LGBT+ ve siyaset
Fotoğraf: Ali ÇARMAN/EVRENSEL
Hafta içinde Denizli’de Merkezefendi Belediye Meclisinde, ‘Şehit Yakınları ve Gaziler Birimi, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Birimi ve Sanat Eserleri Değerlendirme Komisyonu Yönetmeliği’ teklifi oy çokluğuyla reddedildi.
Sözcü’den Selami Aydın’ın haberine göre, Belediye Meclisinin MHP’li Üyesi Hasan Kurşuncu, yönetmelik önerisindeki ‘dezavantajlı gruplar’ kategorisinin örtülü bir biçimde LGBT+ bireyleri işaret ettiğini iddia ederek itirazını şu sözlerle ifade etti:
“Dezavantajlı gruplar tabirinin ucu çok açıktır. Nereye çekersen oraya gider. Eğer burada dezavantajlı gruplar denilirken LGBT’liler kastedilmişse aldatma olur. LGBT’li insanlar ruhen ve psikolojik açıdan hastadırlar. Bu sebeple bir cinsiyet türünü de oluşturmazlar. Bunları istismar ederek kullanmak yerine bunların tedavileri için çaba harcanmalıdır.”
Bu tartışmanın bir benzeri ekim ayı başında Esenyurt Belediye Meclisinde yaşanmıştı. Oysa Erdoğan yönetiminin önceki yıllarında ‘toplumsal cinsiyet eşitliği’ kavramı Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından defalarca kullanılmış, 2008-2013 yılları arasında ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı’ uygulanmıştı. Görünen o ki, toplumsal cinsiyet söyleminin sınır çizgileri, iktidarın güncel ihtiyacına göre değişiyor.
Cinsel yönelimin neden “Tedavisi gereken bir hastalık” olarak tanımlanamayacağı Selçuk Candansayar tarafından layıkıyla yazılmıştı. Burada LGBT+ bireylere yönelik dozu giderek artan sistemli saldırının siyasal anlamı üzerinde durmakta fayda var.
* * *
Yakın dönemde LGBT+ bireylere yönelik ayrımcılığa ilişkin pek çok örnek yaşandı: Onur yürüyüşleri yasaklandı. İstanbul Sözleşmesi’nin aile kurumuna zarar verdiği ve LGBT+ yönelimlere hizmet ettiği iddia edildi. Baroların LGBT+ varlığını meşrulaştırdığı söylenerek, baroların bölünmesi savunuldu. Boğaziçi Üniversitesine kayyum atanması sürecindeki tartışmalarda, LGBT+’ların kampüste dine hakaret ettiği iddia edildi.
Eylül ayı sonunda, Saraçhane Meydanı’nda “Büyük Aile Buluşması” adı altında LGBTİ+ karşıtı bir miting düzenlendi. Aile kurumunun saldırı altında olduğu iddia edilen mitingde, 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun hedef alındı. Onur Haftası Yürüyüşü’nü yasaklayan İstanbul Valiliğinin nefret suçu örnekleriyle dolu bu mitinge izin vermesi, devlet aklının konuya yaklaşımının en somut göstergesi oldu.
Mitingi düzenleyen Fikirde Birlik ve Mücadele Platformunun imza topladığı metnin başlığı, kutuplaştırıcı siyasetin genişletilmesinde LGBT+ kesiminin odak noktalarından biri yapılacağının kanıtı gibiydi: “Aileni ve neslini koru, sapkınlığa dur de.” Sapık kelimesini yumuşattığı düşünülen ‘sapkın’ın kullanılışındaki Türkçe bozukluğu yanında, miting çağrısının RTÜK korumasında “kamu spotu” ile yapılması da ülkenin ‘nefret tarihi’ne kaydedildi.
* * *
Siyasal iktidar, her türlü propaganda aracını kullanarak farklı cinsel yönelimlerin yabancı diziler ve fon kaynakları tarafından desteklendiği yönünde bir algı oluşturmaya çalışıyor. Üretilen nefret söylemiyle LGBT+ bireyler, Türkiye’ye yönelik Batı kumpasının bir uzantısı olarak yaftalanıyor. Bu söylem zaten son derece yüksek seyreden homofobik, transfobik şiddetin önünü açıyor. İktidarın yaklaşımının pek çok tehlike barındıran kutuplaştırıcı kapasitesi yanında, siyasal hedefleri de olduğu ortada.
Erdoğan, 2002 seçimleri öncesinde bir soruya verdiği yanıtta; “Eşcinsellerin de kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvence altına alınması şart. Zaman zaman bazı televizyon ekranlarında onların da muhatap oldukları muameleleri insani bulmuyoruz” demişti. Bu noktadan Merkezefendi Belediye Meclisi muhalefet sıralarına uzanan yolda, ‘küçük lokma’ olarak görülen LGBT+ kategorisi üzerinden bir siyasal manevra alanı açıldığını düşündürten pek çok neden mevcut. Rejimin güncel ihtiyaçlarına göre yaftalanan ve nefret söyleminin öznesi haline getirilen bu kesim üzerinden belli bir oy tabanı konsolide edilmek isteniyor.
Burada dikkat çeken bir diğer boyut, LGBT+ karşıtı söylemin bulaşıcılığı. Ayrımcılık LGBT+ kesimiyle sınırlı kalmıyor, LGBT+ karşıtı mitingi eleştiren sanatçıların konserlerinin yasaklanması örneğinde olduğu gibi nefret dilini paylaşmayanlara da yöneltiliyor. Dün resmi yazışmalarda kullanılan kategorik ayrımlar bugün gayrimilli ilan edilirken, iktidarın ‘biz’ tanımına uymayan tüm kesimlere “Bir gece ansızın gelebiliriz” deniyor. Bu yüzden LGBT+ kesimine destek olmak, bilim dışı yaftalamalara “dur” demek sadece toplumsal bir sorumluluk olmakla kalmıyor, bir siyasal görev olarak önümüzde duruyor.
* Selami Aydın. “Belediye meclisinde LGBT tartışması.” Sözcü. 7 Kasım 2022.
* Selçuk Candansayar. “LGBT özgürlüğü senin özgürlüğün.” Birgün. 19 Eylül 2022.
- Başarısız devletin yıkılışı mı, yeni bir felaketin başlangıcı mı? 15 Aralık 2024 04:03
- Suriye’deki gelişmeler ve çözüm sürecinin akıbeti 08 Aralık 2024 05:14
- Baskıların haritası bize ne söylüyor? 01 Aralık 2024 04:56
- 150. Yazı - Üçüncü Mektup 24 Kasım 2024 03:01
- Biber gazını 40 yaşından sonra tadanların muhalefetini zenginleştirmek 17 Kasım 2024 04:25
- Demokrasi karşıtlığının kitlesel tabanı 10 Kasım 2024 05:26
- Ahmet Özer'in tutuklanması ve Kolombiya barış sürecinden dersler 03 Kasım 2024 04:32
- Fethullah Gülen'den sonra... 27 Ekim 2024 04:02
- ‘Çözüm’ü küçük çıkarlar için heder etmek 20 Ekim 2024 04:47
- ‘İç cephe’ çağrılarını 10 Ekim 2015’te yitirdiklerimizin fotoğraflarına bakarak düşünmek 13 Ekim 2024 04:47
- İsrail devleti terörü neleri örtüyor? 06 Ekim 2024 04:32
- Sağda birlik arayışları ve Kürtler 29 Eylül 2024 04:45