17 Aralık 2022 04:51

Odun toplayan köylünün ‘hırsız’ ilan edilmesi

kalabalık

Fotoğraf: İBB

Paylaş

Şimdiden siyasi tarih kitaplarına girmeyi garantileyen Ekrem İmamoğlu’nun mahkumiyet kararı gündeme bomba gibi düştü. Bir yılın altında kalsaydı veya hükmün açıklanması geri bırakılsaydı siyasi yasak gerektirmeyecek hapis cezası, itinayla 2 yıl 7 ay ve 15 gün olarak belirlendi. Ceza onanırsa, İmamoğlu hapse girmeyecek ancak belediye başkanlığı düşecek ve hiçbir seçimde aday olamayacak.

Karar şimdiden pek çok şiddetli eleştirinin konusu oldu. ‘İmamoğlu dosyası’na yönelik manipülasyonun teknik adımları anlatıldı. Özellikle, itiraz yolu açık olan istinaf mahkemesi ve Yargıtay incelemelerinin kısa sürede tamamlanamayacağı hatırlatıldı. Aynı zamanda, tıpkı Selahattin Demirtaş dosyalarında olduğu gibi, itiraz süreçlerinin olağan dışı bir hızla sonuçlandırılması ihtimali endişeyle dile getirildi. Sıcağı sıcağına, bu eleştirilerin siyasal alanın geneline yönelik etkisi üzerinde durmakta fayda var.

1. Karar sadece İmamoğlu’na getirilebilecek siyasi yasak hedefiyle mi sınırlı?

Ekrem İmamoğlu’nun Yüksek Seçim Kurulu üyelerine hakaret ettiği iddiasıyla açılan davada verilen mahkumiyet kararı, yargının siyasete yönelik müdahalesini bir üst düzeye sıçratmış bulunuyor. Dosyanın son derece zayıf içeriğine rağmen, cezanın değiştirilen hakim tarafından verilmesi ve niyetin saklanma ihtiyacı duyulmayan aleniliği, kararın arkasında yatan nedenlerin yapısal boyutlarını dikkate almayı gerektiriyor. Bu kadar zayıf bir dosya ile böyle bir kararın verilişi, müdahalenin İmamoğlu’nun ‘siyasi yasaklı’ olmasının ötesine giden hedefleri olduğunu düşündürtüyor.  

Toplumun tüm kesimlerinde Türkiye’de yargı sürecine ilişkin güvensizlik ortadayken atılan bu adım, kimilerinin iddia ettiği gibi ne mantıksız, ne de münferittir. ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmesiyle yasama organı otoritesinin buharlaştığını biliyoruz. Bu adımla bu defa yargının saygınlığının tamamıyla ortadan kaldırıldığı görülmektedir. Bu düzeyde bir cüretin altında, hukuk alanından demokrasi alanına aktarılabilecek enerjinin tamamen yok edilmesi düşüncesi yatmaktadır. Yargının saygınlığının sadece siyasal aktörler arasında değil, sıradan yurttaşların zihinlerinde bile çok zayıfladığı bir dönemde, bu kışkırtılmış kaostan toplumun bütününün kaybetmekte olduğu hak ve özgürlükler kadar, rejimin sağlayacağı kazanç da dikkate alınmalıdır.

LGBTİ+ bireylere yönelik açık nefret söyleminden, uluslararası güç odaklarının etkisiyle duraklayan sınır ötesi operasyon arayışından, Yunanistan’la yaşanan durumdan umulan gerginliğin sağlanamadığı bir süreçte, yargı mekanizması üzerinden siyasal alana yapılan bu müdahale, sadece dar anlamda bir gündem değiştirme ve aday elimine etme çabası olmayıp, mirası yürütme erkine aktarılmak umuduyla yargının intihara sürüklenmesidir.

2. Karara şaşıranlara ne söylenebilir?

Karara şaşıranların çokluğu, Erdoğan rejiminin temel özelliklerinin ve içinden geçilen dönemdeki öncelikler sırasının iyi okunamamasının işaretidir. Rejimin uygulamalarına ilişkin yapılan yorumlara sıkça eklenen “Normal koşullarda böyle olurdu ama...” vurgusu, konuya ‘demokrasi ideali’ ve ‘evrensel hukuk ilkeleri’nin sağladığı normlar üzerinden yaklaşmanın sınırlarına ulaşıldığını göstermektedir. Gelinen noktada, özgürlük alanını daraltma hedefini çoktan aşan yargıya yönelik müdahalelerinin farklı bir bakış açısı ile okunma zamanı çoktan gelmiştir. Yargı üzerinden siyasete müdahale edilerek yaratılmak istenen şok etkisi ve siyasal alanı otoriter ölçütler üzerinden kalıcı biçimde yeniden inşa etme arzusu, yargı eksenli saldırılara yönelik radikal bir bakış açısı gerektirmektedir.    

3. Demokrasi, hukuk ve özgürlük için direneceğiz, ama nasıl?

Marx’ı gençlik yıllarında en çok etkileyen olaylardan biri ‘Odun Hırsızları Yasası’ olmuştu. 1842 yılında yazdığı “Odun Hırsızları Yasası Tartışması”nda yüzlerce yıldır geçimlik ihtiyaçları için odun toplayan köylülerin Prusya devletince hırsız ilan edilmesine ısrarla karşı çıkmıştı. (*) Marx’a göre bu yasa, köylülerin tarihsel ve toplumsal varoluşunun kökleri binlerce yıl geriye giden koşullarını değiştirerek özelleştirmeyi egemen kılmakta, mülksüzleştirmeyi meşrulaştırmaktaydı. Marx’ın bu makaleleri, hukuk ile özel mülkiyet arasındaki ilişkiyi deşifre ettiği gibi, hukuk mücadelesinin yalnızca masa başında, kapalı mekanlarda verilmeyeceğini de göstermekteydi.

Yasaklanan grevlerle, seçmen iradesine yönelik saldırılarla ‘Odun Hırsızları Yasası’ denemeleri günümüzde de devam ediyor. Tıpkı o günlerde olduğu gibi bugün de cevap hukuk ile mülkiyet ve çıkar ilişkileri arasındaki bağı kurabilmekten geçiyor.

* Bora Erdağı. 2013. “Marx’ta (ve Engels’te) Hukuk ve Devlet İmgesi.” Marksist Devlet ve Hukuk Teorisi içinde. Der. Taner Yelkenci. İstanbul: NotaBene Yayınları. s. 24.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa