Hapishane Günlükleri-10

Fotoğraf: Fatih Polat/Evrensel
23 Aralık 2022
Bakırköy
Bu kez Bakırköy’de, bir kadın hapishanesinde, 6 yıl önceki deneyimlerime yenilerini eklemek üzere, son iki gündür yol ve adliye deneyimlerimi de paylaşabileceğim epeyce gözlem şimdiden birikti. Yol ve adliye gözlemleri öncesi Bakırköy, ikinci gelişimden ve değişikliklerden söz etmeli. Duruşma öncesi 22 Aralık’ta gelince Ankara’dan getirdiğim giysileri bir günlük ihtiyaca göre ayırıp gerisini emanet alacaklarını söylediler. Buna ilaçlarım ve Sincan’da hastanede reçete ettikleri ve satın aldığım tansiyon aleti de dahil. Tansiyon aletimi almayı başaramadım. İhtiyacım olunca hemen kendileri ölçecekmiş, nasıl olacaksa... Bu memleketin hapishanelerinde acil müdahale olanaklarının olmadığı hatta insanların yaşamlarını yitirdiği hepimizin malumu! Beni konuk edecekleri, kendi deyimleriyle “oda” gerçekte bir “tecrit hücresi” geçen sefer kaldığım 3. kattaki müşahede denilenlerden 37.’si önceki günlüklerden de anımsarsanız belki yatağın kapladığı alan ve dolap da çıkınca 5 metrekareyi bulmuyor. Yalnız bu kez hayli değişik bir tablo ile karşılaştım girer girmez. Yerler yıkanmış ve tertemiz, banyoda sabun, deterjan, ranzanın üst katında havlu ve terlik, camın önünde bir masa ve sandalye, bir buzdolabı, üzerinde de küçük bir televizyon vardı. Bu günlükler işe yarıyor sanki ne dersiniz? Dün verdikleri battaniyeyi nevresime geçirmeden üzerine koyup uyuyakalmıştım yorgunluktan. Sabah da eşyaları toplayıp hızla çıkınca yatağı da derleyip toplayamamışken, dönünce ne göreyim battaniye nevresime yerleştirilmiş, yatak pek düzgün yapılmış. Kim yapmışsa emeğine sağlık, hele sarsıla sarsıla yaptığım Ankara-İstanbul yolculuğu, üstüne tüm gün süren duruşma ve Çağlayan-Bakırköy sarsıntısı sonrası bu geceyi benzer şekilde geçiririm, diye düşünürken ve belime pek güvenmezken, çok makbule geçti bu emek. Ancak bu durum ötesinde olumlu başka değişimden söz etmek mümkün değil. İkinci gün cuma olup da, mesai de bitince kantin ve kütüphane pazartesi gününe kadar kapalı. İki gündür çay içemiyorum, bu bir yana, koskoca 2 gün, hatta getirmeleri de günü en azından yarılar, 3 günü bulacak bir kitapsızlık hali ile karşı karşıyayım. Sincan’da yeni uygulamayı ikinci ayımız sonuna gelirken bildirip, dostlarımın gönderdiği onlarca kitabı ocaktan önce alamayacağımı öğrendiğimde, uzun bir dilekçe döşenip, kitapsız bırakılmanın, gelen kitapları iki ayda bir vermelerinin kütüphaneden de haftada bir, 5 ile sınırlandırmalarının günde bir, bazen iki kitap bitiren biri için hak sınırlaması olduğu, hatta kasıtlı ve ruh sağlığını bozucu etkisi nedeniyle işkence kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiş, aynı gün en azından kütüphane talebime uyup 5 de olsa kitap getirmişlerdi ama burada dilekçe için bile pazartesi gününü beklemeliyim. Hafta sonu zor geçecek anlaşılan.
Gelelim yola, duruşmada da olsa söz ettim ama olmayanlar için bu gözlem anlamlı. Tüm başvuru ve taleplerimize, sağlık nedeniyle sevk aracı değil de uçakla nakledilme gereğini anlatan rapora rağmen, bir sevk aracı ile kara yolu ile geldim. Elbette memleketin en uzak köşelerine, 1 günü bulan yollarda bu sevk araçlarıyla nakledilen mahpusları düşününce, Ankara-İstanbul arası 5.30 saatlik yol yoldan sayılmaz. Üstelik kendilerinin ifadesi ile en rahat sevk aracı türünü seçmişlerdi. Hastaneye gittiğimde de bindiklerimden, bir minibüs olanı. Koltuklar en azından otobüs koltuğu gibi, yumuşak. Diğerlerinin koltukları sert bakalitten, çoğu sevkte de onlar kullanılıyor. Bir de kımıldama olanağı vermeyen tek kişilik kafesler var ki, onlarla saatlerce yolda olmayı varın, düşünün. Tüm güvenlik tedbirleri alınarak sevkim istendiği için, bu saatler boyu üzerime kilitlenmiş 3 sıralık koltuklarda kelepçeli geldiğimi de söylemeliyim. “Kanun” öyleymiş. Kullanılan ve arasında bisiklet zinciri mekanizmasına benzer düzenek nedeniyle hareketi sınırlayan kelepçe ile yolda verdikleri kumanyayı yemek, hele su şişesinin kapağını açmak hiç kolay değil. Aracın amortisörleri varsa da çalışmıyordu, ondan eminim, zira hanidir hissetmediğim bel ve boyun fıtıklarımın yerinde durduğuna ikna etti beni yolculuk.
Biliyorsunuz, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası hızla gözaltı sürelerini uzatmış, 15 güne çıkarmışlardı. O dönemde darbe girişimine katıldıkları iddiası ile gözaltına alınanlar da, en azından bir kısmı, adliyelerin bodrum katlarındaki nezarethanelerde tutulmuştu. O nedenle nasıl yerler olduğunu merak ediyordum. Başvurulardan öykülerinde dinlemiş olsam da, kendimi görmek, koşulları öğrenmek istiyordum doğrusu. Çağlayan’da -7. katta yan yana pek çok nezarethane var. İçi hayli geniş, ben yalnız tutulduğum için bana ferah gelen, ancak içinde duvar boyunca ve ortadaki iki sıra olmak üzere 50’yi bulan tekli, sabit oturma yeri olan, bir köşesinde alaturka tuvalet, pisuvar ve lavabo bulunan bir alan, ama o dönemde nezarethanelerde oturma yeri sayısının çok üzerinde insanın tutulduğu, nöbetleşe oturdukları öykülerinde paylaştıkları bilgiydi görüşmelerde. Üstelik bu alanda 15 gün boyunca gece gündüz kaldıklarını, bu sandalyelere uzanmanın aralarındaki mesafe, şekil ve boyut itibarıyla hayli zor olacağını, uyumak için yere uzandıklarını ifade ettiklerini de düşündüğümde, günlerce kapatılmak için yapılmamış böyle bir ortamda tutulmalarının kendisinin işkence kapsamında değerlendirilmesi gerektiği açık. Yıkanma olanağı olmayan, kalabalık bir insan topluluğunun tek tuvalete mecbur kaldığı bir ortam sağlık açısından da temizliği yok sayan, temel ihtiyaçları görmezden gelen ve günlerce süren bir işkenceyi dayatıyor. İçinde bulunmak, o günlerdeki koşulları daha kolay hissetmemi sağladı böylece.
Gördüğünüz gibi epey bir gözlem sığdırdım bu iki güne. Şimdilik ikinci duruşmaya kadar tecritteyim, bakalım bu kez havalandırmaya çıkmayı başarabilecek miyim, göreceğiz. İlk duruşma son günlüklerde de paylaştığım “ihsas-ı rey”e uygun seyretti. Ben konuşmamış, avukatlarım o olağanüstü örneklerle durumun hukuk dışılığını anlatmamış gibi, ilk iddianameyi tekrar eden bir mütalaa ve tutukluluğun devamı ile gözlemlerimi yetersiz bulduklarını ve müfettişliğe devam etmem gerektiğini bildirdiler, artık 29 Aralık ne getirecek hep birlikte göreceğiz.
Bu arada buzdolabı küflü, televizyon da çalışmıyor. Odanın alanını daha da küçültmekten öteye gitmiyor. Çay, kahve olanağı yok, sabah kahvaltı niyetine yalnız ekmek var. Memleketimin insanlarını daha da derinden hissetmem için ellerinden geleni yaptıklarına kuşku yok. Peynir fiyatının alıp başını gittiği bir memleketin evladıyım ne de olsa...
Evrensel'i Takip Et