Kaç yüzyılın yinelenen dersi
Fotoğraf: Evrensel
Burjuvazinin tarihsel ilk başarısı kendini tüm toplumun temsilcisi gösterip proleter ve köylü kitlelerini de ardı sıra sürükleyerek egemen sınıf konumuna gelmesiydi. Sloganının “özgürlük, eşitlik ve kardeşlik” olduğunu ve “herkes için geçerli olacağı”nı ilan ettiği, politik mücadele ile ilgili hemen herkesçe bilinir.
O zamandan başlayarak mücadelenin seyrinde ve toplumsal sınıf güçlerinde temelli bir değişim oldu. Yeni devrimci sınıf proletarya, yeni egemen sömürücü sınıf burjuvaziye karşı mücadelenin başlıca ve temel gücüydü artık. İşçi sınıfının, kapitalist gelişmenin düzeyi tarafından belirlenen sosyal konumu, onun politik mücadelenin öznesi olarak hareket etme bilinciyle örgütlenip ileri atılmasıyla bağlı olarak toplumsal-tarihsel değişimde belirleyici temel etkenlerden biri haline geldi. Kapitalizmin ‘şah damarları’ işçi sınıfının elindeydi. Bu durumun farkına varan ise işçilerden önce kapitalistler oldular. Sömüren-sömürülen sınıf ilişkisinin bu modern biçiminde, burjuvazi için temel sorun artık ‘sopa ve havuç siyaseti’ ile işçilerin boyunduruk altında tutulmasıydı. Kapitalizmin geliştiği bütün ülkelerde -bu gelişmenin eşitsiz ve sıçramalı olması onun karakteristik özelliklerinden biridir- bir sınıf olarak burjuvazi açısından, sermaye grupları ve burjuva klikleri arası rekabet ve mücadele de dahil olmak üzere en önemli sorun, sömürülen sınıf ve ezilen toplum kesimlerini bu aynı konumda tutmanın araç, yol ve yöntemlerini üretip uygulamaya koymak oldu.
Her ne kadar sosyalizm yenilgiye uğratılmış, işçi ve komünist partileri güç kaybedip birçok ülkede tasfiye olmuş -ya da edilmiş- ve var olanlar ile işçi harekete arasındaki ilişki henüz bir devrimi somut olarak aktüel hale getirmekten uzak ise de tekelci sermaye ve burjuvazinin işçi ve emekçilere karşı bu temel politikası geçerli olmaya devam ediyor.
Birçok başka ülkede olduğu gibi Türkiye’de de devlet iktidarını elinde tutanlar ile ona burjuva cepheden muhalefet eden düzen partilerinin işçi-emekçi hareketi ve geliştiği kadarıyla da mücadelesi karşısındaki tutumlarına yön veren kapitalist çıkar, kapitalist çarkın işleyiş yasasıdır. İşçiler ve baskı altındaki toplumsal kesimler, kendilerini ezen bu çarkı tüm dişlileriyle kırıp atmasın diye, burjuva partilerinin her biri kendi bulunduğu platformdan palyatif iyileştirme vaatleriyle ‘durumu idare etmeye çalışıyor.’
Bahçeli’nin küfür kalabalığı söylemi, Kılıçdaroğlu’nun uluslararası sermaye gruplarına güvence verme anlamına da gelen arayışları, tek adam yönetiminin ülke ve halkı yıkıma sürükleyen politikalarını “başka çareniz yok” söylemiyle yeniden onaydan geçirme kurnazlığı, tümü birden emperyalist kapitalist sömürü çarkına gidip bağlanıyor. Bu kadarı açıktır ve burjuva parti fraksiyonlarından hiçbiri, mevcut ekonomik düzen ve işleyişe muhalif değil. Burjuva muhalefet, “siyasal kumanda merkezinde biz olursak sistemi daha adil, daha az baskıyla, yasal ve anayasal kurallara daha fazla bağlı kalarak işletiriz” demektedir. Mealen söyledikleri böyledir.
Ama işbaşındaki yönetim o denli büyük bir yıkıma yol açmıştır ki, işçi ve emekçilerin büyük çoğunluğu bataklıkta boğulmamak için bu kirli ipe tutunmayı bir çıkış yolu olarak görmektedir.
İktidarın himayesindeki araştırma şirketleri dahi yoksulluk sınırında yaşayanların toplumun %70’nden fazlası olduğunu açıklıyor. Üniversiteli olanları başta olmak üzere gençlerin %30’u işsiz. İşsizlik, çalışan işçilerin karşısına ‘yıldırıcı ve boyun eğdirici bir silah’ olarak çıkıyor ya da çıkarılıyor. Milyonlarca sığınmacı hem ucuz işgücü potansiyeli hem de politik rekabettin istismar malzemesidir. 17 milyon işçinin sadece 2 milyonu sendikalı ve sendikalı olmak isteyen işçinin karşısına patronlarla devletin silahlı polis gücü birlikte çıkıyor. Söz-basın ve örgütlenme özgürlüğü isteyenler iktidarın sopalı-silahlı güçlerinin saldırılarıyla yıldırılmaya çalışılıyor. Ulusal hak eşitliği talebi “terör” kapsamına alınmış durumda.
Bu ve daha da sıralanabilir onlarcasıyla şekillenen mevcut ekonomik sosyal ve politik durum, halk kitlelerini büyük ya da önemli bir çoğunluğuyla bu durumdan çıkış umuduyla yeniden sermaye partileri arasında tercihe yöneltiyor.
Oysa bu partilerin muhalif olanları dahi, örneğin TTB yönetimine yönelik saldırıya ve Prof. Fincancı’nın zindana kapatılmasına karşı meydanlara çıkıp “bu zorbalık da neyin nesi” bile demekten kaçınmaktadır. Tek adam yönetimi ve cephesinin siyasal şiddet, zor, baskı ve yasaklarına karşı, “seçimde bize oy verin bu durumdan kurtulalım” diyenler, iktidar cephesinin “en güçsüz olduğu”nu iddia ettikleri zamanda dahi örneğin istifa yöntemiyle seçimlerin gündeme gelmesini sağlama gibi bir tutum almadılar. Tek adam yönetimi emniyet, RTÜK, TÜİK, HSYK, Dinayet gibi kurumları da seferber ederek devlet yönetimini terk etmemek için her araç ve yönteme baş vuracağını ilan eder ve pratik örnekleriyle ‘göze sokar’ken, “demokratik seçimler” üzerine vaaz vermek, aldatı politikasına güç vermek demektir.
HDP’yi, “terör”le ilişkili gösterip kapatılması için yargıyı harekete geçirenlerin önceki seçimlerde başvurdukları taktiklerle Kürt kitleleri içinde yedeklenebilir bir güç oluşturmaya yöneldikleri apaçıkken, Erdoğan yönetimi Alevi kesimleri bölme ve yedeklenebilir olanlarını parayla satın alma manevralarına girişmişken, AKP-HDP “buluşması” üzerine kağıt açmayı politika sayanlar, bu yönetimine dolaylı olarak da olsa güç vermektedirler.
İşçi ve emekçiler, artmış ve yoğunlaşmış sorunlarının daha da ağırlaştığı bir dönemde bulunuyorlar. Uluslararası gelişmeler halk kitlelerinin aleyhine bir rotada yol alıyor. ABD, Rusya, Almanya, Çin, İngiltere başta olmak üzere çok sayıdaki ülkede tekelci sermayenin çıkarları doğrultusunda yeni yasal düzenlemeler yapıldı. Türkiye’yi yönetenler bu yolda çok daha hızlı. Burjuvazi ve devlet yönetimlerinin ağır ekonomik sosyal politikaları ve bunları uygulamak için kaçınamayacakları zora karşı güç birikimi ve mücadele araçlarını takviye giderek daha önemli hale geliyor. İşçi sınıfı, kent-kır yoksulları, Kürt-Türk-Arap, Alevi-Sünni ve diğer kesimlerden emekçilerin mevcut durumlarında basit iyileştirmeler için bile birleşik bir güç olarak hareket etmeleri gerekiyor. Seçimlere henüz resmi olarak 7 ay var ve “hele seçimler olsun bakalım ne gibi değişiklikler olur” düşüncesiyle hareket etmek büyük bir yanılgı olacaktır. Seçim sonuçlarının az çok yararlanılabilir bir ortamın oluşmasına hizmet etmesi için bile, mücadelenin kararlılıkla sürdürülmesi gerekir. Cumhuriyetin 99 yılının seçimleri, askeri darbeleri, “demokrasi”si, gericiliği ve reformlarıyla gösterdiği sonuçlardan biri de budur. Sömürülen ve ezilenler, kendilerini burjuvazinin egemenliği altında yaşamaya devam etmeye çağıran partiler arasında seçim yapmakla yetinemezler. Kendi işçi-emekçi cumhuriyetini kurmak, kendi devrimci demokrasilerini hayata geçirmek için güç ve bilinç birikimine ihtiyaç var.
- Kaosun geniş mezarlığı 12 Aralık 2024 05:20
- ‘Suriye pastası’ ve duvarların dışına bakmak! 05 Aralık 2024 06:50
- Değişim; nasıl ve hangi yönde? 28 Kasım 2024 06:45
- Kürtçe eğitim Türkiye’yi böler mi? 14 Kasım 2024 04:52
- Bahçeli’nin çağrısı Kürt gerçeğinin neresinde? 07 Kasım 2024 05:41
- Sorun yoksa, telaş niye? 31 Ekim 2024 06:54
- Çürümenin toplumsallığı ve çürüyeni yönetme politikası 24 Ekim 2024 12:47
- İktidarın ekonomi kriterleri 26 Eylül 2024 05:56
- Vicdansızlık! 19 Eylül 2024 05:15
- Derin ve lağımlı bataklık! 12 Eylül 2024 05:58
- Sağın gücü ve işçilerin ‘kör noktası’ 05 Eylül 2024 05:28
- Malazgirt, Bahçeli, HÜDA PAR vs. 29 Ağustos 2024 05:40