15 Kasım 2022 04:37

Terör girdabı ve çıkış yolu

İstiklal Caddesi'nde bombalı saldırının yaşandığı alana bırakılan çiçekler

Fotoğraf: AA

Paylaş

İstanbul Taksim’de 2’si çocuk, 6 sivilin yaşamını yitirdiği terör saldırısı, bir kez daha ülkenin nasıl bir tehditle yüz yüze olduğunu acı bir şekilde gösterdi. Yeni bir seçim sürecine girmişken gerçekleşen bu saldırı sonrasında “Türkiye’nin 2015’te olduğu gibi karanlık bir tünele sokulmak istendiği” yorumları yapılıyor. Bu yorumlar haksız değil, çünkü Mersin Mezitli’de yaşanan saldırıdan sonra iktidar, böylesi saldırıları muhalefeti suçlamak ve demokrasi güçleri üzerinde baskı kurmak için bir araç olarak kullanmaya çalışacağını gösterdi. O yüzden toplumun geniş kesimlerinde ülkenin tıpkı 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 seçimleri arasında olduğu gibi yeni bir terör ve kaos ortamına sokulacağı kaygısı oluşuyor.

Ancak gerçek şu ki, Türkiye yeni bir karanlık bir tünele sokulmuyor; 2015’ten bu yana o karanlık tünelin içinde bulunuyor. İçişleri Bakanı Soylu’ya bakılırsa iktidar yıllardır “terörle mücadelede başarı üstüne başarı” kazanıyor. Oysa ne saldırılar ve ne de terör tehdidi bitiyor. Çünkü dünyadaki bütün baskı rejimleri, kendilerini ancak terör ve şiddetle birlikte var edebiliyorlar. Biz de AKP’nin 400 milletvekili çıkarması ve tek adam iktidarının kurulması hedefinin açıklandığı 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana böylesi bir rejim gerçekliğini yaşıyoruz.

İktidarın medyadaki sözcülerinden Abdülkadir Selvi’nin saldırının hemen ardından işe koyulup IŞİD’in 2015’te gerçekleştirdiği katliamları, PKK eylemleri olarak göstermesi gerçek niyetini ortaya koyuyor. İktidar ve medyadaki sözcüleri, böylesi saldırılar üzerinden Kürt sorununun Meclis çatısı altında ve barışçıl-demokratik bir şekilde çözümünü savunan HDP’yi “terör uzantısı” ilan etmek ve muhalefeti de “terör destekçiliği” ile suçlamak için fırsat kolluyor. Oysa IŞİD’in 10 Ekim 2015 Ankara Katliamı’ndan sonra Dönemin Başbakanı Davutoğlu’nun “Oylarımızda yükseliş trendi var” açıklaması, bu saldırılardan en çok kimin medet umduğu sorusunun da yanıtını veriyordu.

Bırakın ülkeyi, iktidar bloku içindeki kliklerden birinin İçişleri Bakanı gibi davranan Soylu’nun saldırganın yakalanmasıyla ilgili yaptığı açıklamalar Mersin saldırısında olduğu gibi birçok soru işaretini beraberinde getiriyor. Saldırı engellenemiyor ama Suriye uyruklu olduğu açıklanan şüpheli hemen yakalanıyor, “PKK/PYD/YPG’nin özel istihbarat elemanı” olduğunu ve “Talimatı Kobanê’den alıp Afrin-İdlib üzerinden Türkiye’ye girdiğini” itiraf ediyor. Soylu aynı zamanda saldırganın yakalanmasaydı Yunanistan’a kaçırılacağını ve orada öldürüleceğini de söylüyor. Eğer saldırı PKK tarafından gerçekleştirildiyse neden ‘intihar eylemcisi’ kullanılması yerine saldırganın sonradan öldürülmesi yoluna gidildiği -ki, PKK’nin eylemlerinde rastlanılan bir durum değil- ve saldırganın eylemden hemen sonra öldürülmek yerine neden Yunanistan’a kaçırılıp orada öldürülmesi planı yapıldığı soruları da yanıtsız kalıyor.

Dahası Soylu’nun açıklamalarındaki PKK/PYD/YPG ilişkisi, Kobanê-Afrin vurgusu ve ABD-Yunanistan bağlantısı, sanki saldırı iktidarın politikalarını doğrulamak için yapılmış izlenimi yaratıyor. İktidar seçimler öncesinde Suriye Kürtlerine bir operasyon yapmak istiyor, ancak bu konuda ABD’den beklediği desteği alamıyor. Öte yandan Ege ve Akdeniz’de de Yunanistan ile gerilim yaşıyor. Bu nedenle saldırganın hangi örgütten olduğu, kimler tarafından ve niçin kullanıldığı sorularını ortadan kaldırmıyor.

Bir ülkenin İçişleri Bakanının yaptığı açıklamaların bu kadar soru işareti yaratması bile başlı başına bir sorundur. Bundan da önemlisi, Taksim’deki terör saldırısından sonra “Acaba hangi örgüt yaptı?​” diye bir soru sorabiliyorsak, bu durum ülkenin karanlık saldırı ve senaryolara ne kadar açık hale geldiğinin/getirildiğinin de göstergesidir. İktidar, bölgesel liderlik hevesiyle Suriye ve Ortadoğu’daki savaş girdabının içine sürüklediği ülkeyi Irak, Afganistan gibi terör saldırılarının eksik olmadığı bir bölge ülkesi haline getirdi.

Saldırıdan sonra iktidar cephesinden yapılan bütün açıklamalarda “Hesap sormak için” baskı ve şiddet politikalarına daha fazla sarılma mesajları veriliyor. Bu açıklamalar, iktidarın saldırıyı muhalefet üzerindeki baskıyı arttırma ve ülkeyi seçimlere olağanüstü koşullarda götürme hesabını görünür kılıyor. Oysa terör kendini en çok baskı ve şiddet ortamında var edebiliyor, çünkü terörün panzehri baskı ve şiddet değil; demokrasidir.

Bugün ülkeyi içine sokulduğu karanlık tünelden çıkarmanın yolu; iktidarın Ortadoğu’daki yayılmacı emellerinin ve bu temelde cihatçı çetelerle sürdürdüğü iş birliğinin sona erdirilmesinden ve Kürt sorununun şiddet sarmalından çıkarılıp demokratik-barışçıl çözümünden geçiyor. Bu yolun açılması için, iktidarın ülkeyi soktuğu bu karanlık tünelde kendilerini güvende hissetmeyen bütün halk güçlerinin demokrasi mücadelesini büyütmesi gerekiyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa