Ezilen uluslar özgürlüğüne kavuşmadan, kimse özgür olamaz
Fotoğraf: DHA
“Bumerang etkisi” derler buna. Baskı yöntemleri önce kolonilerde geliştirilir, sonra merkezdeki halka da uygulanır. Bugün İmamoğlu’na yapılan saldırı, Kürt belediye başkanlarına reva görülen her uygulamanın, eninde sonunda İstanbul’a, İzmir’e, Ankara’ya da ithal edileceğini hatırlatıyor bize.
Elbette sorun sadece belediye başkanları değil. Kolonilerde olup biten her şey. Ve süregiden öldürücü sessizlik.
Bundan neredeyse tam otuz yıl önce, Türkiye, tarihinin en karanlık dönemlerinden birine girdi. 1993 ile 1995 yılları arasında, sayısız köy ve orman yakıldı. Binlerce insan hayatını kaybetti. Milyonlarcası evinden, yurdundan oldu. Bu toplu savaş ve kıyım, ülkenin kahır ekseriyetinde bir “terör” meselesi olarak konuşuldu. Yaşanan acılar her dile getirildiğinde, “Niye terörü kınamıyorsun?” sorusu, bir geçiştirme yöntemi olarak kanıksandı.
O yıllarda ne internet, ne sosyal medya vardı. Çoğunluk, devlet büyüklerinin ve ana akım medyanın söylediklerini “gerçek” olarak algılıyordu, azıcık bile sorgulamadan.
Daha da önemlisi, “orada” yaşananların kendisini de bir kafese koyacağı çoğunluğun aklının ucundan bile geçmiyordu.
Bugün farklı bir dünyada yaşıyoruz. İsteyen “orada” her gün ne yaşandığını bir “tık” vasıtasıyla öğrenebiliyor. Gerçi hemen herkes hâlâ kendi görüşüyle uyuşan internet sitelerine bakmakla yetiniyor. Birçok insan hâlâ zulmü görmezden geliyor.
Fakat daha önemlisi, algıların, geçici ve sınırlı olarak da olsa, sarsılmış olması.
Hatırlar mısınız? Gezi ayaklanması sırasında, yığınla Türk, “Bana bugün bunu yapan devlet, kim bilir Kürtlere neler yaptı?” diye soruyordu. Bu tarz sorular, solcu, devrimci, vb. olmayan insanlar arasında da yaygınlık kazandı. Geçici bir süre için olsa bile.
Toplum psikolojisi bu kadar değişmişken, algılar görece açılmışken, altılı masanın anayasa önerisinde Kürt sorununu çözüme götürecek değişikliklere yer ayırmaması affedilemez. Metinde ne vatandaşlık tanımı gözden geçiriliyor ne yerel yönetimlere dair köklü bir reform var. Altılı masa iktidarında da Türkleştirmenin merkezden dayatılarak devam ettirileceği ima ediliyor dolayısıyla.
Yerel yönetimler ülkenin bir kısmında paryalaştırma aracıyken, diğer bir kısmında özgürleşme aracı olabileceklerini düşünmek... Dolayısıyla yerel özerkliği garanti altına almak için anayasal ya da başka hiçbir çaba harcamamak... Bugün bunların bedelini İstanbul dahil bütün Türkiye ödüyor.
Bir noktayı daha vurgulayalım. Kürt sorununun kemikleşmesi, anayasalardaki değişikliklerle ciddi paralellikler göstermiş olsa da, özgürlük ne anayasayla başlar ne anayasayla biter. Altılı masa ve bileşenlerinin Kürt sorunundaki tavrı, “Toledo” açıklamasından, sınır ötesi operasyonlar sırasındaki militarizmlerinden zaten belli. Yine de anayasa önerisi, bu geçmiş yanlışları düzeltmeye yönelik bir “niyet beyanı” olabilirdi. Buna da gerek görülmediğini anlıyoruz.
Rejim, Taksim bombası olayındaki tutumu ve yeni bir sınır ötesi operasyonla tekrar gösterdiği gibi, seçimi yine Kürt sorununa bağlamış durumda. Altılı masa daha baştan yenik çünkü hem anayasa hem Taksim ve operasyon konularında, rejimin durduğu yeri besliyor, güçlendiriyor.
Seçimlerdeki kilit rolünden de anlıyoruz: Artık Kürt meselesi, bir sağ-sol, İslamcı-laik, hatta sadece Türk-Kürt meselesi değil. AKP rejimi net olarak gösterdi ki, Kürt korkusu her gün hepimizin sırtından eksilmeyen bir sopa. Hepimize saldırmak için her an kullanışlı bir disiplin aracı. Bunu en berrak şekilde 2015 seçimlerinden sonra gördük. Seçim sonuçlarını beğenmeyenler, Kürt savaşını tekrar başlatarak, kendisine sandıkta haddini bildirenlerin çoğunu tekrar hizaya getirdi.
O dönemeçte Kürt hareketinin tavrını beğenmemiş olabilirsiniz. Hatta, yanlış stratejilerle iktidarın değirmenine su taşıdığını bile düşünüyor olabilirsiniz. Ancak bunların hiçbirisi, Kürt sorunundaki sessizliğinizi meşru kılmıyor.
Bu sessizlik sizin de kuyunuzu kazmaya devam edecek. Rejimin İmamoğlu hamlesi sadece başlangıç.
Hani bir insan türü vardır ya... İşyerinde bir haksızlık yaşandığında, şöyle bir tepki verir:
“Bu, işini iyi yapmayanlara, ya da ortalığı karıştıranlara özel bir uygulama. Ben buranın has elemanıyım. Bana bir şey olmaz.”
Altılı masanın hali bana bu kibirli kişileri hatırlatıyor. İşverenin ya da yöneticinin edimlerine bakmaz. Haksızlıkları mümkün kılan yapısal dinamikleri umursamaz. Kendisine boş bir güveni vardır. Ama gün gelir, o işveren, o yönetici ya da o dinamikler kendisini de vurur. Yine de bundan ders çıkarmaz. Hayat eskisi gibi devam eder.
İşyerlerindeki diktatörlüğün de ülkedeki diktatörlüğün de sürmesinin sorumlusu, diktatörler kadar işte bu şahıslardır.
- Filistin, iklim değişikliği ve seçim olmayan seçim 26 Ekim 2024 04:45
- Amerikan aşırı sağı ne kadar örgütlü, ne kadar tehlikeli? 12 Ekim 2024 04:16
- "Kamyoncular", işçi sınıfı ve Amerikan seçimleri 28 Eylül 2024 05:10
- Türk-İslam tahakkümünün ve Netanyahu terörünün ortak kökenleri 14 Eylül 2024 04:51
- Dünyanın sonu mu geliyor? 31 Ağustos 2024 04:10
- Kamala Harris neyi değiştirecek? 17 Ağustos 2024 05:06
- Doğu Avrupa’da aşırı sağın durumu 03 Ağustos 2024 05:34
- Amerika, daha da sağa 20 Temmuz 2024 04:51
- Irkçılık, sembollerin dili ve masumiyet 06 Temmuz 2024 04:34
- Hindu sağı: Bir adım geri 22 Haziran 2024 04:20
- Amerikan öğrenci hareketi dönüm noktasında 08 Haziran 2024 04:59
- Aranjuez ve Deniz 25 Mayıs 2024 04:45