06 Aralık 2022 04:32

Otoriter devletler yurttaşlarını dinler mi?

Çin'de 'sıfır kovid' politikasına karşı eylem düzenleyen üniversite öğrencileri

Fotoğraf: @GFWfrog/Twitter

Paylaş

Yöneticilerin seçildiği, dolayısıyla seçmenlere karşı sorumlu olduğu demokratik rejimlere kıyasla, seçimsiz otoriter sistemlerin halka hesap vermek, taleplerini dinlemek zorunluluğu olmadığı varsayılır. Seçimsiz otoriter diyorum, çünkü seçim yapılmasının otoriterleşmeye engel olmadığını yaşayarak görüyoruz. Seçimsiz otoriter sistemlerin halkın taleplerine karşılık vermek zorunda olmadığı ise, eğer iktidar meşruiyetini petrol geliri sayesinde halkı vergilendirmemek gibi bir yöntemden almıyorsa, çok da doğru değil. Tam tersine, çoğulculuk ve karar alma süreçlerine toplumsal aktörlerin katılımı gibi rejime meşruiyet katan faktörler olmayınca, halkın dertlerini dinleme ve çözüm bulma daha da önem kazanabiliyor.

Çin, halkın taleplerini dinleyip politika değişikliğine gitmesiyle bilinen esnek bir otoriter devlet. Hatta, bugüne kadar rejim değişikliğine gitmeden bir küresel güç haline gelebilmiş olması bu esnekliğine bağlanıyor. Yalnız, devlet politikalarını halkın talepleri karşısında değiştirdiğini kabul etmez çünkü Çin’in devlet geleneğinde ‘devlet özür dilemez’. En azından, merkezi devlet dilemez. 1989 Tiananmen protestoları sırasında başbakan Zhao Ziyang, meydana gidip öğrencilerden iletişim kurmakta geç kaldıkları için özür dilediği için ömrünün geri kalanını ev hapsinde geçirmişti. En son Urumci yangını için alt düzey yetkililer özür diledi, ama suçu yerel yönetimlere atmak da bir Çin devleti geleneği.

Halkın bir talebi sokak gösterileri, işçi ya da öğrenci eylemleri, köylü protestoları, sosyal medya kampanyaları gibi örgütlü yollarla dile getirilecek kadar büyüdüğünde, Çin hükümetleri hep aynı yola başvuruyor:  İlk önce toplumsal örgütlenmeyi baskılar, tehdit algılarına bağlı olarak örgütlenmenin liderlerini tutuklar ya da örgütlenme fırsatlarını ortadan kaldırır; daha sonra ise örgütlü gösterilen tepki doğrultusunda politika değişikliğine gider. 1956 yılında, “yüz çiçek açsın, yüz fikir yarışsın’ sloganıyla kanaat önderlerini sosyalist cumhuriyetin ilk yıllarında uygulanan politikalar konusunda geri bildirim vermeye davet etmişti. Daha sonra, sözünü söyleyen neredeyse tüm aydınları, sendika liderlerini, uzmanları sürgüne göndermişti. Fakat, daha sonra, bu eleştiriler ışığında politika değişikliklerine gidilmişti.

1990’lı yıllarda özelleştirmeler sonucunda kentlerde işsiz ve sosyal güvencesiz bir ‘kovulmuş işçiler’ sınıfı oluşmuştu. Kentsel yoksulluğu devletin uzun süre yok sayması sonucu, Falun Gong adlı bir kült mahallelerde devlete alternatif sosyal hizmetler sunarak popülerlik kazanmıştı. Bu kültün toplumda ne kadar örgütlü olduğunu farkettiğinde, Çin devleti hemen bastırdı. Yurt dışına kaçamadan yakalanan liderlerini işkenceye tabi tutması kültün örgütlülüğünü hemen dağıttı. Ancak, devlet de yurttaşlarının bu külte niye bağlandığının analizini yaptı ve 2000’li yıllarda kentlerde ücretsiz eğitim, sağlık hizmetleri, yaşlı ve çocuk bakımı gibi hizmetleri geri getirdi. 2010’larda ise, kentlerde, mahalle ölçeğinde kendisinin kontrol edemeyeceği bir örgütlülük bir daha yaşanmasın diye ‘mahalle yönetişim sistemi’ni getirdi. Bu sistemle,  yerel STK’lar muhtarlıklara bağlandı, gönüllü örgütlenmeleri Parti üyelerinin gözlemi altına sokuldu. Böylece, parti-devlet kentli nüfusa en küçük hücrelerine kadar nüfuz etmeyi amaçladı.

Geçtiğimiz hafta kampüslerde ve meydanlarda gerçekleşen gösteriler, devletin toplumun örgütlenmesini tamamen kıramadığının beklenmedik bir kanıtı oldu. Devletin tepkisi, kendi geleneğiyle uyumlu oldu: Gösterileri meydanlara açılan sokakları kapatarak engelledi, göstericileri gözaltına aldı, Xi göstericilere ‘bir avuç ergen’ dedi. Ama, akabinde, yerel yönetimlere Kovid önlemlerini gevşetme talimatı verdi. Yani, otoriter devlet, aslında yine halkın dediğini yapmış oldu.

Yerel yönetimlerin kovid önlemlerini gevşetmesi, Çin Sıfır-Kovid politikasından vazgeçiyor diye yorumlandı, ama durum tam da böyle değil. Karantina uygulamaları daha çok sanayi kentlerinde üretim ve tedarik zincirleri daha fazla aksatılmasın diye yumuşatıldı. Ve, bu değişiklik önerileri zaten merkezi devlet tarafından bir ay önce yapılmıştı ama yerel yönetimler salgının kontrolden çıkmasınının kendi kariyerlerine malolacağı korkusuyla bu değişiklikleri yapmamıştı. Geçen haftaki protestoları tetikleyen de, resmi olarak öngörülmüş bu rahatlamanın pratiğe yansımaması oldu.

Çin devletinin Mao sonrası dönemde rejim karşıtı bir toplumsal örgütlenmeyle karşılaşmadan bugüne gelebilmesinin temel nedeni halkın her kesimine, her sınıfa bir önceki kuşaktan daha iyi bir yaşam sunabilmiş olması. Özellikle sayısı giderek artan kentli orta sınıfın iktisadi ve toplumsal refahı, rejimin garantilerinden biri olarak görünüyor. Xi Jinping, son yıllarda, özellikle pandemiden sonra devlet politikalarıyla toplumun refahı arasındaki dengeyi hiçe sayar bir görünüm çizmişti. Son protestolar, halkın bu dengeye önem verdiğinin bir hatırlatması oldu. Bakalım, Xi üçüncü döneminde nasıl bir liderlik çizgisi izleyecek?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa