17 Aralık 2022 04:52

Sosyal devletin yedeği: Tarikatlar

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Hiç uzatmaya gerek yok; günümüzde tarikatlar görevlerinde birinci sıraya sermaye ve emperyalist güçlerle birleşmiş olarak kapitalist ilişkiler alanından kaynak kotarma işlemine yoğunlaşmış konumdadırlar. Hal böyle olunca, tarikatlar ne özelleştirmeye karşı çıktılar, ne yap-işlet-devret veya kamu-özel ortaklığı modeline itiraz ettiler. Araştırmacı gazetecilerin yapması gereken çok önemli bir hizmet, özelleştirmelerde ve sair devlet ihaleleri ya da etrafı kollayarak çeşitli izaleişüyu davalarını izleyip, yok pahasına mülk edinme yoluna dahi girmiş olan tarikatların tam bir fırsatçı kapitalist gibi davrandığını ortaya koyabilirler. Kapitalizm böyle bir cindir; insanları ve kurumları dünya malı uğruna ahlakından ve doğru yoldan saptırır. Esas konuma geçerken bunlardan söz etmemin sebebi, geçmişten günümüze tarikatların nasıl alan değiştirdiğini ve kapitalizmin yozlaşması ile yozlaştığını ortaya koymaktır. Ruhban sınıfının olmadığı bir semavi dinde halkın üzerine çöreklenen tarikatların amacının, kutsal hizmetlerde halka rehberlik yerine siyasete yanaşarak, siyaset-tarikat ilişkisiyle iktidara yamanmak ve nemalanmak olduğu açıktır. Tarikat-siyaset- ticaret ya da bu üçlüyü güç ilişkisine göre herhangi bir sırada dizebilirsiniz. Türkiye ve Ortadoğu ülkeleri bu alanda çok velut bir kaynak oluşturur.

Benim buradaki konum, yukarıdaki konuyla da ilişkili olarak, tarikatların devletin sosyal hizmetler alanındaki boşluğunu doldururken, halkları nasıl yoksulluğa ve siyasetin esaretine ittiğidir. Sosyal devletin anlamı, toplumsal üretimden önemli bir bölümü piyasa dışı üretime ayırmak, topluma bedava ve eşit sağlık, eğitim, işsizlik geliri vs. konularında destek vermektir. Bu hizmetlerin sunumu sermayenin kullanacağı fonlar üzerinde tahdit oluşturur. Şu halde, sosyal hizmetlerin geliştirilmesi sermaye ile devlet aygıtını kaynaklar üzerinde karşı karşıya getirir. Tarikatların bu konudaki rolü çokludur. Birincisi, yükselen yoksulluk koşullarında halkın bilincinin köreltilmesi, ikincisi ise, bizzat tarikatlar yoluyla bazı hizmetlere kısa yoldan ve kısa sürede, yeterli olmasa da, kavuşabilmesidir. Örneğin bir hastane personeli ya da bir okul personelinin belirli ilişkilerle toplumun belirli kesimlerine bazı merdiven-altı hizmetler sunduğu hepimizin bilgisi dahilindedir. Hatta tarikatlar kamu alanında kadro alımında dahi çok aktif ve ön sıradadır. Benzer konulara uzatılabilecek durumlar tarikatların devletle toplum arasında uzlaştırıcı olarak çalıştığını gösterir. Kütüphaneden çok caminin, ülkenin en ücra köşelerinde öğretmenden çok imamın bulunduğu koşullarda tarikatları siyasetin tam ortasına oturtmak yanlış değildir.

Kız çocuklarının erken yaşlarda evlendirilmesi ve basına itirafla yansıyan son olay mutlaka araştırılmalı ve hukuki sonuca kavuşturulmalıdır. İlgili siyasilerin(!) fazla ilgili gözükmeyen beyanlarına rağmen bu olayın düzgün bir şekilde izleneceği ve gerekli sonuca kavuşturulacağını düşünmek istiyorum. Bu olay makul seyrinde götürülsün ya da topluma unutturulsun, bundan daha önemli olan, Türkiye’nin “gitmediğimiz, görmediğimiz her köyünde” böylesi olayların onlarcasının yaşanıyor olmasıdır. Mesele, üzerinden yıllar geçmiş olarak şimdilerde su yüzüne çıkmış bir çirkinliği şöyle ya da böyle çözüme kavuşturmak olmayıp, konuyu sosyal patoloji olarak ele alıp, köklü çözüme kavuşturmaktır. Budur siyasetçinin görevi.

Siyaset, ortaya çıkmış olan bu olayın etrafında derinleşerek tüm benzer olayları ortaya koyabilir mi? Hayır, koyamaz; siyasetin böylesi güçlü bir operasyona ne niyeti, ne de gücü vardır. Tam tersi, siyasi yapılanma bu olayın ve benzerlerinin üzerini örterek, iktidar aşkına tarikat-siyaset yozluğunu sürdürmeye devam edecektir. Çünkü mesele tarikat dokusunu da aşarak, aşiretler arasında mal bölüşümü, cinsel tacizler vb. gibi,  Medeni Yasa kurallarına aykırı, fakat aşiretin ya da aileler arası servet bölüşümünün gerektirdiği koşullara karşı çıkılamamasıdır. Ondan dolayıdır ki, sosyal medyanın inanılmaz cinliği ile toplumun tüm dikkatleri yıllar önce oluşmuş bir olaya (Ki, bu tek değildir!) odaklanarak, ne benzerlerinin irdelenmesi yoluna gidildi, ne de tarikatların siyasete nasıl destek verdiği, sermaye birikimine nasıl katkı yaptığı, hatta onunla beraber yol aldığı dikkatlerden kaçırılmıştır. Dikkat ediyor muyuz, böylesi vahim ve çirkin olay karşısında sermaye ve benzer çevreler sus-pus oturuyorlar. Hatta iktidar adayları dahi sorunu genişleterek, devletin sosyal faaliyetini ileri sürerek olayın üzerine gidemiyorlar, çünkü bu yürüyüş devleti ya da siyasi cepheyi sermaye birikimi bağlamında sermaye ile karşı karşıya getirir.

Tarikatlar sosyoloji alanında incelenebilen sosyal varlıklardır. Sosyoloji alanı da bir üstyapı olarak, altyapı üretim ilişkisi üzerinde ve onun çıkarına göre şekillenir. Hal böyle olunca, tarikat-siyaset ilişkisi kamunun sosyal işlevlerine uzatılmadan, hatta birey bilincini köreltme işlevi üzerinde durulmadan günlük ve göz boyayıcı çözümlerle yetinilecektir. Bu demektir ki, kamunun sosyal alandaki işlevleri güçlendirilmeyecek, halkımız varsıl ve yoksul olarak farklı muamele ile karşı karşıya gelecek, siyasi iktidar da her seçim döneminde farklı tarikatların yollarını aşındıracak ve Türkiye’nin çağdaş toplumlar arasına girmesini sağladığını tarikatların körelttiği halk bilincine üfleyecektir.

Halkın iradesine oturtulmaya çalışılan ya da öyle olduğunu savlayan siyasiler, Ekrem İmamoğlu olayında siyasallaştırılan yargıda olduğu gibi, tarikatları da araçsallaştırarak yanına çekmede bir beis görmemektedir.

Shakespeare’in dediği gibi “Bizi mahveden karanlık, aslında cehalettir”!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa