Medya - siyaset ilişkileri hep güldürmez, ağlatır da…

Fotoğraf: Şerif Karataş/Evrensel
Haftalarca burada ve başka mecralarda sansür yasasını konuştuk. Yasa Meclis’te geçti, yürürlüğe girdi. İlk kurbanının İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun uyuşturucu ile mücadelesini eleştiren Kemal Kılıçdaroğlu olduğu yazıldı, konuşuldu. Değilmiş, bunu Dersim’de öğrendik.
Daha yasa yürürlüğe girmeden, Tunceli Emek gazetesinde yayınlanan bir haber nedeniyle, Tunceli İl Özel İdaresi suç duyurusunda bulunmuş. Haberi hatırlayalım; 12 Ekim’de “Tunceli’de Beş Adet Portatif Tuvalet için Resmi Açılış Töreni Düzenlendi” haberi ulusal yayın yapan mecralarda ve internet medyasında geniş yankı buldu, kaynağını o zaman kaç yayın gösterdi, bu kısım epey sorunlu. Ama suç duyurusunda bulunan elbette gözünün önündeki kaynağı biliyor. İl Özel İdare, “Gazetenin bu haberi üzerine bir kısım sosyal medya platformlarında bu çarpıtma haberlerin gerçekmiş gibi paylaşıldığını ve kurum aleyhine bir algı oluşturduğunu; şüphelilerin kuruma yönelik karalayıcı, asılsız istinatlar içeren yayın yaparak kamuoyu nezdinde kurumu ve kurumu temsilen şahsını itibarsızlaştırmaya çalıştıklarını; yapılan gerçeğe aykırı, kurumu ve kendisini küçük düşürücü bu haberden dolayı şüphelilerden şikayetçi olduğunu…” belirterek suç duyurusunda bulunurken, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı da diğer taraftan harekete geçip 9-16 Ekim Dezenformasyon Bülteni’nde “Program dahilinde, yaylalarda üreticilerin yaşamını kolaylaştıracak taşınabilir yaşam konteynerlerinin Tunceli Koyun Keçi Yetiştiricileri Birliğine teslimi de gerçekleştirilmiştir. Konteynerlerin teslimi sırasında çekilen görüntüler çarpıtılarak, “tuvalet açılışı” şeklinde servis edilmiştir” demişti.
Bu haberi yalanlarken “Prefabrik WC ve banyo yapım işi” yazısının okunmaması için özel çaba gösterilmiş, yani dezenformasyon yapılmıştı, ayrıntıları Faruk Bildirici yazmıştı. Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı, haberin yayınladığı tarihte Sansür Yasası’nın yürürlükte olmadığını hatırlatıp, haberin yayınlanmasında kamu yararı olduğunu belirterek Tunceli Emek Gazetesi’nin imtiyaz sahibi Hüsniye Karakoyun ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Mahmut Karakoyun hakkında takipsizlik kararı verdi. Başsavcılık ayrıca, kararda AİHM içtihatlarına referansla, gazetecilerin bir dereceye kadar abartma hakkına sahip olduklarını, haber içeriğindeki ifadelerin müştekinin onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmadığını, eleştiri niteliği taşıdığını belirtmiş. İşini olması gerektiği gibi yapan savcıların varlığına sevinir ve bu dönemde cesaretlerini takdir eder haldeyiz.
Demek ki haberde dezenformasyon yokmuş. Peki, İletişim Başkanlığı hata yaptığını kabul edip özür diledi mi? Şu ana kadar hayır. Dahası Türkiye Gazeteciler Sendikası CİMER aracılığıyla bilgi edinme hakkı kapsamında İletişim Başkanlığı’na Dezenformasyona Mücadele Merkezi’nin nasıl oluştuğunu, kimlerin görev aldığını ve bütçesini sormuş. Cevap; ‘biz oluşturduk, birilerini atadık, ayrı bir bütçesi yok…’tan ibaret, soruların bir kısmına cevap vermeye tenezzül bile edilmemiş. Girip siteye bakın dercesine bir de dezenformasyon bültenlerinin linkini yollamışlar sağ olsunlar. Dezenformasyon gibi uluslararası alanda çok tartışılan, mücadele yolları aranan bir kavramın içini boşaltmak da bu hükümete nasip oldu.
MEDYADA(N) AĞLAŞANLAR
Ne zamandır yazmak istiyorum fırsat olmadı. Hadi Özışık (Youtube kanalında) sahalara dönmüş, 25 Ekim’de Cem Küçük kendisine konuk olmuş. İlginç itiraf ve iç dökme sahnelerine tanık oluyorsunuz izlerken. Hadi Özışık, Peker’le telefon konuşması ifşaatından sonra neredeyse kaybolmuştu, 18 ay boyunca kendi cenahından kimse arayıp sormamış. Cem Küçük de aynı dertten mustaripmiş, hasta olduğunda bile muhalefetten daha fazla insan aramış. Artık tansiyonu düşürdüğünü söylüyor Küçük, geçmiş bazı sert eleştirilerinden biraz pişman, bir de diyor ki “Artık yaş geçiyor. Yeni düşman kazanıp mahkemelerde uğraşmanın âlemi yok… Muhalifler mahkemeye gidince 500 kişiyle gidiyor. Sen tek gidiyorsun avukatla, oturuyorsun orada, kimse aramaz, sormaz. Bu son olaylarda da gördük kimse oralı değil…” Bu muhabbetin sonu “düşersem bir tekme de benden olsun diyecek çok kişi var”a bağlanıyor. Ama her ikisi de bu zor zamanlarında arayan soran, kendilerine ‘iş’ veren medya patron ve yöneticilerine teşekkür ediyorlar. Artık yaş mıdır, tecrübe midir, değişen konjonktür müdür… Siz karar verin.
Medya sahipliği ve siyaset ilişkilerinin daha vahşice görünür olduğu bir başka sahne geçen hafta Fransa’da izlendi. C8 Kanalında “Touche pas à mon poste” adlı talk show’un sunucusu Cyril Hanouna, Çarşamba günü Fransa’ya demirleyen ve 234 mülteci taşıyan insani yardım gemisi Ocean Viking'in kaderinin tartışıldığı anlarda (bu arada ekranda seyirciler tarafından geminin kabul edilip edilmemesi gerektiği oylanıyor) konuklardan Boyun Eğmeyen Fransa (La France insoumise, LFI) Partisi Milletvekili Louis Boyard’ın konuyu kanalın (ve Canal + medya grubunun sahibi) Vincent Bolloré’ye getirmesiyle çılgına döndü. Bolloré’nin medyanın yanı sıra telekomünikasyondan, enerjiye, lojistiğe varan pek çok alanda yatırımı var. Fakat Boyard’ın adını anma sebebi, Bolloré’nin Afrika’daki yatırımları ve karıştığı suçlar. Fransız medyası 2009’dan beri Bolloré’nin “Kara İmparatorluğu”nu haberleştiriyor, o da sürekli dava açıyor. 2016’da France 2’ye “ticari itibarını zedelediği” gerekçesiyle 50 milyon Euro’luk dava açtı mesela, hem de ticaret mahkemesinde (benim ve Evrensel gazetesinin hali hazırda yargılanmakta olduğumuz davayı anımsattı). Kaybetti. Fransa’nın en prestijli haber sitelerinden Mediapart’a hakaret davası açtı, onu da kaybetti. 2018’de Fransız gazeteciler, gazetecilik örgütleri, basın üzerindeki baskıları ve kendi medyasındaki sansür uygulamaları nedeniyle Bolloré’yi kınayan bir imza metni yayınladılar. İşte Perşembe günü Boyard, yardım bekleyen mülteciler oylanırken bunları hatırlattı. Hanouna, bir dizi hakaretin yanı sıra ‘patron sana burada yazdırdı, ekmek yedin’ minvalinden girdi, ‘bizim sayemizde milletvekili oldun’dan çıktı. Sonunda Boyard programı terk etti. Ben mi yanlış hatırlıyorum Cem Küçük de Aydın Doğan’a “Artık selam durmalısın!”, Ahmet Hakan’a da “Artık bizim köpeğimizsin” diye yazmamış mıydı? Hanouna’yı Fransa’da yaş ve tecrübe mi olgunlaştıracak, yoksa izleyici ve düzenleyici kurumlar mı frenleyecek göreceğiz.
Haftanın son ağlayanı Trump. Ara seçimlerde beklenen kırmızı dalga gerçekleşmeyince faturayı kestiklerinden biri de medya. Ama öyle ezeli düşmanı CNN’i ya da New York Times’ı falan değil, onu başından beri destekleyen Fox News’i, “Ron DeSanctimonious” diye isim taktığı Ron DeSantis’i desteklemekle suçluyor. ‘Ron’u da ben yarattım, sizi de’ demeye getiriyor. Bir iddiaya göre Trump 15 Kasım’da adaylığını açıklayacakmış ama kalbi kırık. Eh tecrübeyle sabit, düşünce “bir tekme de benden olsun diyecek çok kişi var.”
Bu hafta iyi örnekler bizden (yeter ki isimlerini anmayı, haberlerine kaynak göstermeyi unutmayalım), rezaletler yurt dışından. Ne denilmiştir: Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!
Evrensel'i Takip Et