Suriye’de malumun ilamı ve çözümsüzlüğün devamı
![](https://www.evrensel.net/images/840/upload/dosya/225451.jpg)
Fotoğraf: Arif Akdoğan/AA
Milli Savunma Bakanı Akar’ın Moskova’da Suriye Savunma Bakanı Abbas ile bir araya gelmesiyle malumun ilamı gerçekleşti. Erdoğan iktidarı, 11 yıl önce gayrimeşru ilan edip devirme hedefiyle yola çıktığı Suriye yönetimini yeniden resmen tanımış oldu. Malumun ilamı diyoruz, çünkü Erdoğan iktidarı zaten 2016’dan sonra Suriye yönetiminin en büyük destekçisi Rusya ile ve 2017’den sonra da Suriye’nin diğer önemli destekçisi İran’ın dahil olduğu Astana Formatıyla Esad’ı devirme hedefinden vazgeçtiğini, vazgeçmek zorunda kaldığını kabul etmiş oluyordu.
Elbette bu durum, bu görüşmelerin ara buluculuğuna soyunan Rusya’nın Savunma Bakanı Şoygu’nun ev sahipliğinde Türkiye ve Suriye savunma bakanları ile bu ülkelerin istihbarat şefleri arasında yapılan üçlü görüşmenin önemini ortadan kaldırmıyor. Evet, Türkiye ve Suriye yönetimlerinin ve ara bulucu Rusya’nın önceliklerinin farklı olması, bu görüşmelerden sonuç alınmasını oldukça zorlaştırıyor. Ancak devam edeceği açıklanan bu üçlü görüşmelerin kaçınılmaz bir biçimde Suriye sahasına yansımaları olacağını da şimdiden söyleyebiliriz.
Öncelikle Suriye-Türkiye ve Rusya arasında üçlü görüşmelerin yapılması önerisinin Erdoğan’dan geldiğini ve Putin’in de bu öneriye olumlu yaklaştığını belirtmek gerekiyor. Erdoğan’ın önerisi sonrasında Rusya cephesinden gelen “Bu konuda Suriye yönetimi ile temas halinde oldukları” açıklaması, aslında Suriye’ye baskı yapıldığı biçiminde yorumlanabilir.
Aynı şekilde, Erdoğan’ın üçlü görüşme önerisi yapmasından (Rusya’nın ara buluculuğuna başvurmasından) daha önce iki ülkenin istihbarat şefleri arasında yapılan görüşmelerden istenen sonucun alınamadığı sonucunu da çıkarabiliriz.
Moskova’daki üçlü görüşmenin ardından Rusya Savunma Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada “Suriye krizinin çözümü, sığınmacı sorunu ve Suriye’deki radikal gruplarla mücadele” konularının görüşüldüğü belirtildi.
Ancak sığınmacı/mülteci sorununun çözümünden ve “terörle mücadele”den Türkiye ve Suriye yönetimlerinin farklı şeyler anlamaları, bu görüşmeler üzerinden çözüme ulaşmanın neden kolay olmadığını/olmayacağını da açıklıyor.
Erdoğan yönetiminin mülteci sorununu çözmek adına el Kaide’nin devamcısı HTŞ’nin işgali altındaki İdlib’e ve ÖSO/SMO adı altında bir araya getirilen cihatçı gruplarla birlikte işgal edilen bölgelere (Afrin, Azez, Cerablus vd.) yüz binlerce briket ev yaptığı, yapmaya devam ettiği biliniyor. Suriye yönetiminin böylesi bir çözümü kabul etmesi, ülkenin bir bölgesinde özerk bir ‘cihadistan’ kurulmasını kabul etmesi anlamına gelir ki, bu olanaklı görünmüyor. Böylesi bir yapılanmanın sadece Suriye için değil, Türkiye ve bütün bölge için büyük bir tehdit oluşturacağı gerçeği de başka bir tartışma konusudur.
Esad’ın geçtiğimiz günlerde 21 Aralık 2022 öncesinde işlenen suçlar için ‘genel af’ ilan etmesi de bu sorunun kendi kontrolünde çözümü yönünde atılmış bir adım olarak değerlendirilebilir.
Suriye’de siyasi bir çözümün önünü açmak bakımından en kritik konu, terör örgütlerinin tasfiyesi meselesidir. Çünkü bu yönde bir adım atılmadan ne mülteci sorununun ve ne de güvenlik sorununun çözümü mümkündür.
İdlib’deki cihatçıların tasfiyesi konusunda Soçi Mutabakatı’nda üstlendiği sorumlulukları yerine getirmeyen ve cihatçı gruplarla iş birliğini sürdüren Erdoğan yönetiminin “terör örgütleri” deyince kimleri anladığı bir sır değil. Erdoğan yönetimi, “terör” deyince ülke içinde Kürt sorununda sürdürdüğü politikanın da bir devamı olarak Kuzey ve Doğu Suriye’deki Kürt Özerk yönetimini ve buradaki PYD ve SDG gibi örgütleri anlıyor - ki, bunlar Türkiye için tehdit oluşturmadıklarını ve güvenlik konusunda görüşmeler yapmaya hazır olduklarını her fırsatta dile getiriyorlar. Bunların yanına uzunca bir dönem “öfkeli çocuklar” diyerek destek verdiği ama artık işine yaramaz hale gelince Fırat Kalkanı operasyonunda olduğu gibi Kürtlere karşı müdahaleyi/operasyonları meşrulaştırmak için kullandığı IŞİD’i ekliyor.
Suriye’deki Esad yönetimi ve destekçisi Rusya ise, HTŞ ve Erdoğan yönetiminin desteklediği cihatçı grupları terör örgütleri olarak tanımlıyor ve zaman zaman bunlara karşı operasyonlar yapıyor.
Rusya ve Suriye yönetimi, Kürtlerin ABD ile sürdürdükleri iş birliğinden rahatsız olsalar da Kürtleri çözümün bir parçası olarak görüyor. Mesela PYD’nin Moskova’da temsilciliği bulunuyor. Türkiye’nin son hava operasyonları sonrasında Suriye’deki Rus Güçlerinin Komutanı Aleksandr Çayko’nun SDG Komutanı Mazlum Abdi’yle görüşme yapması da Rusya’nın tutumunu özetliyor. Suriye yönetimi de Kürtleri “terör örgütü” olarak değil, terör örgütlerine karşı mücadele eden ‘milli güçler’ içinde tanımlıyor.
Ancak bu durum Rusya ve Suriye yönetiminin, Kürtlerin ABD ile sürdürdükleri iş birliğinden ve demokratik-özerk bir statünün kabulü temelinde bir çözümü savunmalarından rahatsız olmadıkları anlamına gelmiyor. Aksine özellikle Rusya, uzunca bir süredir Erdoğan yönetimi ile sürdürdüğü iş birliğini Kürtler üzerinde baskı kurmak ve onları Suriye yönetiminin dayattığı çerçevede bir çözüme razı etmek için bir baskı/tehdit unsuru olarak kullanmaya çalışıyor.
Son yapılan üçlü görüşmenin ve oluşturulan üçlü mekanizmanın da hem Rusya ve hem de Suriye yönetimi tarafından Kürtler üzerindeki baskıyı arttırmak için kullanılmak isteneceğine de şüphe yoktur.
Toparlamak gerekirse, yapılan son üçlü görüşme üzerinden şu sonuçlar çıkarılabilir:
Erdoğan iktidarının 11 yıl sonra Suriye yönetimiyle resmen görüşme yapması, Suriye politikasının başarısızlığının bir ifadesi olarak anlam kazanıyor. Ancak Erdoğan iktidarının başarısızlığını itiraf etmesi, bu görüşmenin yeni duruma göre pozisyon almaya ve temsil ettiği güçlerin çıkarlarını korumaya yönelik bir hamle olduğu gerçeğini de değiştirmiyor.
Erdoğan’ın önerisinin hemen ardından Moskova’da üçlü görüşmelerin gerçekleştirilmiş olması, Putin yönetiminin Türkiye’de yaklaşan seçimler öncesinde Erdoğan yönetiminin elini güçlendirmeye yönelik bir hamlesi olarak da anlam kazanıyor. Erdoğan bu mekanizmayı seçim sürecinde mülteci sorununda kendi üzerinde oluşan baskıdan kurtulmak ve Kürtlere karşı en azından sınırlı bir müdahale için taviz kopararak milliyetçi dalgayı arkasına almak için kullanmak istiyor.
Peki, Putin neden Erdoğan’ı destekliyor?
Çünkü, 2016’dan beri sürdürülen iş birliği ve kurulan mekanizmalar, emperyalistler arasındaki egemenlik mücadelesinin sertleştiği bir dönemde NATO üyesi bir ülkenin yönetiminin Rusya’ya daha fazla angaje olmasını sağlıyor. Özellikle Ukrayna savaşının yarattığı yeni dengeler Erdoğan’ın Putin için önemini arttırıyor. Dolayısıyla üçlü görüşmeler masadaki sorunların kısa sürede çözümünü sağlayamayacak olsa da bu görüşmeler Erdoğan yönetimini Rusya’ya daha fazla bağlayan yeni bir mekanizma olarak karşımıza çıkıyor.
Oluşturulan üçlü mekanizma bugünkü haliyle Kürtlerin demokratik istemlerine karşı bir baskı unsuru olmakla kalmıyor; geçtiğimiz günlerde Afrin’e giren HTŞ’nin, Erdoğan yönetimi destekli cihatçıları da yanına alarak hem Suriye’de ve hem de Türkiye’de cihatçı terör tehdidini büyütmesi riskini de yaratıyor.
Bu görüşmelerin sahaya yansımalarını ve Suriye sorununun çözümüne etkilerini yeni yılda da tartışmaya devam edeceğiz. Ancak bugünden görünen şey, bu görüşmelerin başlamasının bile Erdoğan iktidarını Esad yönetimi ile ilişki kurmaya zorlayan Rusya’nın hanesine bir kazanım olarak yazıldığıdır.
Evrensel'i Takip Et