Film klişesi
Fotoğraf: Pixabay
Hollywood klişeleri denen bazı sahneler vardır, filmin türüne göre mutlaka karşınıza çıkar hiç şaşmaz. ’80’lerde ZAZ yapımı Naked Gun Serisi bu klişelerle dalga geçen absürt komedi serisiydi. Mesela gizli ajan ABD karşıtı bir toplantıyı basar, aynı masada oturan Gorbaçov, Kaddafi, Arafat, Castro’yu etkisiz hale getirirdi öyle bir absürtlük. Aslında o sahnede dalga geçtiği şey ABD’nin antikomünistlik propagandasını filmler aracılığıyla yapmaya kalkarken düştüğü saçma sapan durumdu. Rocky ve Ivan’ı hatırlayın. ’84 yapımı bir Kızıl Şafak filmi var ki Rusya ve Küba, ABD’de bir kasabayı işgal edince kasabalı gençler dağa çıkıp örgütlenip savaşıyordu. Akıl tutulması senaryolar, ultra kahramanlar.
Bu absürtlükte bir sürü klişe daha var; esas kötü ve esas iyi karşı karşıya gelince o ana kadar filmde dakikada üç kişi ölmüşse bile hemen silah sıkılmaz, önce uzun bir konuşma yaşanır, o konuşma yaşanınca o sahnede birinin ölmeyeceğini anlarız.
Dünyanın bir vesile sonu gelir, sel olur, buz olur, lav olur bir felaket yani. Dünyayı kurtarmaya çalışan ekipte bilim insanı olmayan, fiziksel olarak güçlü ve travmaları olan bir kahraman vardır.
Bir polisiye olayda tam şifreler çözülmüştür ki asıl hedefin bambaşka bir şey olduğu ortaya çıkar.
Felaket anı geride kaldığında sağ kalan kahramanın bir polis aracı ya da ambulansın kapısı önünde sırtına battaniye, eline kahve verilir.
Her filmde bir duygusal yakınlaşma yaşanır ve aksiyon-macera filmlerinde insana “Felaket tam kapıda siz şu an ilişkinizi konuşmak istediğinize emin misiniz?” dedirtir.
Bile bile izler işte insan. Akıcıdır, zihni boşaltır ve hep iyi biter, gerilim ortadan kalkar. Film boyunca zayi olanları unutur, son karede kazananların zaferiyle avunuruz.
İşte bu sıralar bir sürü klişeyi birden izliyor gibiyim ama film olmadığı için gerilim ortadan kalkmadığı gibi insan kapat tuşuna da basamıyor.
Bu hafta İmamoğlu’na gelen tutuklama kararı mesela.
Edilen bir hakaretin iadesinden verildi ceza. Üstelik de bu ülke şartlarında trafikte, bir bekleme sırasında, otoparkta, barlarda bir söz dalaşında daha ne kelimeler sarf ediliyorken, iktidar bunun misli hakareti her gün ekrandan savururken.
İmamoğlu’na bile bunu yapan size ne yapmaz ki dercesine.
Yargıyı, kolluğu, Meclis çoğunluğunu yanına almış bir iktidar neler yapabilir? Vallahi neler yapmadı ki zaten, ucu herkesin hayal gücünün yettiği yere kadar. Kemalettin Tuğcu yazamazdı böylesini, verdikçe verdiler zulmü.
Dezenformasyon yasası çıkmış, pırasanın kilosu 30 lira beyanından bile içeri alırlar. Sen unutursun yazdığını 10 sene geçmiştir de arar bulur, artık suç derler, kime neye itiraz edeceksin?
Ahmaktan bu kadar ceza çıkıyorsa yarın üç beş yıl herkes yatar, bunca ahmaklık içinde daha ne küfürler kaçıyor ağızlardan.
Herkes kafasında uğultuyla yaşıyor, el gidiyor sürekli tartışma programları, analizler, tespitler ekranda.
Sırayla şalter indirirler, ne gazete kalır ne televizyon, bir de emir gider yandaş medyaya, ver kardeşim ekrana halaylı, türkülü programları diye.
Beynimiz ambale, ne olduğumuzu anlamadan öyle atlamalı zıplamalı yarışmalar, gönül telimizi titretenler, ay bu dizidekiler gerçek hayatta da aşık olmuş birbirine derken the end.
Yoksulluğumuzda boğuluruz, memleketin bir karış satılmadık toprağı kalmaz, ortada hekim kalmaz, akademi kalmaz, avukat kalmaz, gazeteci kalmaz, Anayasa tanınmaz hale gelir, hukuk zaten kadük. Artık açıklama bile yapmaya gerek duymazlar yeni dönemlerinde.
Hollywood’un aksiyon filmlerinde ilk dakikalar karakterleri ve normal hayatlarını tanıyarak geçer de gelişme bölümünde felaket büyüyüp şehrin üzerine çığ gibi gelir ya, hah tam oralardayız.
Klişeli film olsa şimdi hemen birbirinden alakasız bir ekip toparlar ve felaketi durdurmak üzere yola çıkarlar.
Bizde; İmamoğlu aday olursa/olmazsa senaryoları, istinaf ve Yargıtay kararının ne sürede verileceğine dair yorum versiyonları (sanki hukuk var, teamül var da), Kılıçdaroğlu’nun Berlin’de oluşu üzerine tespitler, sitemler ve sonra kara mizah, Akşener’in pozisyonlanışı ve“Diego sen de bir dur Allah’ını seversen zaten ortalık karışık” dedirtircesine Karamollaoğlu İstanbul Sözleşmesi’ne şerh koyuyor.
Filmlerde dünyanın sonu gelmişken en kritik anda, işte tam dünyayı kurtarma butonunu(!) çalıştırmak için sivri bir şey lazım olur da biri mesela “Yooo o broş büyükannemden kaldı, veremem” der ve saç baş yoldurur ya, tam öyle.
İktidar bu seçimde değişmezse tüm hayatının değişeceğini düşünen insan sayısının az olmadığına inanıyorum. Bu ülkede yaşayabilme koşullarının ortadan kalkacağına inanan milyonlar var.
Bunların bazısı yurt dışına gidecek hangi ülke olduğuna bakmadan, bir çoğu da kıpırdayamayacaklar ve sonlarını bekleyecekler. Ya işsizlik ya cezaevi pek mutlu son yok.
Siyasetçilerin tamamı, profesyonel meslek hayatları seçimin neticesi ne olursa olsun buradan sonra da devam edecek gibi davranıyor. Çok ilginçtir hepsi ömürleri de sonsuza gidecek gibiler.
Şahsi kariyerini düşünen, partisinin koltuk sayısına, kabinede yer bulabilmeye oynayanın memleketin dümenini değiştireceğine toplumu inandırmaya çalışıp sonra kendi klişelerimize dönüyoruz: bu toplum şuna oy verir, buna vermez.
Toplumu ülkenin üzerine doğru büyüyerek gelen alev topunu durdurmaya oy verdiğine ikna etmek yerine...
İdeali bence şöyle olurdu, İmamoğlu çıkıp “Bu baskılar sürpriz değil, bizden korktukları sır değil, ellerinden geleni artlarına koymayacaklarını da biliyoruz ama yolumuz belli, iktidar yürüyüşünde bir an bile vakit kaybetmeyeceğiz.
Genel Başkan planını bozmayacak, ben de bozmayacağım, çıkışta söz verdiğim gibi basket maçına gideceğim, bugün o hakimler ve savcılar, kime bulaştıklarını görsünler diye burada yan yanayız” desin geçsin.
İBB Başkanına hapis ve siyasi yasak cezası çıkıyor, Berlin kelimesi sosyal medyada TT oluyor. İnanılmaz.
Biz de seçimi, mevcut iktidar kazanırsa başımıza ne geleceği üzerinden değil kimin muhalefet adayı olacağı üzerinden konuşuyoruz.
Aday kim olursa olsun değişmeyecek, üzerinde uzlaşılmış, heyecanla beklenen ilk 300 gün programı dillerde ve gündemde yok.
Yıllardır her kesim ayrı yerden yara aldı, herkesin derin travmaları var. Bir haksızlık konuşulurken geçmişte yaşananlar da ortaya savruluyor. Her seferinde “O ilk sarı öküzü vermeyecektik” hikayesi anlatıyoruz.
O hikayenin sonu kötü. Sürekli bunu referans alırsak iş bitti gitti demektir. Vermiş bulunuldu, şimdi nereden geri dönelim?
6 yaşında kız çocuğunu evlendiren korkunç zihniyet üzerinden tarikatlar tartışması açıldı. Tutuklama kararı toplumsal muhalefetin gücünü gösterirken adliye önünde tarikatların basın açıklaması yaparak bu korkunç olayı aklama çabaları dehşet yarattı.
Dibimizde molla rejimi idamlara başladı. O yirmilerindeki çocuklar “Mezarımda dua okumayın, ağlamayın, dans edin!” diye vasiyet edip ölüme gidiyorlar.
Türkiye İran sermayesine, molla rejiminin halktan çaldıklarına kapı açıyor. İran rejiminin önde gelen isimlerinin yatırımları Türkiye’de.
İran’a yaptırım yok, ambargo yok, örgütlü tepki yine kadın hareketi dışında yok. 6 yaşında kız çocuğunu evlendiren zihniyet mahkemeye “Allah’a hesap vereceksiniz” diyor. Adliye önünde toplanan tarikat mensupları, 18 sene tecavüze uğramış ve 2 senedir dosyası bekletilen mağdur kadın için “Kötü yola düşmüş hanım” diyebiliyor. Azgın azınlığın operasyonu diyebiliyor. Adalet Bakanı görüşü sorulunca “Bakan her konuda konuşmaz” diyor.
Anayasa değişikliği konuşuluyor bir yandan. Bu durumla İran’daki yaşananlar arasından 6 şeritli otoban geçmiyor.
İktidara karşı kendi yaralarımızda yan yana gelemiyorsak, başı dik özgür İran diyerek ölüme giden o gençler, kadınlar için ortak bir ses de mi veremiyoruz?
İdam ediliyorlar, kim diyebilir protesto edemezsiniz, kim diyebilir bize ideolojik olarak ters değil, kim kıyas sınavına sokup eylemi reddedebilir?
Bu iktidarın İran’a ambargo koyması, Türkiye’deki sermayeyi soruşturmaya sokması, kınama yayımlaması istenmeli.
İran bizim gündemimiz olmalı çünkü olmamaya çalıştığımız şey İran. Sermaye, iktidar, yargı ve tarikatlar ilişkisi açısından bize tur bindirmiş bir örneğin vahametidir.
Rusya ve Ukrayna savaşa girdi, barış diye birleşemedik bari molla rejimlerine karşı özgürlük altında birleşmesek mi?
Yerimizi, konumumuzu hatırlatmak adına, bir araya getirmek adına ve tehlikeyi göstermek adına yerinde olurdu. Kendi derdimiz dururken denilmez buna zira bizim derdimizin bir büyük bedeni orada.
İran’da insanlar tırnak başı kadar umut için canlarını ortaya koyuyor. Bizde muhalefet cephesi içi tartışmalar o güzelim umudumuzu parçalıyor.
Gitgide umutsuz yazıyorsun dedi değer verdiğim bir arkadaşım, umudu sürekli aramaktan yorulduğumu fark ettim.
Bu hafta filmlerden devşirdim biraz.
Netflix’te ortalama günde 2 saat geçiriyormuş kullanıcılar. Mutlu sonlara hasrettendir belki bunca vakit verişimiz.
“Tüm umudumuzu kaybetmek özgürlüktür. Bırakın devrilelim. Her şey düşeceği yere düşsün” diyordu Fight Club’ta
Oysa Esaretin Bedeli’nde “Umut iyi bir şeydir, belki de en iyisi. Ve iyi şeyler asla ölmez.”
Umudu kaybedersek her şey devrilir ama korkacak bir şey yok belki de bu gereklidir.
Kaybetsek de umudun ölmediğini bilmek iyidir.
İran Sineması Hollywood’a benzemez pek.
“Hiçbir nankörlük kalbimizi, yardım etmek için cürümler işlediğimiz insanların nankörlüğü kadar yaralamaz. O kahrolası insan, ne nankör şey” diye geçer Mecid Mecidi’nin Söğüt Ağacı’nda.
Tüm güvensizliğimizin, bir arada duramayışlarımızın özeti gibidir şu cümle.
Ve Abbas Kiyarüstemi’nin Close Up filmindendir:
“İlham perime neden saklandığını sordum. O da bana ‘Asıl saklanan sensin’ dedi.”
O güç bizde, umut bizde, iham da illa gelir. Havale ettiğimiz adres yanlış değil, sorun; umudumuzu birilerine havale etmekte.
Bu absürt dram karşısında klişeleri yıkmak halka düştü anlaşılan.
- Merhaba yeni sene, mutluluk hangi seneye? 04 Ocak 2025 06:30
- Öngörü, strateji ve bir film üzerine 28 Aralık 2024 04:50
- Uyanık tutan sorular 21 Aralık 2024 05:15
- Kara kış 14 Aralık 2024 04:45
- Karar üzerine tartışma 07 Aralık 2024 06:25
- İçimdeki taziye çadırı 30 Kasım 2024 06:10
- Had aşımı 23 Kasım 2024 05:04
- Kitap-defter açık sınav 16 Kasım 2024 04:47
- Soru 09 Kasım 2024 04:19
- Bi'şey 02 Kasım 2024 04:47
- Bazı huylarımız iyi değil... 26 Ekim 2024 04:25
- El artırmak üzerine 19 Ekim 2024 04:24