2. Hapishane Günlükleri - 5

10 Kasım 2022 Saat: 09.51
Sincan Cezaevi

Hapishane günlüklerine devam… Kütüphanede görevli “tek” kişi izne çıktığı için geçen hafta sonundan beri her gün verdiğim kitap talepli dilekçeler yanıtsız. Elimdeki kütüphaneden aldığım 5+1 kitabın tümünü bitirip, avukatlarımın getirdiği kitaplarımın da sonuna geldiğimden, daha önce okuduğum S. Haffer’in “Bir Alman’ın Hikayesi”ni yeniden okuyacağım. İlk hafta “Yüksek Topuklar” ile başladığım tekrar okuma deneyimi bir kez daha karşıma çıktı. Tıp Fakülteleri eğitimi de dahil, bir okuduğumu tekrar okuyamama alışkanlığımı sınayan bir durumla karşı karşıyayım. Biraz erken yaşta okuduğum bazı kitapları yeniden okuma girişimlerim hep başarısızlıkla sonuçlanmış, kendime kızmakla yetinmiştim. Belki bu bir davranış değişikliği edinmenin zamanı geldiğini gösteriyor. Örneğin Dostoyevski’ye haksızlık olarak düşündüğüm davranışı aşıp, ilk okulu bitirdiğim yıl okuduğum, beni neredeyse bir yıl boyunca içime kapanmaya iten “Budala” yeniden okunabilir. Okumaya başladığımdan beri büyük bir açlık ve merakla her yayımlanan kitabı okuma güdüsünde yaşadığım başarısızlık hissinden kurtulup, sükunete kavuşurum.

Bu hafta başında Türkiye’nin dört bir yanındaki hapishanelerden her birinde onlarca selam olan onlarca faks aldım. Gelen mektuplara zarfım olmadığından hâlâ yanıt gönderememenin ağırlığı üzerimdeyken, faks denen yöntemi kullanmayı neden akıl edemediğimi düşünüp kendime kızdım. Elbette hapishanelere kurulu bir hat bu ama hapishanelerden mektup da gelmişti. Hemen başlayıp her birine fakslarla umudumu, direncimi taşıyan sözcüklerle dayanışmamı ilettim. Dün bu onlarca faksı sabah sayımında iletirken bir de iki dilekçe ve kantin talebimi infaz koruma memurlarına vermiştim. Gün boyu kantin gelecek diye bekleyip, her avukat görüşü ve yemek faslında sora sora onları bıktırdım. Çok öfkelenmiş, koğuşta dolanırken gülen yüzleriyle ne ismimi ne de koğuşumu yazdığım kağıdı ellerinde sallayarak geldiler. Nasıl mahcup oldum anlatamam. Her birinden özür dilesem de bu özrümü sizlerin tanıklığında da tekrar etmeliyim, çünkü o kağıda isim yazmadığım için atabilecekken hem kantinde emek veren mahpuslar hem de infaz koruma memurları incelikle saklamış ve onca işin arasında onları bir de ben ek olarak uğraştırmış oldum.

Dilekçelere gelince, biri mutad kitap dilekçem, kütüphaneden alınabilecek kitapların 5 sınırlamasına itirazım, bir diğeri ise 2016 Bakırköy deneyiminden farklı olan tecrit uygulamasına dairdi. Tecrit derken koğuşunda yalnız olmaktan kaynaklandığını düşünmeyin. Koca alanı tek başıma işgal etmekten duyduğum mahcubiyet dışında rahatım yerinde. Bol bol okuyup yazma olanağı veriyor bu yalnızlık bana. Sağlık sistemleri üzerine düşünüp yazıyorum bir yandan. Umarım işe yarar bir üretim süreci olur. Ancak burada başka türlü bir tecritten söz ediyorum. Avukat görüşlerine giderken birden durdurup geri çekiyorlar, etten bir duvar örme çabası oluyor. O arada kimi tanıdığım, kimi tanımasam da beni tanıyan insanların seslenişleri duyuluyor. Avukat görüşleri sırasında odaların önünden geçişimiz hızlanıyor ansızın, odalar doluysa…

Elbette bu yüzüme yayılan gülümsemeyi, içime dolan sıcaklığı engelleyemiyor, seslerine sesimi katıp selam vermeye çalışsam da bazen işitmedeki zorluğumla etten duvarları aşamayan gözlerim de görmeyip geçip gittiklerim de oluyor. Bunun yalnız bana yönelik olmadığını sezsem de benim tecridimin biraz daha koyu olduğu hissi taşıyorum geldiğimden beri. Gene de o tecridi aşmamızda aracı olan avukatlarımız ayrı bir teşekkürü hak ediyor. Gazetecilerden Kobane davasında yargılananlara selamlarımızı taşıyıp duruyorlar gülen gözleriyle…

Umudum diri, inancım kavi, sizinki de öyle olsun! Her sabah havalandırmamı ziyaret eden saksağanın mavi yeşil pırıltılar saçan kanatlarından bembeyaz kuyruğuna yüklediği umutla haberleriniz erişiyor bana…

Hem yarın canım kızımı, Kardelen’imi görmenin bahtiyarlığı içimde, daha ne olsun!

Evrensel'i Takip Et