile olması için emperyalist dünya düzeninin spor yönetimini hedef alması gerekiyor. Çünkü Katar, ‘90’lardan itibaren tüm adımlarını bu düzende güçlenmek için, bu düzenin kurallarına göre oynayarak attı. Bunu yaparken “sporla aklanma” tanımının 21. yüzyılda daha ciddi biçimde ele alınması gerektiğini ortaya koyan başat aktörlerden biri oldu. Haftaya Jules Boykoff’un bu kavram üzerine yeni yayımlanan akademik makalesini başka bir başlık altında inceleyerek devam edelim.

* Bu konuda en başından beri, The Guardian’ın da sorumlu olduğu ve sonradan düzelttiği bir yanlış aktarım var. Katar’da 2010’dan bu yana stat inşaatlarında 6.500 işçi ölmedi. 6.500, 2010’dan beri Katar’da herhangi bir sebepten dolayı ölen toplam göçmen işçi sayısı. Bu sayıya Filipinler ve Kenya gibi ülkelerden gelen işçiler dahil değil.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa