26 Kasım 2022 04:12

Kayıkçı kavgası

Fotoğraf: Volkan Furuncu/AA

Paylaş

Hemen her gün gazetelerde ve TV ekranlarında muhalefet ve iktidar partisi temsilcilerinin bazen akıl almaz, hatta parlamento çatısına yakışmaz ifade ve tavırlarla birbirleriyle söz düellosuna girdiklerine tanık olmaktayız. Bu neyin kavgası diye baktığımızda, meselenin önümüzdeki yılın bütçe tasarısının görüşülmesi esnasında yapılan bir ağız dalaşı olduğunu anlıyoruz. Mesele şu ki, iktidar partisi ya da iktidar koalisyonu bir sonraki yılın yürüyüş planının mali cetveli olan bütçe tasarısını muhalefete kabul ettirmeye çalışır. Muhalefet ise her dönem iktidarın getirdiği tasarıya karşı çıkma görüntüsü altında, bütçe tasarısı ile fazla ilgili olmayan konulara da saparak, iktidarı şiddetle eleştirir ve parlamentodaki oylamada kesinlikle aleyhte oy kullanır.

Türkiye’de geçmişte şöyle bir olay yaşanmıştır. Genel seçime gidildiği bir dönemde bir muhalefet partisi adayı bir toplantıda parlamentoda görüşülmekte olan bütçe tasarısını eleştirmiş idi. Kaderin cilvesine bakın ki, o kişi seçimlerde milletvekili olarak Meclise girdi ve bakan oldu. Meclise bütçe tasarısını hazırlamada görev alan bu kişi, toplantıda yerdiği tasarıyı bu kez iktidar partisi mensubu olarak Meclise sundu ve aynı tasarı yasalaşarak yürürlüğe girdi. Bu örnekle şunu söylemek istiyorum ki, bütçe salt bir siyasi belge, hükümetler de her şeye kadir otorite olarak görülmemelidir. Zira bütçe, toplumsal çatışmanın başat ajanı olan sermaye yandaşı hükümet eliyle emekçi ve ezilen halklar aleyhine yapılmış ve Mecliste onanarak meşruiyet kazandırılmış bir yasal belgedir. Bu yasal görüntü, devletin tüm organlarıyla uygulanarak her aşamada sermaye lehine sonuç doğururken, emek ve halk kesimleri ezilmiş olmaktadır. Eğer bütçenin niteliği, toplumsal çelişki ve çatışmaların sermaye lehine bastırılmasına meşruiyet kazandırıcı hukuksal belge olarak görülüyorsa, bütçe tasarısı üzerindeki mücadelenin toplumsal mücadelenin taraftarlarını temsil eden siyasi temsilciler marifetiyle yürütülmesi gerekir. Ama öyle olmamaktadır!

Peki, Meclis yapısına ve partilerin tüzük ve stratejilerine baktığımızda ezeli ve ebedi çatışmayı çözecek ya da hiç değilse hafifletecek bir tavır görebiliyor muyuz, çatışma taraflarının Mecliste temsil edildiklerine tanık oluyor muyuz? Siyasi partilerin hal ve hareketlerinde böyle bir tavır göremiyoruz, göremeyiz de. Bunun bir sebebi, kapitalist devletlerin sermaye kesimine bağlı ve muhtaç olmasıdır, zira sermaye kesimi iş yaşamını hareketlendirilip, ulusal gelirin büyütülmesi ve devlete vergi geliri sağlamasında ana etmendir. Üretici kesim emektir, fakat ona iş olanağı sağlayan ve üretimden aslan payını alan sermayedir. İşin püf noktası da tam burasıdır. Şöyle ki, sermaye emeğe iş verirken, yaratılan değerden ücret çıkıldıktan sonra arta kalan bölümü kâr olarak kasasına aktarır. Ne var ki aslan payını alan sermaye vergilerde de aslan payına katlanmamaktadır. Emekçinin cebine girmeden, hem de asgari ücret üzerinden kesilen vergi, büyük kazanç sahiplerinden yaklaşık bir yıllık bir gecikme ile tahsil edilir. Bu aşamalarda beyannamenin doğruluğu, idarenin beyannameleri denetim oranı da ayrı bir muammadır. Hadi bunları geçelim, bazı kazançlara sağlanan ve maliye yazımında “vergi harcaması” olarak bilinen vergi avantajları da işintuzu-biberidir. Siyasi otoriteyi etki altına alabilen büyük şirketler sağladıkları yüklü kazançlardan yasalarda belirlenen oranda vergi ödemeyip, siyaset üzerinde oluşturdukları baskılarla vergi avantajları kopararak toplumun sömürüsü üzerinden kârlarına kâr katarlar.

Daha da ileri gidelim. Çok yüksek vergi borçlarının ödenmemesi ve ödenmeyen borç üzerine faiz yükü gelmesi durumunda “tahkim” kurumunun uygulanması da sermaye lehine ve emek aleyhine tanınmış bir yasa hükmüdür. Peki, böylesi akla mantığa uymayan hüküm nasıl oluyor da yasa görünümüne büründürülebiliyor? Daha sayılacak bir dizi sermaye lehine ve emekçiler ve halk aleyhine hükümlerin yasalaştırıldığı bütçe ve sair yasalar Meclisten geçerken yapılan tartışmaların niteliğine baktığımızda siyasi iktidarların toplumun hangi kesimimin yanında olduğunu çok net olarak anlarız. Şöyle ki, söz konusu konuların bazılarının, cılız da olsa, tartışmalarda gündeme geldiği, fakat doğal olarak etkili bir sonuç elde edilemediği görülür. Yapılan tartışma ve mücadelelerden etkili bir sonuç alınmamasının sebebi, karşı çıkılan durumun ekonomik sistemin ve işleyişin dayattığı sonuç olmasıdır. Hal böyle olunca, karşı çıkılması gereken meselenin sistemin dayattığı sonuç olmayıp, bizzat sistemin kendisinin olması gerektiği açıktır.

Meseleye biraz daha genel bakarsak, bütçe büyüklüğünün dar ve orta gelirli vatandaşlar için birinci derece önemi haiz olduğu görülür. Bütçe büyüklüğü, dar ve orta gelir grupları için zaruri sosyal hizmetlerle ilgilidir. Çünkü bütçenin savunma ve idare gibi kamunun vazgeçilemez harcama kalemleri dışında kalan bölümü sosyal nitelikli kamusal hizmetler için yapılan harcamalardan oluşur. Bu durumda, savunma ve idare gibi kısılamayacak harcamalar dışında kalan bölümün büyüklüğü dar ve orta gelirli halk için önemli olur, çünkü bu bölüm sosyal nitelikli kamu hizmetleri ile ilgilidir. Diğer bir deyişle, bütçe hacminin büyüklüğü ile dar ve orta gelirli vatandaşlara sunulan hizmetlerin nicelikleri ve nitelikleri arasında yakın bir ilgi vardır. Ne hazindir ki, IMF emirleri doğrultusunda bütçenin küçültülmesi gündemdedir ve bütçe görüşmelerinde bu yaşamsal konuya pek değinilmemektedir.

Kapitalist parlamento sisteminde kapitalist sistemin uygulama araçlarına değil de bizzat sisteme karşı çıkış olası mıdır? Hayır, değildir! Çünkü parlamento da bizzat sistemin çok başat bir üstyapı organıdır. Hal böyle olunca devlet ve onun altında örgütlenen seçilmiş hükümetlerin sınıfsal niteliği sisteme bağlı olmaktadır. Bu durum iktidar partisi için olduğu kadar muhalefet için de geçerlidir. İktidar ve muhalefet sınıfsal niteliği ile benzeştiği için bütçe tasarısı görüşmelerinde sermaye başatlığı ya da emek üzerindeki sömürü gibi çok temel konular gündeme gelmemekte, hatta sermayeye tanınan olağanüstü ayrıcalıklar da eleştirilerde konu olmamaktadır. Gruplar arasındaki tartışmalar, devlet aygıtının sanal büyüklüğü karşısında sistemin somut gücüne mağlup olarak, basit bir kayıkçı kavgasından öteye gidememektedir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa