21 Kasım 2022

Ankara Garı'ndan İstiklal'e uzanan hat ve sorular...

Fotoğraf: Murat Şengül/AA

“Görülüyor ki birileri Türkiye’de bir ‘kokteyl terörü’ diyorum ben buna hepsini karıştırarak, bir işe kalkışıyor.”

Ankara Garı önünde 10 Ekim 2015 günü gerçekleştirilmek istenen barış mitingi öncesindeki canlı bomba saldırısının 103 kişiyi aramızdan almasından sonra, dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu böyle demişti.  

Bu, Davutoğlu’nun ‘stratejik derinlik’ teorisi ile yol verdiği dış politikanın Suriye sahasındaki müttefiki durumundaki örgütleri doğrudan suçlamamak için kullandığı bir ifadeydi özünde. Davutoğlu, daha önce IŞİD’in Türkiye’de kitlesel katliamlarla sonuçlanan bombalı saldırılar gerçekleştirdiğini bilmesine rağmen bu ifadeleri kullanabildi.

Aradan yedi yıl geçtikten sonra İstiklal Caddesi’nde altı kişinin ölümü ve 81 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan saldırının hemen ardından İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, PKK ve PYD’yi işaret etti. Bombayı koyan kişinin istihbarat eğitimi aldığı ve Afrin’den Türkiye’ye giriş yaptığı iddiası günlerce iktidar basının manşetlerinden inmedi. Sızdırma ve yönlendirmeye dayalı bilgilerden oluşan manşetler muhalefeti dövmek ve köşeye sıkıştırmak için kullanıldı.

Mersin saldırısının ardından Soylu’nun faili ‘CHP’nin gazetecisi’ olarak gösteren açıklamasının, günlerce iktidar medyası tarafından muhalefeti kriminalize etmek için kullanıldığı ve kısa bir süre sonra sözü edilen kişinin bir video ile bu iddiaları yalanladığı gerçeğine rağmen aynı tutumda ısrar edildi.

İktidar, Suriye politikası ile bağlantılı örgütlerin fail olma ihtimallerini daha baştan kabullenmek istemediğini dünya aleme ilan eden bir refleks gösteriyor. Davutoğlu’nun 10 Ekim’de yaptığını, bugün Soylu daha militan ve ajitatif bir tonla yapıyor.

Ancak bombayı bırakan Ahlam Albashir, savcılık ifadesinde “Elledim çantayı içindeki yumuşak bir şeydi, üstte cips falan vardı. Altında yumuşak bir şey vardı. Uyuşturucu sandım. Bıraktım” dedi.  Altı kardeş olduklarını ve üçünün Suriye’deki savaşta öldüğünü söyledi. Peki kendisine nasıl öldükleri, bir örgütün üyesi olup olmadıkları soruldu mu? Soruldu ise ne yanıt alındı? Sorulmadı ise neden sorulmadı? ‘Uyuşturucu sandım’ sözünden hareketle, daha önce de uyuşturucu kuryeliği yapıp yapmadığı ve bu ilişkiler içinde kimleri tanıdığı soruldu mu? Tüm bunları belki daha sonra öğreneceğiz.

Ayrıca Sözcü’den Fırat Fıstık’ın haberinden, bu saldırı ile ilgili olarak tutuklananlardan Ahmad Haj Hasan’ın savunmasında, “Ben asla PKK’yı tutmuyorum. Benim ağabeyim Suriye Özgür Ordusu’nda şehit edilmiştir.” dediğini öğrendik.

Ahlam Albashir de, Türkiye’ye gelmeden önce İdlib’den hareket ettiklerini anlatmıştı. Ajanslara İstiklal saldırısının olduğu gün düşen bir haber Soylu’nun briket evlerin teslim töreni için İdlib’de olduğunu bildiriyordu.

Şimdi sorular eşliğinde düşünmeye devam edelim.

Türkiye’de sıradan bir yurttaşın normal bir Suriyeli göçmen ile IŞİD ya da ÖSO bağlantılı birini ayırt etmesi beklenemez. Aynı şekilde, Türkiye istihbaratının, Türkiye’deki IŞİD, ÖSO ya da başka bir örgüte mensup olanların bilgisine sahip olmaması da düşünülemez.

İktidar, Suriye politikasına dair ajandası içinde İdlib’e özel bir yer veriyor. Ancak İdlib deyince akla gelen örgüt olan, eskiden el Kaide’ye bağlı olan Nusra Cephesi militanlarının kurduğu cihatçı Heyet Tahrir el-Şam’ın (HTŞ) Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerinden ve bu ilişkilerin devamı olarak Şam ile diyaloğa açık mesajlar vermesinden rahatsız olduğu sır değil. Ayrıca ÖSO, HTŞ ve Suriye sahasındaki bir dizi örgüt arasındaki rant ve etki savaşları da biliniyor. Bu örgütler, uyuşturucu dahil bir dizi kirli ilişkiyle de gündem oldu.

Ve eğer İstiklal saldırısı bu örgütlerden biri tarafından gerçekleştirildi ise ne amaçlandı? Yok eğer bu örgütlerden biri kullanılarak gerçekleştirildi ise bu kullanma ilişkisinin arkasında hangi güçler var ve ne amaçladılar? Türkiye kritik bir seçime giderken akla bin türlü ihtimal geliyor.

İstiklal saldırısından 12 gün önce, 1 Kasım’da Şişli’de biri kadın iki kişinin içinde bulunduğu otomobil silahlı saldırıya uğramıştı. Otomobilin önünü keserek durduran saldırganlar direksiyonda bulunan Muhammet Tek’i öldürdükten sonra araçta bulunan kadını yanlarına alarak uzaklaşmıştı. Ardından Muhammet Tek’in 2017 ve 2019 yıllarında IŞİD’in İstanbul yapılanmasına yönelik düzenlenen iki ayrı operasyonda örgüt üyeliği ve yardım yataklıktan gözaltına alındığı, katil zanlısı Emrullah K’nin ise yine IŞİD üyesi olmaktan ve örgüte finans sağlamaktan arama kararı bulunduğu ortaya çıktı.

Çok fazla şaşırılmadı. Suriye’de öldürülen askerler Fetih Şahin ve Sefer Taş’ın yakılması için fetva verdiği iddia edilen IŞİD kadısı Jamal Abdul Rahman Alwi’nin tutuksuz yargılandığı ve Antep’te kuşçuluk yaptığı geçtiğimiz yıl İsmail Saymaz’ın haberiyle gündeme geldiğinde biraz şaşırılmıştı ama ona da alışıldı.

Daha sonra devam etmek üzere, şimdilik başladığımız yere dönerek bağlayalım. 10 Ekim’de katledilenlerin ailelerinin ve avukatlarının ısrarlarına rağmen, kamu görevlilerinin yargılanması engellendi. Şimdi İstiklal saldırısına dair dosyanın aynı engelle karşılaşmayacağını kim söyleyebilir?

EVRENSEL'İNMANŞETİ

101 milyarlık gasp

101 milyarlık gasp

Enflasyonla mücadele adı altında uygulanan Erdoğan-Şimşek programı, enflasyonu düşürmüyor ama ücret ve maaşları acımasızca ezmeye devam ediyor. DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı. “Enflasyonun nedeni ücret zamları” yalanının foyası da açığa çıktı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı.

Evrensel'i Takip Et