Bozulmayan ezber; "terör ve harekât"!
Fotoğraf: Murat Kula/AA
Beklenmeyen bir durum muydu, çok net olarak söylenebilir ki hayır! “Tek adam yönetimi”nin kuvvet politikası izlemeye devam edeceğini gösterir veriler azalmak şöyle dursun artmaktaydı. İçeride ve uluslararası alanda güç yitimine işaret eden gelişmeler karşısında kullanışlı en önemli “silah”ın milliyetçiliğin ve İslamcılığın istismarı olduğunu da Türk devlet politikasının uzun on yılları yeteri kanıtlarıyla göstermişti. Birden fazla ulus ve ulusal toplulukların yaşadığı Türkiye’de bu istismarcı politika, devletin sınıfsal kimlik etiketine yazılıdır. İhtiyaç oranında öne çıkarılmış ya da bir miktar yedekte tutulmuş; Erdoğan yönetimi döneminde karşı karşıya kalınan zorlukları aşmak üzere çok daha belirgin biçimde öne çıkarılmış ve kullanılmıştır.
Batılı emperyalistlerin “ılımlı İslam yönetimleri aracıyla bölgeyi yönetme” stratejisine bağlanan Erdoğan yönetimi altında Türkiye, bu stratejinin doğurduğu sonuçlarla daha dolaysız yüz yüze geldi. Son on yıllarda ülke sınırları dışına yapılan hava ve kara harekâtlarının hemen tümünün, bölge üzerine hakimiyet kavgasının en büyük güçleri olan ABD ve Rusya’nın kısmi ve şartlı “olur”larıyla gerçekleştirildiğini iktidarı-muhalefetiyle tüm burjuva partileri ve kurumlarının yöneticileriyle çanakçı yazar-yorumcuları da kabul ederler. Bu büyük güçlerin ve İran, S. Arabistan, İsrail ve Mısır gibi bölgenin etkili diğer güçlerinin Türkiye’nin kendi hesabına bölgede fetih alanları oluşturması ve IŞİD, Heyet Tahrir el-Şam ya da ÖSO türü terör ordularını kullanarak etki alanları oluşturması politikasına, kendilerinin çıkarlarıyla karşıtlık gösterdiğinde sınır çizmeye koyuldukları da biliniyor.
Irak’ın ve Suriye’nin devlet sınırları içindeki bölgelere çok sayıda askeri harekât yapıldı ve her seferinde “terör tehdidi nedeniyle bu harekâtların meşru olduğu” ileri sürüldü. İşçi ve emekçilerin ekonomik taleplerine karşı “Bir mermi kaça mal oluyor, biliyor musun” söylemine baş vurulurken her seferinde on milyarlarca, belki de yüz milyarlarca lira bombalamalara harcandı. Şimdi bir kez daha, Taksim’deki terör saldırısı gerekçe gösterilerek savaş uçaklarının bombardıman başarılarıyla “yerli ve milli” galeyana başvuruluyor. 103 kişinin ölümüne, yüzlerce kişinin yaralanmasına yol açan Ankara Gar Katliamı'nı gerçekleştirenlerin ayak izlerinden yürünerek yapıldığına dair güçlü ipuçları bulunan Taksim saldırısını Kürt örgütlerinin hanesine yazma ezberi, “altılı masa”daki parti yöneticilerinden “siyaset bilimci”, “güvenlik uzmanı” etiketli istihbarat elemanlarına dek geniş bir çevreyi bu “milli his” etrafında seferber ederken, sopa ve dipçiğin altına sürüklenen yine halk kitleleri oluyor!
Bu tür askeri politikaların ve askeri harekâtların neden gündeme geldikleri, hangi iç ve uluslararası politikaların ürünü oldukları, bunları “ihtiyaç haline getiren koşullar”ın nasıl ortadan kalkacağı ve bunun için ne yapılması gerektiği üzerine düşünme ve sermaye iktidarıyla burjuva partilerinin önlerine koydukları “hazır yanıtları” sorgulama gücü göstermedikleri sürece de bu tür ya da benzeri oldubittilerin ceremesini çekecek olanlar çünkü yine onlar olacaklar.
Son olmayacağı bugünden belli olan harekât “Türkiye’ye karşı terör eylemlerine başvurdukları” gerekçesiyle PKK-PYD gibi Kürt örgütlerine karşı yapılıyor. Bu örgütlerin kendi varoluşlarını ve eylemlerini Kürt sorunu üzerinden açıklayıp gerekçelendirdikleri gizli saklı değil. Bu durumda sorun oluşturan kaynağın ne olduğuna bakılması aklın gereğidir. Adına terör densin ya da denmesin, teröre başvursun ya da vurmasın istenmeyen bir durumu, sonucu ve de ‘faili’ doğuran kaynak var olmaya devam ettikçe çok çeşitli sonuçların ortaya çıkması önlenemez.
Kürt sorunu; Kürtlerin ulusal eşit haklara sahip olma istemine uygun düşen bir çözüm bulunarak ancak aşılabilir. Aşılması ise Türkiye’de herkesten önce tüm milliyetlerden işçi sınıfının yararına olacaktır. Bu sorunun çözümsüz kalışından yararlananlar çünkü emperyalistlerle iş birlikçi burjuva yönetimleridir. Son on yıllarda yaşananlar bunu çok daha net, çok daha çarpıcı şekilde açığa çıkardı.
Tek adam yönetimi ister “çözüm süreci” adına giriştiği manevralarla isterse sık sık başvurduğu “pençe”ci harekâtlarla olsun bu istismarı sürdürdü. Şimdi, işçi ve emekçilerin çok hızlı biçimde yoksullaştıkları ve pahalılıkla boğuşma halinde yaşamaya zorlandıkları bir dönemde gelişen tepkileri bir kez daha bastırmanın aracı olarak aynı silaha başvuruluyor.
İzlenen ekonomi politika, emekçilerin yaşamını daha da çekilmez hale getirmektedir. Buna karşı tepki birikimi giderek artmaktadır. 7 ay sonra bir seçim söz konusudur. “Gitmek için işbaşına gelmediklerini” söyleyenler, gitmemek için başvurmadık araç, yol ve yöntem olmadığını bugüne kadarki pratikleriyle gösterdiler. Seçim rüşvetleri, çeşitli politik manevralar ve askeri harekâtlar bu çizginin gerekleri arasındadır.
Bu durumda içinde tutuldukları koşullarla ve dolayısıyla da kendileriyle hesaplaşarak bir çıkış yolu bulması gerekenler işçi-emekçi halk kitleleriyle sendikal politik örgütleridir. Ya başları üzerinden izlenmekte olan kahredici politikalara daha etkin tarzda ve birleşik bir güç halinde itiraz edecek ya da uyum gösterip sırtlarına yüklenen yükleri çekmeye devam edecekler.
- Kaosun geniş mezarlığı 12 Aralık 2024 05:20
- ‘Suriye pastası’ ve duvarların dışına bakmak! 05 Aralık 2024 06:50
- Değişim; nasıl ve hangi yönde? 28 Kasım 2024 06:45
- Kürtçe eğitim Türkiye’yi böler mi? 14 Kasım 2024 04:52
- Bahçeli’nin çağrısı Kürt gerçeğinin neresinde? 07 Kasım 2024 05:41
- Sorun yoksa, telaş niye? 31 Ekim 2024 06:54
- Çürümenin toplumsallığı ve çürüyeni yönetme politikası 24 Ekim 2024 12:47
- İktidarın ekonomi kriterleri 26 Eylül 2024 05:56
- Vicdansızlık! 19 Eylül 2024 05:15
- Derin ve lağımlı bataklık! 12 Eylül 2024 05:58
- Sağın gücü ve işçilerin ‘kör noktası’ 05 Eylül 2024 05:28
- Malazgirt, Bahçeli, HÜDA PAR vs. 29 Ağustos 2024 05:40