30 Aralık 2022 04:31

Taarruz

Fotoğraf: İBB

Paylaş

‘Olayların fırtınası’ altında geçen 28 Aralık Çarşamba günü, bu tür fırtınalara şerbetli olan Türkiye için bile baş döndürücü bir gün oldu. Aynı gün içinde farklı konularda pek çok ‘önemli gelişme’ yaşandı ve bu gelişmeler, ülkenin önündeki seçim ve göğündeki politik gerilim konusunda, özellikle iktidarı elinde tutan güçlerin yol haritasını anlamak açısından anlamlı bir tablo oluşturdu.

Aynı gün içinde…

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında YSK üyelerine ‘ahmak’ dediği iddiasıyla hapis ve siyaset yasağı veren mahkeme kararının gerekçesi açıklandı…

Bu cezaya ek olarak devreye sokulan ve İstanbul belediyesinin ekonomik ve politik olanaklarını gasbetme amacında önemli bir pençe darbesi olan terör soruşturmasıyla ilgili olarak, Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile İçişleri Bakanı Süleyman Soylu arasında, neredeyse tüm güne yayılan ve benzerlerine ender rastlanan bir demeç düellosu yaşandı. Özellikle İçişleri Bakanı Soylu’nun, bırakın ‘hukuk devleti’ olma iddiasındaki modern idareleri, keyfi derebeylik yönetimleri için bile cüretkâr sayılabilecek bir şekilde; hakkında hiçbir soruşturma bile olmayan insanları, yakınlarının ‘terörist’ olduğu iddiasıyla ‘terörle iltisaklı’ ilan etmesi ve bunu canlı yayında, söz konusu kişilerin isim ve resimlerini kameralara göstererek yapması ayrıca not edilmeli. Türkiye, devlet ve devlet görevlileri eliyle işlenen suçlar konusunda zengin bir repertuvara sahip. Ancak bir İçişleri Bakanı’nın, siyasi amaçlarla ve alenen, bir TV yayınında, masum yurttaşları suçlu ilan etmesi, bu repertuvar için bile fazla iddialıydı.

Ülke tarihinin en yaygın ve kitlesel gösterilerini oluşturan Gezi direnişi nedeniyle yargılanan ve tutsak edilen kişiler hakkında İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince verilen hapis cezaları, istinaf mercii tarafından onandı. İstinaf, Osman Kavala için müebbet, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman ve Yiğit Ekmekçi için 18'er yıl hapis cezalarını ‘yerinde’ buldu.

Yine aynı gün, Ankara’daki Gezi protestoları nedeniyle yargılanan 23 kişi, 13 yıl 6 ay hapse varan ağır cezalara çarptırıldı.

Türkiye 11 yıldır neredeyse örtülü ve tek taraflı bir ‘savaş’ halinde olduğu Suriye’nin yönetimiyle Genelkurmay başkanları ile istihbarat örgütleri başkanları düzeyinde, üstelik ‘üçüncü bir ülke’de görüşme gerçekleştirdi. Emevi Camii’nde namaz, Katil Esed gibi parolalarla çevrelenmiş, mezhep ayrımları ve düşmanlıklarının kışkırtıldığı, asimetrik savaş unsurlarının ve dizginsiz bir terörün kullanıldığı 11 yıllık çabanın sona erdiğine dair önemli bir işaret olarak kayda geçti bu görüşme de…

8 Eylül 1999 günü, Türkiye halen yıkıcı 17 Ağustos depreminin tozu dumanı ve enkazı içindeyken Meclis’ten geçirilen/kaçırılan bir kanun sonucu emeklilik yaşının 58 ve 60’a yükseltilmesiyle ortaya çıkan büyük mağduriyetin kısmen giderilmesine ilişkin bir ‘geri adım’ geldi Saray yönetiminden. Erdoğan, vaktiyle “seçim kaybetme pahasına değiştirmem”, “erken yaşta emeklilik olmaz” terslemeleriyle geçiştirdiği “emeklilikte yaşa takılanlar” sorununu, mahcup denebilecek bir açıklamayla kabullendi. Emeklilik, Türkiye’deki milyonlarca emekçinin gasbedilmiş bir hakkı iken, 2 milyon kadar kişinin mağduriyetini kısmen gideren bu geri adım da yine aynı günün akşamında atıldı…

Bazıları birbiriyle ilgisiz gibi görünen tüm bu gelişmelerin ortak yanı, siyasal iktidarı elinde bulunduran tek adam rejiminin hem sıkışmışlığını hem de bu sıkışmışlıkla doğrudan bağlantılı olan ‘gözü karalığı’nı göstermeleridir.

Bu yazı, yaklaşık 8 ay önce, Mayıs 2022’de yazılmış bir yazıyla aynı başlığı taşıyor. Oradaki tezi tekrarlamakta bugün için bir beis yok: Rejim; toplumun ‘çoğunluğuna’ ihtiyaç duymayacağı bir ‘çıkışa’ da hazırlık niteliğinde aleni bir kamplaşmanın, yargının, kolluğun ve mümkün olan tüm unsurların muharip güç haline geldiği bir çatışmanın içinde ikbal aramaktan kaçınmayacağını, hatta buna giderek mecbur kaldığını gösteriyor.

Çarşamba günü ortaya çıkan tablo, mecburiyetle gözü karalığın, çaresizlikle cüretkârlığın iç içe geçtiği bir olaylar zincirinden oluşmaktadır.

İstanbul belediyesine, siyasetin yargıyı güdümlediği ve güdümlenmiş yargının siyasi amaçlarla sürdürdüğü bir operasyonla el konulması; bunun için bazı yurttaşların suç sayılması gereken bir yöntemle suçlanması, benzer şekilde Gezi cezalarıyla, Şebnem Korur Fincancı’nın tutukluluğu ve açık işkenceye varan uygulamalarla toplumsal muhalefetin ileri unsurlarının tutsaklığının perçinlenmesi; iktidar sahiplerinin meşruiyet arayışından vazgeçmeye ne kadar yatkın olduğunu gösteren bir ‘gözü karalık’ işaretidir.

Suriye’deki vekâlet savaşının sürdürülemez hale geldiğinin resmi kabulü ve muhtemelen Kobane operasyonundan sığınmacıların ‘geri gönderilmesi’ne dek bir dizi ‘rica’nın gündeme geldiği görüşme, rejimin iç ve dış açmazlarının birbirine geçtiği bir mecburiyet adımıdır. Keza, toplumun emeğiyle geçinen en geniş kesimlerinin huzursuzlukları, geçim ve çalışma rejimi sorunları karşısında kibirli tutumların terk edilip geri adım atmak zorunda kalmaları da…

Türkiye 2023’e, mecburiyet ve cüretkârlığın tehlikeli bir potansiyel de barındıran bu terkibiyle giriyor. “Bekleyin sandığı gidecekler” tesellisi bu taarruz stratejisi karşısında dayanıksız ve işlevsizdir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa