Bütçeden bir kuruş çıkmıyor (mu?)

Fotoğraf: İbrahim Aktaş/AA

Hepimiz hatırlarız, bir zamanlar bazı altyapı projeleri yapılırken, itiraz edenler cehaletle suçlanıyor, bütçeden bir kuruş dahi çıkmadığı toplumu azarlarcasına haykırılıyordu. Evet, işlerin yapıldığı dönemde bütçeden bu işler için bir kuruş dahi çıkmıyordu. Belki de bu projelerle ilgili anlaşmaları yapanlar ileriye ait görüşleri olmadığı için samimi ve mutlu idiler. Yazık, hem de çok yazık, gelecek hakkında en ufak bir öngörüsü dahi olmayanların siyasete soyunup, koca bir ülkeyi yönetmeye kalkmasına!

Bu konuda sadece siyasiler mi suçludur? Bence, siyasiler yanında fakültelerimiz ya da planlama dairelerindeki eksperler de suçlu değil mi? Birazcık dünya literatürünü karıştıranlar yap-işlet-devret ya da kamu-özel ortaklığının kime yarar sağladığı, kime maliyet yıktığını, bu tür projelerin yönetişim modelleri olarak neden neoliberal dönemde devreye sokulduğunu bilirler ya da bilmeleri gerekmez mi?

Bugün karşı karşıya olduğumuz durum, küresel krizin bazı öngörüsüz siyasileri pençesine almasının neticesidir. Özet olarak meselenin özünde, derin krizini yaşayan küresel sermaye unsurlarının bu krizden çıkabilmek için piyasa yaratma peşinde koşarken uygun devletlerin siyasi damarına girme politikaları yatmaktadır. Günümüzde neoliberalizm diye adlandırılan bu süreç, sistemin başat unsuru sermayenin çıkarı doğrultusunda geliştirilip, ekonomi teorisi olarak gençlerin kafasına ilim diye zerk edilmektedir. Üniversite mezunu olmayan bunları bilmez, doğrudur, fakat üniversite hocalarının da bu denli eleştiriden uzak cehaleti ancak eğitimle mümkün olabilir. Eskilerin şu deyişi çok hoşuma gidiyor: Cehlin ol rütbesi sehl olmaz, tahsilsiz bu rütbe cehl olmaz. Kısacası, bu derece cehalet tahsilsiz olamaz, hatta bu denli bilmediğini bilememek dahi ancak eğitimle olur.

Şimdi gelelim bugünkü ekonomik çöküşümüzün cehalet ile ilgisine. Bence bu meselede iç içe geçmiş iki konu ile karşı karşıyayız. Birincisi AKP, iktidarı kinle, ele geçirmiş olduğu toplumun bir kesimini temsil edercesine davranarak, toplumun sosyal dinamiklerinde operasyona yönelirken, bu süreçte tutunabilmek için ekonomik altyapısını da inşa etmeye yöneldi. Ne var ki, hızlı ekonomik altyapı sanayide değil, inşaatta olduğundan, ekonominin üretici kapasitesi değil, tüketici alanı geliştirildi. AKP’nin ilk dönemlerinde ekonomiyi istila eden dış kaynaklar gelecek hastalığı perdelediği için siyasiler gerekli sinyali alamadılar, daha da vahimi sürecin olumlu geliştiği zehabına dahi kapıldılar.

İkincisi, AKP’nin bu mahmurluğu ya da basiretsizliği dış ve iç sermayenin fevkalade işine yaradı. İşte, hikaye tam da burada başlıyor. Zira neoliberal düzenin sermayenin devlet aygıtıyla birleşerek halkın üzerine çökmesinin kibar ifadesi olan yönetişim politikası devrede idi. Böylece uluslara yutturulan uluslararası soygun hareketi çerçevesinde bütçeden bir kuruş dahi çıkmıyor cehaleti gölgesinde altyapı projelerine girişildi. Peki, bu altyapı projeleri toplum için gerekli değil midir? Tabii ki gereklidir, ancak bir ekonomist bir işe girişirken önünü arkasını hesaplamayan ve son kertede iflas eden tüccar-müteahhit gibi değil, yatırımın gerekliliği ve geri ödeme kapasitesi hakkında araştırma yapıp, projenin ne getireceği ne götüreceği konularını iyice düşündükten sonra işe koyulur. Bugün siyasilerimiz neden geçmişte olduğu gibi her akşam TV ekranlarında kendilerine ayrılan avantajlı bölümlerde bütçeden bir kuruş dahi çıkmıyor diyemiyor ki? İşin aynı derecede vahimi, muhalefet de iktidar sözcülerine geçmişi hatırlatarak “Hani bütçeden bir kuruş dahi çıkmıyordu” sorusunu soramamaktadır. Demek ki, cehalet sari bir hastalıkmış.

Şimdi biraz da söz konusu altyapıların getirdiğini ve götürdüğünü tartışalım. Bir kere altyapı ve ulaşım hizmetleri gereklidir, bölgesel kalkınma ve gelişme için ülke damarlarının inşası gereklidir. Şöyle düşünelim. Bir bölgeye yol yaparak o bölgenin ekonomisinin kalkınmasını sağlamak isteyebiliriz. Bu proje sadece yol üzerinde yoğunlaştığında karşımıza bir maliyet çıkar, fakat o yolda taşınacak mal üretilmemişse yolun inşa maliyeti karşılanamaz. Kısacası, üretim olmadıkça yol gelir üretmez. Bu ufak örneği Türkiye çapında geliştirirsek, bugün bizi zora sokan aşırı maliyetleri sadece yollara, köprülere gömmek yerine, bunların bir bölümü ile sanayi üretimine yönelmiş olsa idik, bugün hem yolları optimal düzeyde yapmış, hem de böylesi ekonomik bataklığa saplanmamış olurduk.

AKP, Türkiye halkına çok şey öğretmiş ve göstermiştir. Birincisi, ulusların yürüyüşü, arkaya alınan rüzgar ne denli güçlü olursa olsun, hiçbir zaman ve koşulda tarihin akışına ve toplumsal diyalektiğe ters ve karşıt olamaz. Ters gidiş bir süre başarılıyor gibi gözükse ya da algılansa da, uzun vadede yürüyüş tarihsel dinamiklere uygun olmak zorundadır. İkinci olarak da, günümüzün siyasi koşullarında koca bir köye dönüşmüşçesine ülkelerin birbirlerini etkilediği dünyada bu tarihsel yürüyüşü dünya sermayesi yürütüyor ise, stratejimizi ona göre yapmak durumundayız. Küresel sermaye büyük bir krizin içinde ve bu krizden bir türlü çıkamıyor. O zaman sermayeye bir yol mübah oluyor; o da, sömürüyü tüm çevre ekonomilere yaygınlaştırmak ve derinleştirmektir. İşte, değerli okurlarım bugün içinden geçtiğimiz bu çöküş, AKP iktidarının basiretsizliği sonucunda emperyalistlerin ülkeyi ucuza kapatma mücadelesinde yaşanan can çekişlerdir. Ülkeler artık askerlerle değil, ekonomilerle, beyin aktarımı yoluyla ve kur savaşlarıyla işgal edilmektedir. AKP üniversiteleri tahrip ederken, beyin göçüne bigane kalırken emperyalistlerin ekmeğine yağ sürdüğünün farkında değil midir?

Bazı görüşlere göre, savaşlar ülkelerin toparlanıp, uyanmasına ve yeniden ayağa kalkmasına vesile olur. AKP’nin ülkeyi bölücü, ekonomi alanında emperyalistlerin, sosyal alanda da komşu ülke halklarının ülkeyi işgaline neden olması, önümüzdeki zorlu seçimi, kazanılması gereken savaş benzeri yaşamsal kılmaktadır.     

Evrensel'i Takip Et