24 Aralık 2022

İkiyüzlülük senfonisi

Fotoğraf, R.M.N afişinden alınmıştır.

2000’li yılların ortalarındaki yükselişinin ardından ‘Romanya Yeni Dalgası’ olarak tanımlanmaya başlayan Romanya sinemasının Çavuşesku döneminden başlayarak, ülkenin yaşadığı dönüşümün izini sürmek, yeniden inşa sürecine tanıklık etmek gibi bir misyonu da var. Bu kuşağın en önemli yönetmenlerinden Cristian Mungiu, Altın Palmiye ödüllü “4 Ay, 3 Hafta ve 2 Gün”de kürtaj yaptırmak zorunda kalan bir kadın ve arkadaşının hikayesiyle Çavuşesku döneminin bürokratik gerçekliğine götürüyordu seyirciyi. “Tepelerin Ardında”da ise kilisenin insanların hayatını nasıl da darmadağın ettiğine tanıklık etmemizi sağlamıştı. Cannes’da en iyi yönetmen ödülü kazandıran 2016 tarihli ‘Mezuniyet’te ise dönemin Romanya’sına bakıyor ve tükenmiş bir kuşağın çürüyen bir toplumun içindeki çırpınışlarına tanıklık ettiriyor seyirciyi.

Artık, rejimin yıkılışından sonra yetişen kuşağa bakmanın vaktinin geldiğini hissettiriyor son filmi “R.M.N”de. Adını bir tür tıbbi ileri teşhis yöntemi olan nükleer manyetik rezonansın Romence kısaltmasından alan R.M.N, Mungiu’ya göre gelenekler, kalıplar, fakirlik, aidiyet, azınlık, kimlik, cesaret ve korkaklık kavramlarının yanı sıra, günümüz toplumlarında öne çıkan dayanışmayla bireysellik, hoşgörüyle bencillik, politik doğruculukla açık sözlülük gibi çelişkileri ele alıyor.

Mungiu’nun bu tanımlaması daha çok bir siyaset bilimi tezi, yazısı, analizinin özeti gibi duruyor. İşte filmi güçlü kılan şey yönetmenin, bu kadar çok kavramı bir senaryonun içine sokabilmekteki mahareti. Baştan ifade edelim. Film, yönetmenin sinemasında yepyeni bir görsel ufuk, çarpıcı bir atmosfer vadetmiyor. Hatta böyle bir iddiası bile yok. Ama baştan sona bütün Avrupa’nın aşama aşama nasıl bir ikiyüzlülük içinde debelendiğini, ırkçılığın, göçmen karşıtlığının kişilerin değil bizzat kurumsal bir biçimde toplumda büyütüldüğünü gözler önüne seriyor.

Dünyanın içinden geçtiği dönem gibi politik kriz anlarında, estetiğin görece ‘kabalaşması’ sıkça görülen bir durumdur ve bence bunda bir mahsur da yoktur. İşte Mungiu da bu kez hikayesinin sosyolojik dilini daha öne çıkararak sinemasını kontrollü kullanmayı tercih ediyor. Kahramanımız Matthias, Almanya’da çalıştığı mezbahada olay çıkarınca Romanya’ya Transilvanya’daki köyüne döner. Aralarının bozuk olduğunu anladığımız eşi ve ormanda gördüğü bir şeyden korktuğu için konuşmayı kesen oğlu ile yaşamaya başlayan Matthias’ın gönül ilişkisi yaşadığı Csilla’ya kayıyor kamera bir süre sonra…

Bölgenin en büyük ekmek fabrikasının yöneticisi olan Csilla, patronuyla birlikte göçmen işçi çalıştırmak için AB ile iş birliği yaparlar. Sri Lankalı iki göçmenin işe başlamasıyla kasabadaki ön yargılar da tetiklenir. Mevzu temel hakların oylandığı ‘plebisit’e kadar gider neredeyse. Csilla ve patronunun fazla mesai yapıp az para almayı kabul edecek işçi arayışının zorunlu bir sonucudur aslında göçmen işçiler. Haliyle bunu kabul etmeyen köyün gençleri de daha gelişmiş Avrupa ülkelerine gitmeyi tercih ediyorlar. Romanya’dan gelişmiş Avrupa kentlerine gidenler oradaki ön yargılarla mücadele ederken, Sri Lankalılar da buradakilerle uğraşmak zorunda kalıyor. Böylece herkesin kendisinden olmayanı, tehdit olarak gördüğünü küçümsediği bir silsilenin resmini çekiyor yönetmen. Buna başta AB olmak üzere kilise vb. kurumsal yapıları da eklemeyi ihmal etmiyor.

Mungiu öte yandan, AB’nin emek rejiminin sahte yüzünü de koyuyor ortaya. Romanya’da asgari ücretle yaşayamayanların gelişmiş ülkelerde yaşadıklarıyla, Avrupa’ya göç edenlerin durumları arasında paralellik kuruyor. Aynılaştırmıyor ama bunun birbirinin ayrılmaz parçası olduğunu vurguluyor özetle.

Son olarak göçmen işçilerin durumunun kalabalık tarafından tartışıldığı plan sekanstan bahsetmek lazım. Onlarca kişinin kadrajda olduğu, birçok kişinin söz aldığı bu uzun sahne hayranlık uyandırıcı açıkçası. Tek bir kişinin sırıtmaması, tek bir cümlenin fazlalık olmaması ve köyün sakinleri arasındaki gerilimin, ikiyüzlülüğün resmedilmesi muazzam gerçekten.

Bitirirken not düşelim. Mungiu, herkesin hallerini gösterirken kimseyi yargılamıyor, suçlamıyor. Transilvanya’nın küçük bir köyünden bakarak Avrupa’nın çürüyen yerlerini gösteriyor bizlere. 

Evrensel'i Takip Et