Savaş politikalarına yanıtın yolu
Fotoğraf: Elif Öztürk Özgönce/AA
Taksim’de gerçekleştirilen bombalı saldırının ardından hızla yaygınlaştırılan savaş söylemini Irak ve Suriye’nin kuzeyine yönelik hava harekatı takip etti. Kara harekatı da en yetkili ağızdan dillendiriliyor.
Erdoğan rejiminin medya ayağında savaşın siyasal gerekçeleri tartışıldı. Kara harekatıyla Taksim saldırısına ilişkin ‘resmi açıklama’nın çöken yönlerini örtme arzusu vurgulandı. ABD’den ve Suriye hava sahasını kontrol eden Rusya’dan alınması zorunlu olan onayın alınıp alınmadığı üzerinde duruldu. Bu ülkelerle yürütülen pazarlığın olası içerik ve sonuçlarına ilişkin fikir yürütüldü.
İktidar, iç siyasete yön vermek amacıyla düzenli bir biçimde bölgemizdeki istikrarsızlıklardan yararlanıyor. Güç odağı ülkelerden onay alamadığı durumlarda dahi yapay bir savaş gündemi yaratarak iç siyaseti ihtiyacı olan yönde etkilemeye gayret ediyor. ‘Milliyetçi hamaset’in siyasal atmosferimizde ciddi bir karşılığı var. Buna kolluk kuvvetlerinin uyguladığı orantısız güç ve çökertilmiş hukuk yapısının sınırlayıcı etkisi eklendiğinde, savaş karşıtı muhalefet siyasal çözümleme yapmanın sınırlarını aşamıyor. Bu durum savaştan güç derleyen iktidar yönelimini durdurmayı başaramadığı gibi, geride ‘altılı masa’nın da iktidar ile hizalanmaktan rahatsız olmadığı bir ortam bırakıyor.
* * *
Her siyasal manevra bir tarihsel süreklilik algısı içerisinde gündeme getiriliyor. Yeni savaşlar, eskileri üzerinden gerekçelendiriliyor. Taksim’de gerçekleştirilen saldırıdan hava harekatına, hava harekatından kara harekatı olasılığına uzanan söylem-eylem zinciri de bir ‘tarih anlatısı’ üzerine kuruldu/kuruluyor. Bilindiği gibi tarih yazımı geçmişe ilişkin bilgi aktarımı olmanın ötesinde, içinden geçilen zamanın dinamiklerinin yansıtıldığı bir süreç. Türkiye’nin Kürt meselesi gibi tartışmalı ve çatışmalı bir konuda ve baskıcı bir rejimin egemenliği altında sunulan ‘resmi anlatı’nın içeriği, devlet aklının güncel ihtiyaçları üzerinden şekillendiği gibi, tarihsel bir bütünlük de arz ediyor. ‘Kadim öteki’ni, günümüzün “düşman”ıyla ilişkilendiren bu yaklaşım, ‘öteki’nin hızla ve şiddetle bertaraf edilmesi fikrini de bir ‘zorunluluk’ olarak zihinlere yerleştirmeye çalışıyor.
“Tek gerçek” olarak sunulan resmi anlatının sürekli bir biçimde tazelenmesi, işlevinin yüksek kalması açısından hayati bir öneme sahip. Bu tazeleme sürecinde en önemli görevi teslim alınmış ‘akademi’ üstleniyor. Arşiv kaynaklarının kilit altında tutulması ve farklı perspektiflerin akademik araştırmalara girişinin engellenmesiyle tarihçinin, sosyal bilimcinin ‘alternatif anlatı’ya katkısının yolu kapatılıyor. Biraz cesur davranan araştırmacılar atama yükselme kriterlerinin boğucu cenderesinde işlevsizleştiriliyor, “vatan haini” olarak yaftalanıyor, direnmeye devam ederse üniversiteden uzaklaştırılıyor.
* * *
Resmi müdahale ile çerçevesi çizilen ve iletişim mekanizmalarınca yaygınlaştırılan tarih algısına verilecek bütünlüklü yanıtın yolu sabır ve yaratıcı zekadan geçiyor. Bu yanıtın ideolojik ve politik yorumlar yanında savaşın sosyal boyutlarına ve yakından çekilmiş insanlık dramı fotoğraflarına dayandırılması sadece gerekli değil, eldeki imkanlar dâhilinde zorunlu da. ‘Yukarıdan aşağıya’ doğru yapılan değerlendirmeler, ‘tabandan yukarıya’ detaylarla desteklenmeli. Komutanlar, kahramanlar ve milli menfaatler üzerinden üretilen anlatıya karşı, savaş alanında yaşanan trajedi ve emekçilerin yoksulluğu pahasına yapılan israfa ve çevre tahribatına odaklanılmalı. Savaşın yarattığı dramın somut fotoğraflarının, yıkımın detaylı bilgisinin kitlelerin erişimine sunulması kritik öneme sahip. ‘Savaş hali’ hamasetiyle egemen kılınmak istenen ‘duygusuzluk’ haline karşı halkların kardeşliğini vurgulamaktan da bir an bile vazgeçilmemesi gerekiyor.
Halkın ekmeğini bölen, demokrasiyi ortadan kaldıran ve gündelik hayatı çekilmez kılan savaş yanlısı eğilime karşı duranlar hiç de az değil. Bu mücadelede savaş politikalarının insan üzerindeki negatif etkilerine ışık tutan fotoğraflar, bu politikalara karşı yürütülecek mücadele dinamiklerini de görünür kılacaktır. “Savaşın kaçınılmazlığı” söylemi ve “savaş kültürü”nün yıkıcı dinamikleri karşısında savaş siyasetinin ‘unutulmuş kurbanları’nı gün ışığına çıkaran bir dil kurulması, başta “Pençe-Kılıç” isimlendirmesi olmak üzere “tek doğru” olarak kabul edilen yaklaşımların sorgulanması gerekiyor.
Her fırsatta cesaretle sorulması gereken soru; “Terör nedir, asıl terörist kimdir?” olmaya devam ediyor.
- Adı konulmamış süreci izlerken... 12 Ocak 2025 04:19
- 2025’te erdem, dayanışma ve örgütlülük biriktirmek 29 Aralık 2024 05:11
- Gündem dayatmasına karşı siyaset 22 Aralık 2024 04:40
- Başarısız devletin yıkılışı mı, yeni bir felaketin başlangıcı mı? 15 Aralık 2024 04:03
- Suriye’deki gelişmeler ve çözüm sürecinin akıbeti 08 Aralık 2024 05:14
- Baskıların haritası bize ne söylüyor? 01 Aralık 2024 04:56
- 150. Yazı - Üçüncü Mektup 24 Kasım 2024 03:01
- Biber gazını 40 yaşından sonra tadanların muhalefetini zenginleştirmek 17 Kasım 2024 04:25
- Demokrasi karşıtlığının kitlesel tabanı 10 Kasım 2024 05:26
- Ahmet Özer'in tutuklanması ve Kolombiya barış sürecinden dersler 03 Kasım 2024 04:32
- Fethullah Gülen'den sonra... 27 Ekim 2024 04:02
- ‘Çözüm’ü küçük çıkarlar için heder etmek 20 Ekim 2024 04:47