19 Kasım 2022

Taksim bombacısının söylemedikleri

Fotoğraf: Muhammed Gencebay Gür/AA

Bombacıyla ilgili başta İçişleri Bakanlığı olmak üzere yetkililerin hazır-yapım açıklamaları, havuz medyasının dezenformasyonu, Ahlam Albashir’in ifadeleri durumu içinden çıkılması zor bir kördüğüme çevirdi. Hangi bilginin doğru, hangisinin kasıtlı olduğunu anlamak için toplum Suriye haritası üzerinde strateji okuyan yorumcular gibi iz takip ediyor. ‘Bombacı kadın Kürt’e benzemiyor’dan başlayarak fizyonomiyi ayıklayarak işe başlayanlar oldu.

PYD, Demokratik Suriye Güçleri ve PKK’nin eylemi üstlenmemesinden, HDP’nin açıkça kınamasından sonra bu saldırıyı Kürt cenahına yıkmanın imkanı zaten kalmadı. Tam bu esnada PYD’li Salih Müslim’in ÖSO’ya ve içindeki Sultan Murat Tugaylarına işaret etmesi; sonra Hamza Tugaylarının adının geçmesi Elbashir’in, ifadesinde Kobanê-Afrin yoluyla değil İdlib-Hatay yoluyla Türkiye’ye geldiğini ve üstelik bir yıldır burada olduğunu söylemesi resmi maniplasyonu sarstıkça sarstı.  

Toplumun Voltaire’in Zardig’i gibi iz takip ederek çözmeye çalıştığı Taksim bombalamasının kriminal hikayesindeki karmaşa Türkiye’nin Suriye ile ilişkisinin seyrinden bağımsız değil. Bombacıyı İdlib’den Taksim’e getiren bir siyasi süreç var. ‘Esat Özbekistan’a gelse görüşürüm’ diyen Erdoğan zaten el altından, istihbarat teşkilatları aracılığıyla yapıldığı bilinen görüşmelerin legalleşeceğine sanki çok sıradan bir şeyden bahsediyormuş gibi işaret etmişti. Bu keskin U dönüşü Suriye’deki bazı odaklar için gerilimle beslenen bir statükonun sarsılması demek. Ama Türkiye iktidarı için her zamanki gibi ihtimal ve fırsatların! Kobanê’ye yönelik bir operasyon için uzun zamandır zemin yoklayan bir iktidarın bakanı olarak, olayları böyle bir siyasi-askeri hedefe göre eğip bükmek gibi bir reflekse sahip olması beklenen bir şey.

Ama Suriye’de sınırları kanla çevrili yaşam alanlarını savaşın ve neoliberalizmin gediklerinde oluşturmaya çalışan sayısız silahlı örgüt var. Bazıları, özellikle kuzeyde olanlar, kayıt dışı ekonomik faaliyetlerle halkın iliğini sömürüp Suriye’nin canına okumaya devam ediyor. ÖSO gibi karma bir örgütün yanı sıra birçoğu kaçakçılık faaliyeti, kayıtsız ticaret, ganimet birikimi, komisyonculuk ve taşeronluk konusunda bir hayli uzmanlaştı. Herkesin birbirini taşere ettiği Suriye bu silahlı çetelerin rekabetçi el birliğiyle bir bataklığa dönüştürülmüş durumda.

Ağustos ayında Cerablus ve Azez’de Türkiye’nin oradaki ‘eserleri’ne ve TSK’nin araçlarına saldıran ÖSO grupları ‘isyan’ çıkarmışlardı. Türkiye’nin Hamza Tugaylarına operasyon yaptığı haberleri var. Türkiye ile bu gruplar arasındaki gerilimli ilişkinin bununla kalmadığını tahmin etmek zor değil. Rusya ve ABD ile her görüşmeden, masa süreçlerinin her evresinde, İdlib’in nasıl boşaltılacağı her gündeme geldiğinde bölgede zaten tansiyon yükseliyor.

Türkiye’nin yeni bir vilayetiymiş gibi davrandığı Afrin’deki hükmü de dünya düzeni içinde kayıt dışı. ABD ve Rusya her ikisi de Suriye’de çerçevesini kendilerinin belirlediği bir düzen istiyorlar, Türkiye’nin payına düşen oradaki taşeronluk sürecini tamamlayıp geri çekilmesi. Türkiye ise orada kalış koşullarını zorluyor. Bu kalış biçimi legalleşirse vaktiyle Kuvayimilliye diye lanse edilen ÖSO’yu elden çıkarabilir zaten.

Ama değişim o kadar kolay değil. Bir meramı anlatmanın tek yolunun terörle rehin alma taktiği olduğu bir coğrafyadayız. Diplomasinin silahlı manifesto anlamına geldiği bu yerde güç ve ateş konuşuyor. Mesaj bombaya iliştiriliyor. Türkiye tabii yıllardır ateşle oynuyor.

Bu arada Kemal Kılıçdaroğlu Kilis’te yaptığı açıklamayla Suriye’nin geleceğine ilişkin önerdikleriyle son derece naif bir tablo çizdi. İktidara gelir gelmez ilk yapacağımız iş Esat’la görüşmek ve diplomatik temsilcilikleri açmak dedi. Peki sonra? ‘Bu ülkenin kalkınması için AB fonlarını kaynak alarak kendi müteahhitlerimize inşaatları yaptırmak, altyapıya ilişkin düzenlemeleri oluşturmak.’ Dahası var. Kılıçdaroğlu şöyle bir tablo çiziyor: Sanayicilerimizin açtığı fabrikalarda çalışan, evlerini okullarını Türklerin yaptığı Suriyeliler memleketlerine dönmüşler, mutlu mesut yaşıyorlar!

Türkiye burjuvazisinin Suriye için eski tutkusu bu, yıkılmasına katkıda bulunduğu coğrafyayı abad ederek para kazanmak. Kılıçdaroğlu’nun üslubu iktidarın Vandalizminden ayrılıyor olsa da son tahlilde çözüm aynı. Devletin Afrin ruhu devam ediyor. Erdoğan iktidarı da dünyaya burada inşaat yapmak istediğini, Suriye’nin kalkınmasını üstlenmek istediğini ilan etmişti. Bunun için kimseden izin beklemeden müteahhitleri ve memurları bir gece ansızın gönderdi. Nasıl olsa Soylu’nun dediği gibi yasa arkadan gelir! Fiili durum legalleşir. Kılıçdaroğlu’nun önerisinin tek farkı, kibar İsviçreliler için söylendiği gibi işgal edeceği trene bilet alarak binmek…

Peki silahlı çeteler serbest piyasanın görünmeyen eliyle terbiye edilebilecek mi. Cihatçıdan bir bordro mahkumu, zeytin tüccarı, bizim beşli çetenin alt müteahhidi, biriktirdikleri ganimetlerden sermaye birikimi çıkarırsak, bir de bunlara siyasal parti kurdurursak…

Problem çok karışık. Yeni Osmanlıcılık hayalinin yerine yepyeni Osmanlıcılık geliyor galiba. Böyle mi?

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Kamu işçisi hedefte

Kamu işçisi hedefte

Ücretleri baskılayan Erdoğan-Şimşek programının yeni hedefi toplu sözleşme sürecine giren 600 bin kamu işçisi. Sendikal bürokrasi eliyle işçiden kaçırılan sözleşme taslağı, iktidar medyasına sızdırıldı. “Taleplerimizi karşılamıyor” diyen işçiler öfkeli. Ekonomide, iç ve dış politikada sıkışan Saray iktidarı, toplumu yönetebilmek için yasaklara, gözaltılara ve tutuklamalarla sarılıyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et