Biden-Şi görüşmesi; dünya nereye evriliyor?

Fotoğraf: DHA
Biden ve Şi’nin G20 Zirvesi dolayısıyla Endonezya’daki yüzyüze görüşmesi sonrası diplomasi diliyle yapılan ilk açıklamalar, riyakâr gülücüklerin ardına konan tehdit koşulları hakkında bilgilendirici olabilecek bazı unsurları birkez daha açığa çıkardı. Aslında konuşulan konu başlıkları da, karşılıklı tehditlerin sınırları da görüşme öncesinde tahmin edilebilir durumdaydı. Sonuçta dünya kapitalizminin iki en büyük gücünün ilk elden yöneticileri yüzyüze gelmişken, daha önce karşılıklı olarak ilan ettikleri ticari, ekonomik, teknolojik ve hatta nükleer uzay savaşları konulu tehditlerini hangi sınıra dek vardırabilecekleri konusunda birbirlerini “yoklayacaklar”dı!
Açıklamaları, Biden’in tehditkâr, Şi’nin kendinden ve gücünden emin, yumuşak huylu ve fakat alaysı bir söylemle görüşme öncesi ilan edilen konumlarında ısrarlı olduklarının göstergesidir. Hint Pasifik bölgesindeki girişimlerini daha geniş bir sahaya yaymaya çalışan ABD, Çin’i dünya ticareti, bölgedeki ve uluslararası alandaki etkisini güçlendirme politikaları ve özel olarak da Tayvan sorunu gerekçeli “sınırlama”ya çalışırken, Çin yönetimi, “yavaş ol, karşında eski Çin yok, tedarik zinciri aracıyla ve büyük ucuz işgücümüze güvenerek teknolojik alan dahil her alanda ilerlemeye devam edeceğiz, ama seninle savaşma gibi bir niyetimiz de yok. Bize saldırmadığın ve Tayvan’ı koparıp almaya yönelmediğin sürece biz de sana saldırmayız” demeye getirmiştir.
Ancak sorunlar bu iki büyük güç temsilcisinin dışa yönelik açıklamalarında yer alanlarla sınırlı değildir. Barış üzerine sözler riyakârlıktan ibarettir. Gerçek şu ki, dünya kapitalizmi yeni çatışmalar ve belki de daha geniş alanları kapsayacak daha yıkıcı savaşlar için malzeme üretmeye devam ediyor. Kuşkusuz dünya kapitalizminin bu iki en büyük gücünün ilişkileri uluslararası güç ilişkilerindeki değişimin de en önemli faktörleri arasındadır ve bu ilişkilerde belirgin biçimde değişim söz konusudur. ABD, 80 yıla yakın süredir kapitalist-emperyalist sistemin askeri-ekonomik en büyük gücü olarak uluslararası pazarda ‘racon kesiyor!’ Bu uzun süre içinde kapitalist pazardaki rolü ve diğer emperyalist ülkelerle ilişkileri, tekelci emperyalist rekabet dolayısıyla belirli sarsıntılar geçirmesine rağmen Japonya ve Almanya gibi iki büyüğü başta olmak üzere sistemin gelişmiş ülkelerinden kaynağın akış yönünü kendine çevirmeyi başardı. Komünizmin yayılmasını önleme gerekçeli olarak Sovyetler Birliği’ne karşı askeri stratejisi kapsamında Batı Avrupa ülkelerinin NATO şemsiyesi altına yerleşerek Pentagon’un belirli özerkliği olan alt askeri birlikleri konumuna getirebildi. S.B.nin dağılması ABD’nin etki alanlarını genişletme olanağını artırdı. ABD ve NATO, Rusya’yı kuşatma girişimlerini artırdı. Bu politika Rusya’nın kendi etki alanlarını genişletme politikalarına daha fazla yönelmesinin ve Ukrayna’ya saldırmasının etkeni oldu. Çatışma alanlarına yenileri eklendi.
Hemen tüm büyük güçler nükleer savaş hazırlığını ilan ettiler. Toplamında 2 trilyon doları son birkaç on yılda askeri-nükleer ve diğer silah sanayine yatıran ABD, teknolojik ve nükleer saldırı silahları için yüz milyarlarca Avro ayıran Almanya, Fransa ve diğer batılı ülkeler, savaş nedeniyle Batılı düşmanlarının izledikleri yıkıcı politikalar nedeniyle büyük sıkıntılarla yüz yüze olan ekonomisini silah sanayine hız vererek canlandırmaya çalışan Rusya, kendi çıkarları öncelikli olarak ve fakat sonuçta hepsi “soğuk” değil “sıcak savaş”a malzeme biriktiriyorlar.
Çin ise, Amerikan emperyalist stratejisinde “geleceğin en büyük tehdit gücü” olarak işaret edilen ilk sıradaki rakibidir. CKP yönetiminde, “kapitalist gelişme yoluyla sosyalizmin maddi dayanaklarını geliştirme” iddiasıyla yürüdüğü kapitalist yolda hızla büyümüş ve dünya pazarları üzerine emperyalist paylaşımda iddia sahibi başlıca en güçlü ülkelerinden biri haline gelmiştir. Büyük nüfus gücüyle dünya kapitalizminin ucuz işgücü deposu rolünü üstlenmiş ve komünist maskeli kapitalist yönetiminin ticari-ekonomik, mali ve askeri faaliyet alanını genişletme politikalarıyla ABD’nin kapitalist dünyadaki en büyük rakibi düzeyine yükselmiştir.
Bu demektir ki dünya ne 1970’li ne1989-90’lı ne de 2000’inli yılların ilk dönemindeki koşullarda bulunuyor. Bugünün dünyası ekonomilerin askerileştirilmesi ve askeri politikalarda yoğunlaşma bakımından belki ve belirli kayıtlarla 1930’lu yılların dünyasına benzetilebilir. Önemli en büyük fark, önceki hiçbir dönemde olmadık ölçekte teknolojik gelişme nedeniyle kapitalist uluslararasılaşmanın kaydettiği ilerlemedir. Zincirin halkasına dönüşmeyen iktisadi alan ve toprak parçasının neredeyse kalmadığı; bir dönemler pazarın bir kısmının kapitalist sömürü alanı dışına çıkmasına yol açan sosyalizmin inşa edilmekte olduğu alanların da yeniden pazara dahil edildiği bir dünyadır bugünkü dünya.
Günümüz dünyasının bir diğer en önemli olgusu, kapitalist ekonomi kaynaklı sorunların denebilir ki tüm ülkelerde önceki on yıllarla kıyaslanamayacak düzeyde daha yoğun ve ağırlaşmış biçimde görünür hale gelmesidir. Enflasyon ve hayat pahalılığı tüm kapitalist ülkeler halklarının başlıca sorunu durumundadır. İşsiz sayısında, yoksulluk ve açlık sınırlarında yaşayan nüfustaki artış katlanmıştır. Dünyanın en gelişmiş ilk dört ülkesinden biri olan Almanya’da son 70 yılın en yüksek enflasyon oranı söz konusudur. Başlıca büyük emperyalist güçlerin ve bulundukları bölgelerde bölge gücü iddiasıyla komşularına karşı saldırgan ve fetihçi politikalar izleyen bölge ülkelerinin yayılmacı politikalarıyla bağlı olarak göç olgusu, tarihin ikinci dünya savaşı dönemi dışındaki en büyük nüfus hareketleri biçimiyle sorun oluşturucu hale gelmiştir. Türkiye ve bazı Batı Avrupa ülkeleri, Suriye, Irak, Afganistan, Libya gibi ülkelere yönelik emperyalist saldırı ve işgal politikalarının sonucu olarak yığınlar halinde göçlerin yöneldiği ülkeler olmakla aynı zamanda iç kargaşa ve çatışmaların potansiyel alanları durumundadırlar. Yüksek işsizlik ve hayat pahalılığı sığınmacı ve mültecilerle açıklanarak şovenist faşist ve paramiliter güçler daha fazla yandaş bulabilmektedirler.
Bu aktüel dünyada sınıfsal çıkarları ve sömürüden kurtuluşu kapitalizm karşıtlığında olan işçi sınıfının sancılı ve büyük bedeller pahasına koparıp aldığı kazanımları da hemen tüm ülkelerde çok büyük oranda tasfiye edilmiş durumdadır. Her ne kadar buna rıza göstermiyor ve çeşitli ülkelerde farklı düzeylerdeki mücadelesiyle durumunda değişim yaratmaya çalışıyorsada proletaryanın örgütlü siyasal ve sendikal gücüyle ve toplumun ezilen diğer eksimlerini de yanına çekerek burjuva iktidarlarını püskürtmesi de halihazırda somut bir tehdit oluşturmuyor.
Bu böyleyse ama, işçi sınıfı ve emekçilerin; onların sendikal ve siyasal örgütlerinin sermayeden bağımsız, kapitalist burjuva fraksiyonları-partilerinin politikalarına kanmaksızın kendi mevzilerini güçlendirmeleri çok daha büyük önem kazanmış demektir. Saldırıların, provokasyon ve baskıların hareket alanlarını daha çok daraltmaya yol aldığı çok açıkken sömürülen ve ezilen sınıf ve kesimlerin buurjuva iktidarlarına veya onların burjuva muhaliflerine güven duyma lüksü olamaz. Ya da olmamalıdır. Türkiye gibi ülkelerin nesnel koşullarıyla ve yüzyüze olduğu sorunların ağırlığı ve çeşitliliğiyle faşist ve provokatif terörist saldırılara başka birçok ülkeden daha fazla açık olması, işçi ve emekçileri ve özellikle de ileri kesimlerini daha fazla sorunla yüzyüze getiriyor. Sorunların ve tehditlerin büyüklüğü karşısındaki en önemli çözücü güç ise yığınsal destekli örgütlü mücadele birikimi olacaktır.
Evrensel'i Takip Et