01 Aralık 2022 04:35

"Şimdi demokrasi zamanı" diyorlar; öyle mi?

Altılı masa liderleri

Fotoğraf: Damla Kırmızıtaş/Evrensel

Paylaş

Önce hangi demokrasi? Yeni Anayasa için önerilen metin, yönetme erkinin daha az tepki çekecek tarzda düzenlenmesi için gerekli görülenleri sıralıyor. Gayet doğaldır: Tümü de sermaye partisi olan “altılı”lardan halk için demokrasi, halkın egemenliğini öngören ve her kademede halk temsilcileri aracıyla uygulamaya konan bir demokrasi çağrısı da çabası da beklenemez. Bu yönde beklentisi olanlar, bir de kendilerine devrimci ve sosyalist diyorlarsa, ciddi şekilde yanılıyorlar demektir. Devrimci demokrasi çünkü ancak işçi sınıfı başta kent-kır emekçilerinin burjuvaziden umudu keserek kendi idaresini ele almak üzere girişeceği mücadelenin ürünü olabilir.

Önce bu kayıt düşülmeli! Böylece, getirilen değişiklik önerisinin mevcut Anayasa’da yeni bazı düzenlemelerin yapılması kapsamında olduğu; aslı astarının da esas olarak ‘tek adam yönetimi’nin, burjuva kurumlar ve yasalar düzleminde geçerli Anayasal ve yasal düzenlemeleri ayak altına alıp geçersiz sayan yetki gaspına dayalı yönetim biçiminin değiştirilmesi sınırlarında olduğu netleşmiş olur. Bu ikinci kapsamdaki değişiklik önerilerinde önceliğin burjuva sınıf güçleri ve kurumsal işleyişe verilmesi, burjuva muhalif partilerin politika platformunun ana özelliğiyle bağlıdır. Getirdikleri değişiklik önerilerinin pratiğe geçirilmesi durumunda burjuva demokratik haklar çerçevesinde kısmi ve sınırlı bazı iyileştirmeler mümkün olabilecektir. ‘tek adam yönetimi’ne son verilmesi, seçim barajının düşürülmesi, insan onuru ve hürriyetine ilişkin vurguların anayasal çerçeveye alınması bu kapsamdadır. İşçi ve emekçi kitleleriye sömürü-baskı sistemine karşı mücadele örgütleri açısından bu kısmi ve geri alınması olasılığı da bulunan iyileştirmeler, sermaye ve devletiyle ilişkilerde sözü edilmeye değer bir değişimi dahi içermemektedir.

Yasaların ve Anayasa’nın özgürlükçü olabilmesi için denebilir ki asgari koşul, halk kitlelerinin söz, basın-yayın ve örgütlenme özgürlüğünün teminat altında olmasıdır. “Şimdi demokrasi zamanı” diye ilan edilerek getirilen Anayasa metni önerisinde ise grev, genel grev, dayanışma grevi, grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı, lokavtın yasaklanması gibi işçiler için kapitalistler ve devlet kurumlarıyla ilişkilerde önem gösteren konularda bir iyileştirmeye yer verilmiyor. Mevcut Anayasa’da grev ve sendika hakkına düşülen kayıt ve grev kırıcılığı “hakkı”, önerilen metinde de muhafaza edilmiştir. Ülkenin uzun on yıllardır neredeyse her kesim tarafından kendi sınıfsal platformu ve bakış açısından “kanayan yarası” olarak nitelenmesine rağmen Kürt sorunu ve çözümüne ilişkin bir gönderme dahi bu metinde yoktur.  Halk kitlelerine başvuru, yalnızca kuralları yine sermaye politikacılarınca belirlenen seçimler kapsamında söz konusu olabilmektedir. Ülkenin savaşa sokulması gibi tüm toplumun yaşamını ilgilendiren bir konuda, burjuva kurumlar karar verici olmaya devam ediyor. Seçim barajı düşürülmekle birlikte anayasal bir orana bağlanarak sürdürülüyor. RTÜK, YSK, HSYK gibi kurumların işleyişinde değişiklik öngörülmekle birlikte bunların işçi ve emekçilere karşı kurumsal varlığı ve işleyişi devam ediyor.

Ancak, burjuva kurumsal işleyiş aksaklıklarını gidermeye yönelik yeni düzenlemeler önerilirken, halk kitlelerinden de destek almak, burjuva siyasetinin “toplumsal işlevi” kapsamındadır. “Altılı Masa” adına getirilen düzenleme metninde, ‘tek adam rejimi’ne karşı parlamenter sistem etkinliğinin öne çıkarılmasında, bu yöndeki güçlü istem etken olmuştur. Ne ki işçi ve emekçilerin iktisadi, sosyal ve politik taleplerinin çok daha geniş kapsamda olduğu bu “masa”daki partilerin mechulü değildir. Öyleyse onların halk kitleleriyle ilişkilerinde belirleyici koşulun, kitlelerin siyasal mücadeleye kendi sınıf örgütleri aracıyla ve doğrudan katılımına yol açacak araç ve yöntemlerin devre dışı bırakılması olduğu bu vesileyle bir kez daha açıklık kazanmıştır.

Anayasaların yapıldığı ya da nasıl olmaları gerektiği üzerine tartışmaların sürdüğü süreçlere bakıldığında, grev, siyasal ve genel grev hakkı, söz basın-yayın ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması, çalışma süresi ve koşullarının iyileştirilmesi gibi işçi yaşamına ilişkin en küçük düzenlemelerin dahi mücadelenin yükseltilmesiyle bağlı olduğu görülür. Bu durum, çalışan emekçilerin tümü açısından da geçerlidir. Değişikliğin hangi topumsal kesimlerin istemleri doğrultusunda gündeme geldiği kadar onu somut olarak geçerli hale getirecek güçlerin sınıf kimliği de belirleyici öneme sahiptir. Tüm milliyetlerden Türkiye işçi ve emekçileri, burjuva bürokratik kastın “Bir hak gerekliyse onu ancak ben veririm” anlayış ve dayatmasını kırmadan, “Senin çarkın dönüyorsa benim sayemdedir, onu çevirdiğim gibi durdurmasını da bilir ve başarırım” diyecek bir kararlılık ve cesaret göstermeden bu “toplumsal sözleşme”lerin kendi yararına düzenlenmesini sağlayamaz.

Oysa 17 milyon civarında ve aileleriyle birlikte toplumun en az 70 milyonunu kapsayan kesimi olarak işçi sınıfı, üretimin ve yaşamın tüm diğer alanlarının düzenlenmesinde belirleyici olabilecek konumdadır. Kentin ve kırın diğer emekçilerini de yanına alarak çerçevesini burjuvazi ve temsilcisi kurumların belirlediği bir toplum düzenini değiştirmeye soyunduğu ve kendisine biçilen “minder”de kalmayı reddetme iradesi gösterdiğinde, sık sık yenilgi yaşama yerine kendi koşullarını sermaye ve siyasal kurumlarına dayatma olanağı bulacaktır. Anayasal düzenlemeler dahil olmak üzere yaşam ve çalışma alanlarında aleyhine olacak gelişmelerin önünü ancak böylesi bir bilinç ve tutumla kesebilir. Aksi durumda “verilenle yetinmek” gibi istenmeyen durumlara mahkum bırakılacağı, günümüze dek yaşanan mücadelelerin ortaya çıkardığı bir sonuçtur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa