25 Aralık 2022 03:44

Öğrenilmiş çaresizlik

Fotoğraf: Pixabay 

PAZAR
Paylaş

Özgür Mumcu ve Eray Özer’in podcasti Yeni Haller’in kaçırdığım eski bir bölümünü dinledim bu hafta: Öğrenilmiş çaresizlik.

Öğrenilmiş çaresizlik kuramını ortaya Seligman atıyor. Hayvanlar üzerinde deneylerin henüz etik tartışmaya açılmadığı ’60’lı yıllarda biri kontrol grubu olmak üzere çaresizlik ve kaçış grupları diye üçe ayırdıkları köpeklere elektrik veriyorlar.

Kaçış grubundaki köpekler bir butona burunlarıyla bastıklarında elektriği kesebildiklerini kısa sürede öğreniyorlar.

Çaresizlik grubundaki köpeklerinse butonları çalışmıyor.

Bir süre sonra köpekleri güvenli bölgeye kaçabilecekleri yeni kabinlere alıyorlar.

Burunları ile düğmeye basarak elektriği kesebilen kaçış grubundaki köpekler elektrik verildiğinde hendeği aşarak güvenli bölgeye geçebilirlerken çaresizlik grubunda tesadüfi bir ikisi dışında diğerleri atlayıp kaçmayı denemiyor bile.

1967 yılında Gordon R. Stephenson “Beş maymun deneyi”ni yapıyor. Bir kafese 5 maymun konuyor, kafesin tepesine de muz asılıyor. Bir maymun merdiven ile muza ulaşmaya çalıştığında sadece merdivendeki maymun değil tüm kafesteki maymunlar çok soğuk suyla ıslatılıyor. Bir süre sonra hiçbir maymun merdivene yönelmiyor.

İkinci aşamada kafesteki maymunlardan biri, yeni bir maymunla değiştiriliyor. Yeni gelen merdivene yöneldiğinde diğerleri ıslanmak istemedikleri için onu döverek merdivene çıkmasını engelliyorlar.

Üçüncü aşamada eskilerden bir maymun daha yenisiyle değiştiriliyor. Onu merdivenden alıkoymak için en şiddetli döven sonradan gelen maymun oluyor. Oysaki onun ıslatılmayla ilgili tecrübesi yok. Neden dövdüğünü bilmiyor bile.

Son raddede değişe değişe kafeste ıslanma cezası hiç yaşamamış 5 maymun kalıyor ancak öğrenilmiş çaresizlik ile hiçbiri muzlara ulaşmayı denemiyor.

1974 yılında Donald Hiroto aynı deneyi gürültüye maruz bıraktığı üç grup insan üzerinde gerçekleştiriyor. Çaresizlik grubundaki insanlar yine son aşamada artık gürültüden kurtulmanın yollarını aramıyor, denemiyor bile.

Öğrenilmiş çaresizlik, kontrol edilemezliğin tespiti ile başlıyor. Sonucu kontrol edemeyeceğini tespit, çaresizliğin kabulünü getiriyor.

Objektif çaresizlikte sonucu kontrol etmek için bir şey yapamıyor insan.

Subjektif çaresizlikte ise sonucu kontrol etmek için bir şey yapamayacağına inanıyor.

Biz de 20 senedir bastığımız hiçbir düğme çalışmadığı için mevcut durumdan kurtuluş olmadığına şartlandırılmış gibiyiz. Öğretilmiş çaresizliğimizin ne kadarı subjektif diye sorgulamayı bıraktık sanki.

Çaresizliğe mitler ya da nedenler üretiyoruz; yargı ellerinde, kolluk ellerinde, Meclis çoğunluğu ellerinde, seçimle gitmezler, muhalefet dağınık, masalar dağılacak, aday belli değil.

İşte dinlediğim podcastte bir cümle sarstı beni: “Gün gelir biri o hendeği atlar ve dünyanın akışı değişir.”

Öğrenilmiş çaresizlikten çıkış için kontrol edilebilir şeylere odaklanmayı ve kontrolü ele almayı öneriyor uzmanlar.

Seligman, “Öğrenilmiş çaresizliğe tabii bir kimse pesimist ise çaresizliği depresyon halini alır. Optimistlerde ise bir başarısızlık, yalnızca kısa süreli bir moral bozukluğuna sebep olur” diyor.

Abramson ve arkadaşları 1978’e gelindiğinde, öğrenilmiş çaresizliğin ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmalarında şu öneriye varıyorlar; çaresizliği öğrenmekten kurtulmanın yolu toplumda değişim kültürünün yaratılmasıdır. Bunun için ise değişim süreci, değişim inancı yerleşmiş ve değişimi kabul etmiş bireyler ve değişimi yönetecek liderler gerekir.

Seçime giden yolda kontrolü siyasi muhalefete bıraktıkça öğrenilmiş çaresizlikten çıkma şansımız azalıyor.

Ha keza pesimizme teslim olarak da.

Çözümler öneriliyor, kapitalizm içinde çözümler, neoliberal politikalar vs. öğrenilmiş çaresizlik.

Hani değişim?

Hak talep ediyoruz, sistemin kaldırabileceği kadar bir hak hep; asgari ücret 8 bin 500 mü olsun 15 bin mi?

15 bini alsak çözülecek mi sorun?

İstanbul Sözleşmesi geri gelsin diyoruz, tamamen uygulansın. İktidarın aile kur baskısı psikolojik şiddettir ve suçtur oysa, dile gelmiyor.

LGBTİ+lar için yaşam hakkı diyoruz, sanki olmayabilirmiş gibi. Oysa onlar için de evlilik hakkı talep etmemiz gerekir.

Bizim mücadelemiz bile öğrenilmiş çaresizlikle geriliyor. Verebilecekleri kadar istiyoruz, birileri verecek diye, kontrol başkasında…

Asgari ücret öncesi grev yasağı geldi.

Bekaert ve Kartonsan işçileri grevde, aştılar o hendeği.

20 yıllık iktidarın öğrettiği çaresizlik kaç günde aşılır diyecekler, Boğaziçi direnişinin 721. günü Cumartesi Annelerinin 926. haftası, inat iktidarın tekelinde mi ki?

Asgari ücrete en iyi tepkiyi hangi muhalefet partisi koyacak diye beklemek kontrol edilemez sonuca çıkar.

Eller şaltere giderse kontrol işçiye ve emekçiye geçer.

Motokuryeler kontak kapattığında, öğrenciler amfilerden çıkmayı reddettiğinde, tüm kadınlar yönetim seviyesinden sözleşmeli olanına kadar eşit ücret için aynı gün iş bıraktığında, bir kadın çıkıp 6 yaşından beri uğradığı tecavüzü anlatmaya ve hesap sormaya karar verdiğinde yanında saf tutmuş milyonları gördüğünde, üretim kadar tüketimi de durdurup sistemi felç edebileceğimizi fark ettiğimizde, herkes ucu açık yorumları bırakıp çözümden bahsettiğinde ve değişime inandığında hendeği atlayacağız.

Neyin nasıl olamayacağını masaya yatırmaktan vazgeçip neyin nasıl olmasını istiyorsak onu konuşmak gerekiyor. Pesimistlikten böyle çıkarız.

Adayın kim olacağı değil, ittifakta kimin hangi koltuğa talip olduğu değil, önemli olan hangi program uygulanacak, Mecliste hangi taktikle çoğunluk alınabilecek o.

Siyasi muhalefete düş önümüze ve bizi bu karanlıktan çıkar diyerek olmayacak, önlerine düşüp öyle bir işaret fişeği atmalı ki aydınlığı gözlerini almalı, sesi kulaklarda çakmalı.

Görünür lider kim olursa olsun, işaret fişeklerini içimizdeki liderler yakacak.

Üzerinde grev sözcüsü yeleğiyle 20’lerinde bir işçi, muhtelemelen de kadın, kaskıyla bir kurye, baretiyle bir madenci, beslenme çantasız bir çocuk, harcını ödeyememiş bir öğrenci, ağaca sarılmış bir köylü, bağını savunan bir çiftçi, kayıt dışı emekçi bir temizlikçi, yetişememenin isyanında bir anne, özgürlüğü ertelemek istemeyen bir kadın.

Önceliklerimiz farklı olabilir, kimine özgürlük kimine adalet, kimine demokrasi, eğitim, sağlık, kimine hayvan hakları, kimine doğa, kimine refah birincil ihtiyaç ama yolu tıkayan en büyük kaya tek adam rejimi.

Hep birlikte önce ona yükleneceğiz. Sonrası bileğimize kuvvet yeniden mücadele.

Kalan taşları kenara çeke çeke açacağız yolu.

Bize bir şey vermeyecekler, biz alacağız.

Çaresizliğin dersini yeterince aldık, artık öğretmenin zamanıdır.

O aşamadan sonra gayrı muhalefet işaret fişeklerimizi takip etse yeter.

Kontrol hep halktadır zira, hatırlamamız yeter. Herkes bulunduğu alanda hatırlatmasını yapsın dilerim.

Değişecek, değiştireceğiz.

Değişmez denilen her an, kime kâr yazıyor aklımızda bulunsun.

Günler çıkışa yakın artık, optimistlerin zamanı geldi, buradan sonra umut ve cesaret zaferi yazar. Kaçış yok.

Kolay gele hepimize!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa