2022’den geride kalan
Görsel: Pixabay
Yılın son birkaç haftasında olup bitenler, kronikleşmiş toplumsal, ekonomik ve siyasal sorunlarımızı yansıtıyor.
Şebnem Korur Fincancı’nın, uzmanı olduğu konuda kendisine yöneltilen bir soruya “Araştırma yapılsın” diyerek cevap verdiği için tutuklanışı, altı yaşındaki bir kız çocuğunun uğradığı taciz için yargının ancak olayın kamuoyuna yansımasından sonra harekete geçişi, Ekrem İmamoğlu’nun Yüksek Seçim Kuruluna hakaret ettiği iddiasıyla hapse mahkum edilişi, HDP İstanbul İl Eş Başkanı Ferhat Encü’ye polis tarafından tokat atılışı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Malatya’da sivil toplum kuruluşları ve sektör temsilcileriyle yaptığı toplantıda LGBT+ bireyleri hedef alışı, açıklanan yeni asgari ücretin yetkilendirilmiş ‘Asgari Ücret Tespit Komisyonu’ yerine Cumhurbaşkanınca açıklanışı, tarımda girdi maliyetinin ekim ayı için bir önceki yıla göre yüzde 134.76 oranında artışı, Belgesel Yönetmeni Sibel Tekin’in yaptığı bir çekim için örgüt üyeliğinden tutuklanışı, 18 limanın işletme hakkı süresinin bir torba kanunla 49 yıla uzatılışı, RTÜK’ün Halk TV, TELE 1 ve Fox TV’ye mesnetsiz gerekçelerle yeni cezalar verişi, HDP Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel’in milletvekilliğinin “devamsızlık” gerekçesiyle düşürülüşü, Ticaret Bakanının en fazla şubeye sahip dört zincir marketin genel müdürleriyle “fiyat uyarısı” yapmak üzere bir araya gelişi ve 58 milyar metreküplük doğal gaz rezervinin tam zamanında keşfedilişi, benzerlerini yıl boyunca izlediğimiz haberlerden yalnızca birkaçı.
Temel hakların sağladığı güvenceleri, hukukun üstünlüğünü, demokrasinin temel ilkelerini ve insan zekasının sınırlarını ayaklar altına alan bu yaşanmışlıklar haritası bize ne söylüyor? Bu sömürü, adaletsizlik ve algı yönetimi yüklü karmaşanın devamından kim kârlı çıkıyor?
Olup biteni anlamlandırabilmek için Türkiye’nin farklı köşelerinden gelen baskı, hak ihlali ve kural tanımazlık örneklerinin birbirine ışık tutan yanlarına bakmak gerekiyor. İşçi sınıfını, azınlık ve muhalifleri baskı altında tutan, yoksullaştıran ve emeğine yabancılaştıran bu sürecin her şeyden önce üretim ve bölüşüm ilişkilerinin temel dinamikleriyle birlikte düşünülmesi büyük önem taşıyor.
Bir yapboz oyunu gibi bu parçalar birleştirildiğinde, siyasal sisteme egemen olan kuralsızlık, patriyarkal dayatmacılık, sistemli ayrımcılık ve belki de bunlardan daha da önemlisi artık saklama ihtiyacı duyulmayan baskıcı bir pervasızlık gözler önüne seriliyor.
* * *
2022’de yaşadıklarımızdan süzülen ve 2023’e aktarılan mekanizmayı şu şekilde özetlemek mümkün.
Siyasal alan adeta bir dayatma ortamı olarak kurgulanmış durumda. Rejim, her seçim döneminde seçim sistemini çıkarı doğrultusunda düzenliyor. En tepedeki reis benzeri yerel reisler siyasete yön veriyor. Buna rağmen demokratik kurumların biçimsel olarak işliyor görünmesine büyük önem veriliyor. Fren ve denge denetiminden yoksun başkanlık sisteminde parlamentoda çoğunluğa sahip olma avantajı, yasama organını yalnızca bir onay makamı olarak kullanmayı beraberinde getiriyor. Etkisiz olan yalnızca muhalif partiler değil, bir bütün olarak Meclis. Tam aksi iddia edilmesine rağmen, bürokratik-otoriter bir devlet işleyişi süreci belirliyor. Muhalefet etmenin yıkıcılık olarak yaftalanması ve meşruiyet alanı dışında tanımlanması rejim sözcüleri için olağan hale gelmiş durumda. Kamuda çalışan personele devlet değil, parti personeli gibi davranılıyor. Bürokratik engellerin aşılmasının iktidar aygıtına ve onun liderine bağlanması, meşru yöntem ve kanalların hantallık gibi gösterilmesi sık rastlanan bir alışkanlık.
Yürütmenin yargıya tahakkümü altında serpilen korku ikliminde kişisel çıkar ve kayırmacılığa dayalı ilişkilerin egemenliği belirleyici. Yolsuzluk yaygın. İhaleler, lisanslar, kamu kaynakları, iktidarın siyasal hedeflerine uygun olarak dağıtılıyor. Bütçenin yapısı ve öncelikler sırası rejimin ihtiyaçlarına göre belirleniyor. Ekonomik kaynakların adil dağıtılmayışı nedeniyle üretimde verimlilik düşüyor. Patronlar dünyası ise konumunu korumak için çoktan iş birliğini tercih etmiş durumda.
Özellikle son yirmi yılda kültürel örüntüler üzerinden ustalıkla bölünmüş bir toplumsal ortamda, negatif gelişmelerden “öteki”lerin sorumlu tutulması hayli yaygın. Çıkar ağlarının kalıcılığı, kültürel politikalar ile destekleniyor. İktidar partisi ile muhalefet arasındaki rekabet, ilkesel ve modern ayrımlar yerine geleneksel dayanışma ilişkileri öne çıkarılarak sürdürülüyor. Ortaya saçılan yolsuzluk dosyalarının yargıda bir sonuç üretmemiş olması nedeniyle siyasal alandan soğuma ve sınırlı katılım genişliyor.
* * *
Böylesi bir tablo önünde siyasal alanı ve muhalefet mecralarını yeniden tanımlama ve kitlelere anlamlı gelecek muhalif bir kimliğin inşası görevi, 2023’te alanlarda daha çok olmayı gerektiriyor.
- Ahmet Özer'in tutuklanması ve Kolombiya barış sürecinden dersler 03 Kasım 2024 04:32
- Fethullah Gülen'den sonra... 27 Ekim 2024 04:02
- ‘Çözüm’ü küçük çıkarlar için heder etmek 20 Ekim 2024 04:47
- ‘İç cephe’ çağrılarını 10 Ekim 2015’te yitirdiklerimizin fotoğraflarına bakarak düşünmek 13 Ekim 2024 04:47
- İsrail devleti terörü neleri örtüyor? 06 Ekim 2024 04:32
- Sağda birlik arayışları ve Kürtler 29 Eylül 2024 04:45
- Günay Kubilay'dan "Bir Kumpas Davasının Anatomisi" 22 Eylül 2024 04:00
- Narin… 15 Eylül 2024 04:51
- Reşit Kibar "Ne" için öldürüldü? 08 Eylül 2024 04:04
- ‘Barış’ emekçinin hayatına nasıl dokunur? 01 Eylül 2024 04:10
- ‘Kolektif Şiddet Siyaseti’ 25 Ağustos 2024 05:07
- Filistin kimin ‘dava’sı? Filistin kimin ‘dava’sı olmalı? 18 Ağustos 2024 04:50