07 Ocak 2023 04:53

Siyasetten uzak tutan yoksulluk

Fotoğraf: İslam Yakut/AA

Paylaş

“Neden itiraz etmiyorlar? Neden ayağa kalkmıyorlar?”

Benzer sorular marketlerde fiyat etiketlerine bakarken mırıldanmalardan oturma odası sohbetlerine, siyasal toplantılardan sosyal medyadaki sitem yüklü mesajlara kadar pek çok ortamda soruluyor. Başka ülkelerden verilen sokağa çıkış örnekleri eşliğinde ifade edilen serzenişlerin ortak noktası kitlesel bir tepkisizlik saptaması ve tepkisizlikten duyulan rahatsızlık.

Ancak, halkın adaletinin alanlarda doğacağını bilen kişilerce de dile getirilen soru dikkatle sorulmadığında, umutsuzluk yarattığı gibi çözümü siyasal mücadele dışında aramayı da teşvik ediyor. Yoksulluğun otomatik olarak kitlesel bir itiraz doğuracağını düşünmek gibi bir hata içeren bu soru tipi, direnişi mayalamak yerine tepkisizliği besliyor.

* * *

Yoksulluk hane halkı gelirinin temel ihtiyaçları karşılama düzeyinin altında kalışı olarak tanımlanıyor. Türkiye gibi ülkelerde yoksulluk denildiğinde akla yeterli gıda, temiz su, insanca barınma ve benzerlerindeki yetmezlikler geliyor. Ancak yoksulluk sadece düşük ücretli olmak demek değil ve temel ihtiyaçlar listesini aşan boyutları var. Hem hareket etme özgürlüğünden hem de eğitim şansından yoksunluğu beraberinde getiren bu durum her şeyden önce kapasite altında sürdürülen bir yaşam anlamını taşıyor ve siyasete katılım eksikliği de bunun bir parçası.

Siyaset Bilimci Harold D. Lasswell’in* tanımıyla siyaset “Kimin neyi, ne zaman, nasıl elde edeceği”yle ilgili bir faaliyet. Kaynak dağılımını karar verme süreçlerine katılabilme imkanıyla ilişkilendiren ve ekonomik seçkinlerin siyasal arenadaki avantajlı halini gözler önüne seren bu yaklaşım, yoksulların siyasete müdahil olma bağlamındaki dezavantajlı durumunun da altını çizmiş oluyor. Birincil önceliği temel ihtiyaçlarını karşılamak olan kitlelerin siyasal alandaki etkisizliğini bir problem olarak önümüze getiriyor.   

* * *

Yoksulluğa bitişik olan kısıtlılık hali hem düşünme biçimini hem de davranış kalıplarını belirliyor. Güvencesizliğin farklı tonlarıyla kuşatılmış yoksulluk koşullarında karar verme süreçleri adeta cendere içine alınıyor. Bunun en belirgin özelliği yoksullukla boğuşan kişinin uzun erimli düşünüp davranmak yerine acil sorunlara odaklanmak zorunda kalması, olasılıklara hazırlık yapmak yerine o anda olup bitenin çemberine sıkışması ve hemen yanında yöresinde olan geleneksel ilişkilere mahkum olması. Zeka düzeyinden bağımsız olarak belli bir konuya odaklanmayı zorlaştıran, düşünme süreçlerini yavaşlatan ve daha yararlı seçenekleri öğrenme arzusunu azaltan yoksulluğun etki ve sonuçlarına dair pek çok yanlış bilgiye sahibiz. Bunların başında risk alma meselesi geliyor. Yapılan araştırmalara göre genel inanışın aksine yoksullukla boğuşan kesim daha az risk alıyor, alabiliyor. Acil ve yaşamsal ihtiyaçların giderilmesi önceliği, risk alma şansını azalttığı gibi, daha iyi olana yönelik arayışı da baskılıyor.

Kişinin toplumsal ve siyasal alanda kaderine sahip çıkmak üzere adım atmasına zemin sağlayacak öz güven düzeyi kendisine ilişkin algısıyla, kendisini nasıl gördüğüyle bağlantılı. Yoksulluk koşullarında kişinin toplumsal yaşam içinde kendisini gördüğü yer, bir siyasal özne olmasının önünde engel oluşturabiliyor. Başkalarının ondan beklediğini düşündüğü gibi davranma tercihi öne çıkabiliyor.

Araştırmalardan süzülen bir başka boyut, yoksulluğun getirdiği aidiyet hissindeki azalışa ilişkin. Canı burnunda birey, içinde bulunduğu duruma çözümü sendika, dernek ve siyasal parti gibi modern yapılar yerine geleneksel ilişkilerde aramayı tercih ediyor. Sıkışmışlık duygusunun dayanışma ortamlarından uzak kalmayla ilgisi olduğu düşünülüyor.

‘Özel hayat’ın sosyal ve siyasal sorumluluklara baskın geldiği yorumu bir başka yüzeysel okuma olarak karşımıza çıkıyor. Ücretli kölelik düzeninde her türden baskı ve sınırlılıklar içinde sürdürülen aile hayatı ve özel ilişkilerden doğan sorunların bir zaaf olarak görülmesine sıkça rastlanıyor. Oysa yapılması gereken, doldurulamayan beslenme çantalarının, kafede çay içme şansı olmayışların, ‘yetersiz bakiye’ seslerinin gölgesindeki özel hayatların materyalist düzlemde değerlendirilmesi, ‘apolitik kişilik’ tanımlamaları yaparken acele edilmemesidir.

* * *

Türkiye halklarının önemli bir kesimi açlık sınırında yaşıyor. Bireyin geleceğine sahip çıkmak için siyasete katılması önünde yoksulluktan kaynaklanan psikolojik, sosyal ve kültürel engeller var. Bu koşullarda “Neden itiraz etmiyorlar? Neden ayağa kalkmıyorlar?” yerine, insan davranışının iki temel bileşeni olan duygu ve motivasyon ilişkisini sınıf bilincinin ve öz güvenin yükseltilmesinde arayan yapıcı soruların sorulmasında fayda var.

* Harold D. Lasswell.  1950. Politics: Who Gets What, When, How. New York: Peter Smith.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa