16 Kasım 2022 04:45

Sesimiz giderek kısılırken

İstiklal'de patlamanın yaşandığı yere karanfil bırakıldı.

Fotoğraf: AA

Paylaş

13 Kasım 2022 tarihinde Beyoğlu’da patlayan bomba Türkiye halklarına atılan bir bombaydı. Hayatlara kastetti ve altı kişiyi hayattan kopardı. Onlarcası da hastanelerde halen yaşam mücadelesi veriyor. O patlama görüntüleri, bizzat orada olmayan milyonların travmalarının tetiklenmesine de yol açtı. Yıllardır, ama en çok da 2015’ten bu yana yaşadığımız, bizi biz olmaktan çıkaran travmaların… 

İstanbul’un göbeğine bırakılan bu bomba aynı zamanda giderek kırıntısı kalan özgürlüklerimize bir saldırıydı. Özgürlüklere sadece baskıcı iktidarlar kastetmez, aynı zamanda bu tür politikalardan medet umanlar da kasteder. Bazen de birlikte kastederler.

Şu meşhur (!) internet yasasından beri birçoğumuzun kendini ve itirazlarını ifade edebildiği yegane yer olan sosyal medya zaten çoraklaşmıştı. Söz konusu yasanın ne anlama geldiğini geçtiğimiz pazar günü bombalı saldırı vesilesiyle bir kez daha somut olarak gördük. Görmek isteyen gördü tabii. Bütün dünyada saldırı endişe içinde haber yapılırken, Türkiye’de biz vatandaşların haber alma özgürlüğünün kırıntıları da bir “bant daraltmasıyla” elimizden kayıverdi. Yıllardır böyle bir özgürlüğümüz zaten pek yok da, alternatif ve sosyal medya sayesinde sahip olduğumuz az miktardaki özgürlüğümüz de rafa kaldırılıverdi. Yasa çıkarken bunun böyle olacağını zaten biliyorduk, ancak yine de mücadelesini hakkıyla veremedik. Siyasal muhalefetin de o sıralar çok daha önemli işleri vardı malum.

Sonuç? Patlamayla ilgili sağlıklı bilgi alamadık, TV kanallarının ana haber bültenleri birer karikatüre döndü. “Bundan fazlasını haber yapamayız zira haber yasağı getirildi” minvalinde cümleler havalarda uçuştu. Haberlerin özeti, “yassak kardeşim yassak” demekten öteye gidemedi. Haber bültenlerinin bu trajikomik hali aynı zamanda bizim halimizin aynası idi. Yıllar sonra bu dönemin medyasını analiz edenler, dönemin koşullarını görüp halimize pek üzülecekler. İktidarın sosyal medya erişimini kısıtlaması ile sadece olaya ilişkin haber alma özgürlüğümüz kısıtlanmadı, çevrim içi toplantılar iptal oldu, sevdikleri ile internet ağları üzerinden konuşup görüşenlerin bağlantısı koptu, her türlü iletişim aksadı. Kimi VPN ile erişim sağladı, kimi bunu bile sağlayamadı.

Her yasak bir yasağı delme yöntemini de beraberinde getiriyor, ancak bu herkes için geçerli değil. İktidarlar bu yolla kitleyi/kolektifi küçültüp itirazları minimize edebiliyorlar. İran örneği bize sosyal ağ özgürlüğünün iktidarın iki dudağı arasında olduğunu alenen gösterdi, göstermeye de devam ediyor. İran’daki protestocular bu kısıtlamalara ve yasaklara rağmen eylemlerini haftalardır sürdürüyorlar. Ancak kim bu yasak ve kısıtlamaların, eylemlerin yüksek bedelinin eylemlere katılım üzerinde etkisi olmadığını söyleyebilir ki? Türkiye’de sosyal medya yasaklarının ve soruşturmalarının sosyal medya muhalefetini darmadağın etmediğini söyleyebilir miyiz mesela?

David Chavalarias geçtiğimiz günlerde Libération gazetesinde kaleme aldığı yazısında sosyal medyada ifade özgürlüğünün sadece bir mit olduğunu ifade etmişti (14 Kasım 2022). Suudi Arabistan, İran, Rusya, Türkiye gibi ülkelerde çok sayıda insanın attıkları bir tweet yüzünden hapse atılmaları, Elon Musk’un Twitter’ı satın alması ile yaşanan gelişmeler, İran’da Mahsi Amini’nin öldürülmesinin ardından başlayan protestolar çerçevesinde yaşananlar, Türkiye’de 13 Kasım’da -ve öncesinde- maruz kaldıklarımız, vs. hepsi bunu açıkça ortaya koymuyor mu zaten? Özellikle bazı ülkelerde, SOSYAL MEDYADA DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ SADECE BİR YANILSAMADIR. Umarım bir gün bu yanılsamadan kurtulup düşünce özgürlüğü için gerçek bir mücadele yürütmeyi başarabiliriz…

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa