04 Aralık 2022 04:00

Bırakalım da taksi şoförlüğü mü yapalım?

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank (Fotoğraf: AA)

PAZAR
Paylaş

Nato Green'in stand-up gösterisinde dinledim, diyor ki:

"Bazı insanlar politika hakkında konuşmak istemiyor.

Siyasetten bana ne diyor, politika benim neyime gerek diyor. Bir göçmen değilim, siyahi değilim, müslüman ya da yahudi, kadın, gay, lezbiyen, biseksüel, transgender, yaşlı ya da genç değilim.

(Hızlanarak sayıyor) Öğrenci değilim, sendikalı değilim, sanatçı ya da gazeteci değilim. Bilim insanı değilim, kamu görevlisi değilim, havayı solumuyorum, suyu içmiyorum.

Deniz seviyesi yükseldiği için sular altında kalacak bir sahil kenarında yaşamıyorum, kuraklık ya da yangından etkilenen bir tarım bölgesinde de yaşamıyorum.

İklim krizi yüzünden ortadan kalkma riski olan çikolata şarap, kahve ve diğer ürünleri tüketmiyorum. Ruhsal açıdan kötü hissetmiyorum, hamile değilim, engelli değilim ya da kazara vurulmadım.

Yani siyasetin benimle ne alakası var?"

Aldığımız nefes bile politik, kişisel olan da politik, her şey politik. 

Lakin bizde artık güncel siyaset dışı bir gündem kalmadı. İnsanlar bir araya gelince ne konuşur siyaset dışında unuttum. Reflekslerimi de kaybettim. Yalnız da değilim bunda.

Bakkal, manav, markette kasiyer, taksici, çiçekçi, dilenci, gün içi karşılaştığım herkesle, haydi bir çay içelim dediğimiz eş dost ve kurulan tüm sofralarda sadece seçim konuşulur oldu.

Sair insan, yani hayatı akışında giden toplumlarda insanlar ne yapıyorlar acaba bir gün içinde, nasıl yaşıyorlar, ne konuşuyorlar?

Geçenlerde bir arkadaş, doktor ameliyattan sonra sigara yasak dedi diye bıçak altına yatana kadar ucunu bucağını kaçırarak bir haftada bir karton sigara içti.

Bir diğeri karaciğer yağlanması nedeniyle verilen zorunlu diyete başlamadan bir gün önce tüm maaşını ocak başına gömdü, ocaktan çıkan her şeyi yedi.

Bir şeyi kaybedeceğini anlayınca, insan imkan varken abartılı şekilde onu yaşamak istiyor.

Geçtiğimiz aylarda bir arkadaşa daha yurtdışı çıkış yasağı kondu. İlk söylediği şey: "Pasaportun süresinden gidecek, dünyanın da parasını vermiştik o pasaporta" oldu.

Etrafımda yurtdışına çıkış yasağı konulmayan pek kimse kalmadı. Çok daha çetin günler gelecek, başımıza bakalım daha neler gelecek.

Bu satırları Balkanlar'da ufak bir şehirden yazıyorum. İmkan varken geldim, sonra keşke dememek için. Bir de "siyaset konuşamamak" istedim.

Başka dünyalar olduğunu unutuyor insan kendi yankı odasından çıkmayınca. Kapı kilitlemiyorsun burada. Arabayı rastgele bir yere park etmiyorlar, engelli yerine hele asla. Menülerde fiyatlar genelde tek haneli. Kur yüzünden bize yine çok ama onlar için kahve 1-1.5 para, bozukluk yani. Ne zaman bozuklukla bir şey satın alabildim memleketimde tam hatırlamıyorum. Haliyle oturup kahve içiyorlar sakin sakin, kitap okuyorlar, ufka bakıyorlar ne garip, kaşları çatılmadan öyle huzurla. Ben menüdeki her şeyi 20 ile çarpıp açlığımla oranlayıp optimize edip bir şey seçmeye çalışıyorum onlar için ne güzel ailece yemeğe çıkmışlar, adamın sırtında reflektörlü yelek, muhtemelen işçi demek, yemekler onlara tek haneli fiyatlarda. Balkanlar güya hep ekonomik olarak gerideydi bizden ya artık üzerlerindeki her şey iyi marka, bizde değil asgari ücretli, orta gelir düzeyi bile erişemez bun markalara. Uzun yürüyüşler yapacak kadar vakti var herkesin gibi duruyor. Çocuklar parklarda neşeyle oynuyor, ağlayan çocuk duymadım ki dikkatle de bakıyorum, evladına bağıran da yok. Genel olarak daha sessizler sanki, uğultu olmuyor ne restoranlarda, ne market koridorlarında. Biz çok mu bağırıyoruz gerçekten günlük hayatta? Sesimizi hiç duyuramadığımızdan mı?

Dikkat çekiyor, insanların ne kadar renkli giyiniyormuş meğer. Fuşya, turuncu, güneş sarısı, gök mavisi, tuna yeşili, fıstık yeşili kabanlar, montlar...

İstiklal'deki vitrinlere bakar düşünürdüm hep, bunca renkli şeylerle dolu vitrinler de neden sokaklarda herkes siyahlar, griler, kahveler içinde diye.

Öyle bir baskı altındayız ki biz kalabalıklar içinde görünmez olmaya çalışıyoruz adeta, insanlar içinde kaynayıp istiyoruz, dikkat çekmemek, böylece tehditlerden uzak kalabilmek ya da eleştirilerden. Kendimizi anlatmak zorunda kalmamak.

Görece mutlu toplumlarda ise demek varlığını rengiyle ortaya koyabiliyor insan. Dünya mutluluk endeksi sıralamasında bizden 30-40 sıra önde buradakiler.

İnsanlar masalarda kitap karıştırıyor, birbirlerine gülüyor, uzun uzun gözlerinin içine bakarak sohbet ediyor. Denk geldikçe ses etmeden kulak kesiliyorum aynı dili konuştuğum insanlara; onlarda yine illaki Anayasa, altılı masa, seçim tarihi, çatı aday...

Yani memleket peşinden geliyor nereye gitsen de. 

Bahar Çuhadar'ın Yeni Hayat Yeni Ülke kitabında geçiyordu; ülkeden göçmüş birinin sözü: "Mutluyum diyemem ama daha az mutsuzum."

Yeni bir ülkede yepyeni bir mutluluk bulamıyor da işte mutsuzluğunu kontrol altına alabiliyor demek insan, tehdit ve belirsizlikler ortadan kalkınca.

Başlıktaki cümle Bakan Varank'ın kuzenine ait. Aldığı ihalelerle ilgili haberlere karşı röportaj vermiş.

"Girdiğimiz ihalelerde büyük, dev firmalar var. Bu ihalelerde kaçak, hırsızlık, uğursuzluk ihtimali olabilir mi? Neymiş? Soyadımız Varank'mış, bize de yazık. Bırakalım da taksi şoförlüğü mü yapalım!"

Birincisi; 20 yılda ihalelerdeki kaçak, hırsızlık, uğursuzluk dosyaları hakkında yazılan kitapları üst üste koyunca minare boyunu aşıyor. İkincisi Sedat Varank Bey, bize yazık değil mi? Biz ne yapalım?

Geçen bir çalışmaya katıldım, sordular "Hem meclis çoğunluğu hem de başkanlıkta Cumhur İttifakı kazanırsa ne olur?" Öyle bir kaldım. Meclis çoğunluğunun muhalefete geçtiği versiyonla ilgili çok sözüm vardı, başkanlığın muhalefete geçip meclis çoğunluğunu alamadığı durumla ilgili de tahminlerim vardı. Ama tam bir kaybı düşünmek hiç istememiştim. Çünkü hukuksuz tutuklular var, çünkü akademi boşaltılıyor, çünkü çok yoksul kaldık, çünkü bilmiyorum nasıl yaşayacağız ondan sonra. Yaşamamıza izin verecekler mi bilmiyorum. Sanmıyorum. İktidara muhalif herkesi işsiz güçsüz bırakacaklar, sürecekler, çökecekler, çoğumuzu içeri kapatacaklar, kanallar kapanacak, gazeteler yasaklanacak, yazmak yok, okumak yok, konuşmak yasak. İşte o zaman kendimi dilini bilmediğim bir ülkede, birilerinin masasını silip "Başka bir arzunuz var mı efendim?" derken görüyorum. 

Biz ne yapalım? Bundan sonra diplomalarımızı, onlarca yıllık çabamızı, emeğimizi, kıdemimizi, ödediğimiz bedelleri ve SGK primlerini çöpe atıp aşçı mı olalım, komi mi olalım, garsonluk mu yapalım elalemin ülkesinde? Biz vize diye ağlayalım mı konsolosluk kapılarında? Ben gördüm Sedat Varank, onca senelik mesleğini bırakıp şoförlük yapmak zorunda kalanı, yürek ağrısı tahmin ettiğin kadar var ama yine de oldukça onurlu bir tavır; hayatta kalma çabasıdır neticede. Mecbur bırakanlar utansın.

Gitmek kararı yaşayabilmek adına, kalmak tercihi direnişin kendisi artık.

Siyasetsiz bir şeyler daha konuşabilmek için siyasetin şimdi tam içine hep birlikte ve tam kuvvet girmek gerekecek, doğru hedefe hep birlikte. Kaçınca beter peşinden geliyor, çözülmüyor, çözülmeyecek. Bana üç beş gün yetti bile, sardı memleket hasreti, yıllardır burada olanların da bizim dans ettiğimiz şarkılarda gözleri doluyor. Bu gurbet işini bir de gidenlere sor.

Mevcut iktidara muhalifler olarak kendi içimizde çok bölündük de aslında Meclis’te çoğunluğu ve başkanlığı Cumhur İttifakı'na bırakmama gibi bir hedefi birlikte dile getiremez miyiz?

Gezi zamanı, bunca kimlik sormazdık birbirimize, bunca sınava tabi tutmaz, bunca çatışmazdık birbirimizle. Oradaysan iyilikten yanaydın bir adım, baskıların karşısındaydın işte. Aynılar aynı yerde.

Geçen Bavul Dergi’ye bir öykü yazdım; sonunda balkonlara mandallanmış sarı bez "tozunu alacağız memleketin" simgesine dönüşüyordu, yayılıyordu. İstasyon Dergi’ye "B planı ve C şıkkı olmayanları"jn öyküsünü yazdım. Bu memlekette kalacak olanların yakıcı ateşini. Doktorsuz, öğretmensiz, hukuksuz, sağlıksız, eğitimsiz, parasız kalacağız, tutsak olacağız, köleleşeceğiz ya da gideceğiz ve hep eksik, köksüz hissedeceğiz. Hayat ve memat meselesi, neden öyle değil gibi davranıyor profesyonel siyaset?

Başka şey düşünemez oldum, bizim birbirimize yaslanmamız lazım, iklimin rüzgarıysa hep tersten esiyor.

Bir simge bulsak diyorum kendimize, kendi içimizdeki köşeleri örtecek, keskinliğimizi alacak, bizi birbirimize yaklaştıracak bir simge, yakamıza, bileğimize taksak, balkonlarımıza mandallasak da biz kaç kişiyiz gördükçe morallensek?

Bizim soyadlarımız Varank da değil. Bize çıkışı soyadımız göstermeyecek.

Siz söyleyin biz ne yapalım?

Belki de hep bir ağızdan muhalefete de sormamız gereken soru budur, bizsiz olmaz, sadece oy istemek, vermek yetmeyecek, hem asıl bize ölüm-kalım meselesi bu seçim: Bize de yazık, biz ne yapalım?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa