02 Ocak 2023 04:40

'Pele kralsa ben de jakobenim!'

Futbol sahaısnda pele

Fotoğraf: El Grafico/Wikimedia Commons

Paylaş

2013 yazında tarihinin en kitlesel protestolarına ev sahipliği yapan Brezilya’da, Rio de Janeiro’daki eylemlerden birinde taşınan dövizde başlıktaki ifade yer alıyordu. Sao Paulo’da otobüs biletlerine gelen zamma tepki olarak başlayan protestolar, ülkenin büyük kentlerine yayılmış; devletin sağlık ve eğitim hizmetlerine yeterince bütçe ayırmaması, yolsuzluk, polis şiddeti gibi sistematik sorunlar hedefe konmuştu. Protestolara verilen isimlerden biri, aynı döneme denk gelen 2013 Konfederasyon Kupası nedeniyle, “Copa das Manifestaçoes” yani “Eylemler Kupası”ydı. Sokakları dolduran yüz binler, kamu hizmetlerine ayrılmayan kaynakların, ülkenin ev sahipliği yapmaya hazırlandığı 2014 Dünya Kupası ve 2016 Olimpiyatları için harcanmasına da tepkiliydi. “Stadyum değil hastane ve okul istiyoruz” protestoların önemli vurgularından biriydi. Aynı dönemde Pele, “protestoları sonlandırma” çağrısı yaparak “Milli takımın ülkemizin ta kendisi ve kanımız olduğunu unutmayalım” deyince tepkilerden payına düşeni aldı. Pele şaşkındı belki ama 2013 yazı Brezilya’da hatırı sayılır bir kesimin, ülkenin futbolla kurduğu abartılı ilişkiyi ters yüz etmeye karar verdiği dönemdi ve işe “Kral”ın kendisiyle başlanması sürpriz değildi.

Protestocuların kurduğu “kral/jakoben” karşıtlığına uygun şekilde Pele’ye bu lakabı 1958 Dünya Kupası sonrası Fransızlar vermişti. 17 yaşındaki Pele, İsveç’teki Dünya Kupası’nda tozu dumana katarken yarı finalde Fransa’ya 3, finalde İsveç’e 2 gol atmıştı. Paris Match, finalin ardından yayımladığı haberde futbol dünyasının artık yeni bir kralı olduğunu müjdelemiş ve lakap, sonsuza kadar Edson Arantes do Nascimento “Pele”nin olmuştu. Pele, kesinlikle unvanına uygun bir futbolcuydu. Tekniğiyle birleştirdiği hızı ve gücüyle komple futbolcu tanımını baştan yazmıştı. Ayrıca mütevazıydı, takım oyuncusuydu, bencillikten uzaktı. 1950’lerin sonunda başta kültür olmak üzere pek çok sahada büyük bir atılım gerçekleştiren Brezilya’nın dünyaya damgasını futbolla vuracağının alametiydi. Aynı dönem televizyonun yaygınlaşmaya başladığı dönemdi ve bu sayede Pele, bildiğimiz anlamda ilk küresel yıldız olarak Avrupa’dan Afrika’ya herkesin gönlüne girdi.

Tüm uluslararası şöhretine rağmen Pele, saha içindeki “kral”lığını, saha dışında yaşayacak güce sahip değildi. Politik arenada 1964 darbesi onu generallerin kuklası pozisyonuna indirgerken sporda ise onu sürekli kontrol eden, sömüren ve aşağılayan bir Joao Havelange gerçekliği vardı. “Ulusal hazine” ilan edildiği için yurtdışına transfer olamıyordu, kariyeri üzerinde söz hakkı kısıtlıydı. Askeri diktatörlüğün “Büyük Brezilya” sloganını dolaşıma soktuğu dönemde 1970 Dünya Kupası’nda oynamayacağını açıklamış ama kararından dönmek zorunda kalmıştı. 1972’de uluslararası medyaya “Brezilya’da diktatörlük yok, Brezilya liberal bir ülke. Bizler özgür insanlarız. Liderlerimiz bizim için neyin en iyi olduğunu biliyor, bizi hoşgörü ve vatanseverlik duygularıyla yönetiyor” demeçleri vermek zorunda kalıyordu. Ülke genelinde fotoğrafları, dev billboard’lara “Bu ülkeyi kimse durduramaz” ve “Ya sev ya terk et” sloganlarıyla asılıyordu. Nihayet kariyerinin sonunda ülke dışına çıkıp New York’a gidebildi, birilerinin “adamı” olmaktan kurtulma fırsatı yakaladı ama artık etkisi sınırlıydı ve ticari açıdan önemli bir figür olmanın ötesinde toplumsal bir anlam taşımıyordu. Andy Warhol’un “15 dakikalık şöhret” kuralının istisnası olduğu yönündeki tanımlaması açıkçası cömert bir övgüden fazlası değildi. Pele, çok büyüktü, çok güzeldi, hoş bir sadaydı ama aynı zamanda zayıf ve etkisizdi. İsmi ne kadar büyük olursa olsun “sıradan insan”ın sporu ve kahramanlarını ne kadar ciddiye alması gerektiğinin daimi bir hatırlatıcısıydı. Bunu herhalde en iyi “Pele kralsa ben de jakobenim” sloganı özetliyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa