Bir reelpolitik epiği: Moskova zirvesi, Ankara suikasti
Fotoğraf: T.C. Cumhurbaşkanlığı
“O kadar kolay değil. Bedavadır ecel.
Diğer her şeyin bir bedeli var. Ve elbette korunmanın da bir bedeli var.
Ve huzurun ve güvenliğin ve barışın…”
Diye seslenir mafya lideri Arturo Ui karnabahar tekelini oluşturan sebze tüccarlarına. Bertolt Brecht, Adolf Hitler’in iktidara gelişini anlatan “Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi” adlı tiyatro oyununu Mart 1941’de Finlandiya’da sürgünde kaleme aldı. Brecht’in oyununun Horkheimer ve Adorno’ya “mafya-devleti” gibi bir kavram için nasıl ilham verdiğinden, ikilinin bu kavramı Aydınlanmanın Diyakletiği adlı eserlerinden niye çıkarttıklarından ilerleyen yazılarda bahsetmeyi planlıyorum. Nitekim, faşizmin Brecht tarafından geliştirilen performatif tahlili güncel siyasal tartışmalar açısından ufuk açıcı. Kitlesel siyasal katlımın izleyici pozisyonuna gerilemesiyle dramatik niteliği iyice artan iktidarın teatralleşmesi, tarih ve siyaset biliminin hakimiyet kurduğu faşizm tahlillerine tiyatroyu geri getirmek için uygun bir vesile. Ancak, öncelikle son dönemde gördüğümüz sahneleri dizelim. Bedel ve ecel denkleminde önemli kavşaklar dönerek 2023’e giriyoruz. Beyoğlu saldırısıyla başlayıp Sinan Ateş suikastiyle biten dönemi, izleyicinin nedenini çözemese de sürekli bir Suriye çağrışımıyla uyarıldığı piyesimizin geçtiği zaman aralığı olarak belirleyelim.
BARIŞIN BEDELİ
Barışın bedeliyle başlayalım: Savunma Bakanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Moskova ziyaretinde gerçekleşen Şam’la temas hem dış politika hem rejim içi dengeleri ilgilendiren çok önemli bir gelişme. Bu köşede sıklıkla dile getirdiğim gibi Suriye politikası mevcut iktidar koalisyonunun varlık sebebidir. Dolayısıyla bu dosyanın Türkiye’nin devlet biçimi ve siyasi dengeleriyle doğrudan, dolayımsız bir ilişkisi vardır. Fransa’dan bildiren Gazeteci Fehim Taştekin’in aktarımına göre Şam Putin’in aracılığıyla, kendisi kabul edilebilir bir biçimde bakanlar düzeyinde buluşmayı kabul etti. Taştekin, muhtemel bir uzlaşma pozisyonu olarak 1998’de Ankara-Şam arasında imzalanan Adana Mutabakatı’nın yenilenebileceğini yazıyor. Böylece Şam, Türkiye’ye Suriye sınırı boyunca 30 km derinliğinde operasyon yapabilme yetkisi verecek. Putin’in Erdoğan’la Moskova’da Ocak 2019’daki buluşmada dile getirdiği Adana Mutabakatı, görüşmenin hemen ardından Erdoğan tarafından da benimsenmişti.
Nedir Adana Mutabakatı? Yenilenebilir mi? 98 Mutabakatı süreci dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in (1924-2015) Şam’a yönelik açık bir meydan okumasıyla sonuca ulaşmıştı:
Ankara’nın el arttırarak Beşar’ın rahmetli pederi Hafız Esat (1930-2000) yönetimini masaya çekmesi sonucunda Abdullah Öcalan’ın Suriye’yi terk ettiği ve nihayet Türkiye’ye kaçırıldığı “mutabakat süreci” başlamıştı. Şam ve Ankara arasında benzer bir zemin yakalanabilir mi?
Aynı nehirde iki defa yıkanmaz demiş Heraklitos. Şam-Ankara arasında akan nehirden çok sular aktı, nehir yatağı da deltası da çok değişti. 1998 Mutabakatı 28 Şubat darbesi sonrasında dönemin ABD Başkanı Bill Clinton ve Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in aracılığıyla gerçekleşmişti. Şimdi ise Clinton’ın yerini Putin, Mübarek’in yerini ise Muhammed bin Salman’ın aracılığıyla Sisi almış durumda. 98’in konusu Öcalan’dı, ABD’yle operasyonel eşgüdüm kurmuş ve özerk kanton yönetimi uygulayan SDG değil. Ankara’nın Suriye’de açtığı ve kontrol altında tuttuğu cep de yoktu. Ve elbette Ankara’ya muazzam bir bölgesel manevra alan açan Ukrayna Savaşı, İran ayaklanmaları, yıllardır sürmekte Irak kargaşası söz konusu değildi. Adana 98, Soğuk Savaş sonrasında 11 Eylül 2011’deki terör saldırıları öncesinde, Birinci Körfez Savaşı, Bosna ve Kosova müdahaleleriyle yükselen Yeni Dünya Düzeni’nin zirvesinde kotarılmış bir anlaşmaydı. Mutabakatı imza eden Ankara, Susurluk skandalının üzerinden Refah Partisi’ni hedefe koyan askeri bir müdahaleyle atlamış, kaynamakta olan ekonomik krize ve merkez siyasette giderek azmakta olan bir “yoluşma sürecine” rağmen yargı ve TSK’nın başını çektiği devlet Demirel’de vücut bulmuştu. Dolayısıyla, Demirel’in başkanlık ettiği Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) önderliği ve Ecevit-Yılmaz-Bahçeli koalisyonunun yürütücülüğünde imzalanmış Adana 98’in 2023’te yenilenmesi durumunda yeni mutabakatın neye benzeyeceğini kestirmek pek mümkün değil. Bu tip mutabakatlarda iki taraf birbirine olduğu kadar, dışarıdaki ve içerideki aracılara, kolaylaştırıcılara, kuryelere ve paydaşlara da bir komisyon öder. Yani, iki taraf için de 30 km’nin 1998’deki bedeliyle, şimdiki bedeli bir değildir. Taştekin, Ankara’nın güdümündeki Suriye Ulusal Ordusu’nu (SMO) ve Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) gibi örgütlerin mutabakatla hizaya gelmesinin zor olacağını vurguluyor. Şam’dan bildiren Gazeteci Hediye Levent ise Ankara’nın halihazırda dışlamaya çalıştığı El Kaide’nin Suriye kolu olan Nusra Cephesi’nin Lideri Golani’nin “Ankara-Şam yakınlaşmasını tehlikeli bir U dönüşü olarak” nitelediğinin altını çiziyor. İdlip’te Halep’te Moskova diplomasisi protesto ediliyor. Astana’nın diğer ayağı Tahran gelişmelere ne diyor? Kürt siyasetinde bu ikisiyle kombine edilmesi gereken Barzani-Netanyahu hattı bu stratejinin neresine konumlanacak? Bu soruların cevabı henüz belirsiz ancak Erdoğan’ın önceliği seçime kadar vaziyeti idare edecek ve uluslararası ortakları da ikna edecek bir seçim vaadi yaratmak.
Moskova zirvesiyle rejim kendini göçmenler üzerinden gelebilecek Suriye politikası eleştirisine karşı sigortalıyor. Aday tartışmasına gömülen analizlerin es geçtiği nokta Suriye politikasının Altılı Masa’nın yumuşak karınlarından biri olması. Siyaset biliminde karşı tarafı birbirine düşüren, arasında fitne sokan böyle konulara kama meseleleri (wedge issue) denir. Suriye politikası hem dış politika hem de rejimin kurucu unsuru olduğundan, sadece iktidara gelmeyi değil rejimi değiştirmeyi amaçlayan Altılı’nın Suriye’de tamamen zıt tezleri savunan taraflardan oluşması Erdoğan’ın gözünden kaçmayacak bir zaaftır. 2018’deki cumhurbaşkanlığı kampanyasında Esat’la görüşmeyi ve Şam’a büyükelçi atamayı vadeden Memleket Partisi lideri Muharrem İnce’nin CHP’yi, Adana 98’i imzalayan Ecevit’in Dışişleri Bakanı olan Şükrü Sina Güler’i saflarına katan ve Esat’la görüşmeler başlattığını ilan eden Ümit Özdağ’ın İYİP’i sıkı markaja alacağı tahmin edilebilir. Altılı’nın onuncu zirvesine ev sahipliği yapan Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu “Genel başkanlar, cumhurbaşkanı kadar her stratejik kararda imza yetkisine sahip olacak” beyanında bulundu.
Suriye meselesi mevcut rejimin temel stratejik hattı olduğuna göre Altılı’nın jeostratejisi açısından Suriye politikasının mimarı Davutoğlu ağır bir yük. Lakin, sorun sadece Davutoğlu değil. CHP-İYİP hattının Erdoğan’ın dün öyle, bugün böyle davranmasını gösterip, tutarsızlık eleştirisini yükseltmesi de etkili bir muhalefet değil. Defalarca şahit olduğumuz gibi “Nihayet dediğimiz noktaya geldi, Şam’la el sıkıştı” demek Erdoğan’ın politikasını bir başarı hikayesi olarak pazarlamasına engel olamaz. Çünkü, Erdoğan’ın liderliği tam da bu manevraları yapacak reelpolitiktir. “Sonunda Esat’la el sıkışacaksan bunca maliyete, bedele değdi mi?”, “Bunlar devlet yönetmeyi bilmiyor” gibi serzenişler, bu manevralarıyla oyunu ustalıkla oynayan bir liderliği alkışlayanlara ulaşamaz.
GÜVENLİĞİN BEDELİ
Güvenliğin bedeliyle devam edelim: Moskova ziyareti sadece Ankara’nın dış politikasında ciddi bir dönüm noktası değil, aynı zamanda rejim yapısı ve devlet biçimine dair bilgi veren bir hadiseydi. Adana 98’e giden yolda Şam’la görüşmeleri Dışişleri, Genelkurmay, İstihbarat ve Emniyet'ten üst düzey yetkililerin oluşturduğu bir heyet yürütmüş, metni heyet adına Büyükelçi Uğur Ziyal imzalamıştı. Moskova ziyareti ise Şükrü Sina Gürel’in kükreyen Dışişleri’nin dış politika uygulamasında Savunma Bakanlığı ve MİT tarafından nasıl by-pass edildiğini gösteriyor. Rejimin “devlet aklı” olan Suriye politikası bu iki kurum tarafından yürütülüyor. Suriye’deki muharebelerde sahada olan bu kurumların politika yapımı ve uygulanışında yürütücü rolü üslenmelerinde hayret edilecek bir yön yoktur. At binenin, kılıç kuşananın. Başkanlık sisteminde sahada yürütücü gücü artan kurumların Dışişleri’nden yardımcı kuvvet olarak faydalanması eşyanın tabiatı ve yürürlükteki başkanlık sisteminin gereğidir. Kasım’daki bir yazımda MİT’in ABD istihbaratı CIA ve Rus istihbaratı (SVR) arasındaki görüşmeye aracılık etmesinin teşkilatın devlet içindeki “özgül ağırlığını” da arttıracağına dikkat çekmiştim. Moskova zirvesini, bu eğilimi güçlendiren bir gelişme olarak kaydedebilir miyiz? Şam ve Ukrayna dosyalarında Beyaz Saray’a uzanan yolda Brüksel, New York ve Washington’a alternatif yeni kanalların açıldığı görülüyor. Karar verme, uygulama ve siyasal iletişim çalışan analistlerin ister istemez siyasi tarihteki “savaş kabinelerini” andıran fiili bir uygulayıcı birimin oluşup oluşmadığını sormaları şaşırtıcı olmaz.
Rejimin TSK’nın ve MGK’nın sivilleşmesi olarak lanse ettiği bir sürecin sonunda makamına oturan Hulusi Akar’ın, bildiğim kadarıyla cumhuriyet tarihinde makama özgü bir üniforma giyen ilk ve tek Savunma Bakanı olması dikkat çekici bir ironi. 2018’de Akar’ın Cumhurbaşkanı Danışmanı İbrahim Kalın’la Abdullah Gül’ün bahçesine helikopterle inişi ve kadim dostu Gül’ü Saadet Partisi’nden Cumhurbaşkanı adayı olmamaya ikna etmesi hatırlardadır. Dolayısıyla, Akar’ın savunma dışındaki dosyalarda da etkin olduğu göz önüne alınmalıdır. Ancak Irak’taki operasyonlar hem TSK hem MİT için ciddi aksaklıklar yaratmıştır. 2017’de PKK’nin Süleymaniye’de iki MİT görevlisini kaçırması Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin (KYB) Ankara Temsilcisi Behruz Galali’nin sınır dışı edilmesiyle gündeme düşmüştü. Şubat 2021’de Garê’de PKK’nin elindeki TSK mensubu rehineleri kurtarma operasyonunda yaşanan can kayıpları ise kamuoyunda çok daha büyük bir tepkiye neden olmuştu. Operasyonun sorumlusu olarak eleştirilerin hedefi haline gelen Akar şiddetle kendisini savunurken, İçişleri Bakanı Soylu’yla beraber Erdoğan tarafından CHP ve İYİP’e brifing vermekle görevlendirilmişti. Erdoğan’ın bu görevlendirmede ekibi Garê’deki rehineleri kayıp vermeden kurtarabileceğini iddia eden Soylu’yla bu iddiayı haliyle kendisine yönelik bir eleştiri olarak değerlendirip, şiddetli bir savunmaya geçen Akar’dan oluşturması hayli ilginçti. Dahası, bakanların Cumhurbaşkanı’nı temsilen iki partiyi bilgilendirilmesi başkanlık rejiminin siyasi sorumluluğu parlamentoyla paylaştığı fiili bir anayasal gelişme anlamına gelmekteydi. Suriye politikasının mütemmim cüzü olarak Irak politikasının yürütücü bürokrasiler açısından değerlendirmesi bu yazının sınırlarını aşıyor. Böyle bir değerlendirme için bu kısa yazıda tarif edilen izlenimlerin sistemli ve kronolojik bir çerçevede incelenmesi gerekiyor. Her tiyatro piyesi düzinelerce başka hikayeye bağlanır. Bu yazıda Brecht’in dizelerindeki vezne ayak uydurarak huzur başlığına geçelim.
HUZURUN BEDELİ
Hem Suriye hem Irak’ta şu ya da bu şekilde politikaya müdahil olan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu açısından Moskova’da olamamak, Ankara’nın uluslararası muhataplarıyla yüz yüze masaya oturamamak büyük talihsizlik. Haziran 2022’de basına yansıyan haberler Akar ve Fidan’ın göçmenler meselesi üzerinden Soylu’ya karşı ortak bir “cephe” kurduğundan bahsediyordu. Soylu’nun Washington ve Moskova’da Akar ve Fidan gibi yakından tanınmadığını not etmek için uzman olmaya gerek yok. Eğer Soylu (damada omuz atmak gibi) zaman zaman kamuoyuna yansıyan tavırlarıyla Erdoğan’ın veliahtlığına aday olma hevesindeyse uluslararası ilişkilerdeki bu yabancılık, dış politikadan dışlanma kendisinin önündeki engellerden biridir. Geleceklerinde başkanlık, başbakanlık gören politikacılar etraflarına tarihçiler, siyaset bilimciler, uluslararası ilişkiler ve güvenlik uzmanlarını toplar, onlar aracılığıyla belirli fikirler, projeler, yaklaşımlar geliştirirler. Algıda seçicilik olabilir ancak, şimdiye kadar Soylu’nun fotoğraf çektirdiği karakterler Akar ve Fidan’la vizöre giren karakterlerden ziyadesiyle farklı, ancak buna karşılık kendisine değer katacak deneyimleri var. Fidan’ın 2015’te müsteşarlıktan istifa edip, Davutoğlu’yla siyasete atılma girişiminin Erdoğan tarafından nasıl bir tepkiyle engellendiği ya da Akar’ın 15 Temmuz gecesi cuntacılar tarafından boğazında bırakılan kemer izi yakın dönemin unutulmaz manzaraları. Muhalefet tarafından sürekli 15 Temmuz’a ilişkin soruların muhatabı yapılan Akar ve Fidan’la karşılaştırıldığında, Soylu darbe gecesi operasyon düzenleyerek TRT’yi cuntacılardan kurtaran bir fedai imajı çiziyor. Bu hamle kendisine Efkan Âlâ’nın oturduğu İçişleri Bakanlığı’nın kapısını açtı. Ancak İçişleri Bakanlığı boyunca Erdoğan’la, ailesiyle, AKP ve iktidar medyasıyla ilişkileri düzenli olarak çalkantılı bir seyir izledi, zaman zaman koltuğunu MHP lideri Bahçeli’nin desteğiyle koruyabildiği konuşuldu.
Soylu, Suriye ve Irak’taki yetkisi ve dış politikaya dair demeçleriyle cumhuriyet tarihinde sıradışı bir İçişleri Bakanı. Belki de Dışişleri’ni zora sokmayı göze alarak ABD ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni (BAE) 15 Temmuz’un finansörü olarak suçlarken Soylu, Sedat Peker itiraflarından sakınmak kadar mesai arkadaşları arasında kendisini ayırt ettiğini düşündüğü için darbe esnasındaki performansının altını çizmekteydi. Geçtiğimiz ay Peker’in iadesi konusunda BAE’ye düzenlendiği ziyaretle diplomasi atağına geçen Soylu’nun Akar ve Fidan’ın Şam’daki başarısına benzer bir sonuç elde edip edemeyeceği şimdilik belirsiz.
Ne var ki bir piyes olarak hayal etmeye çalıştığımız dönemin başı ve sonu İçişleri Bakanı’nı hem iç hem dış politikada girdiği bir çıkmaza işaret ediyor. Soylu Suriye’de konut açılışı yaparken, Suriye’den gelen bir teröristin Beyoğlu’nda bomba patlatması siyasetin de tiyatronun da ciddiye alacağı bir uğursuzluk alameti sayılır.
13 Kasım Beyoğlu saldırısıyla 30 Aralık Sinan Ateş suikasti çok farklı hadiseler. 13 Ekim saldırısı herhangi bir kişiden ziyade İstanbul’un halkını ve turistlerini hedef alan bir terör eylemiydi. Şaşırtıcı biz hızla bombayı yerleştiren bulundu, birkaç saat içinde ayrıntılar kamuoyuyla paylaşıldı. 30 Aralık suikasti ise eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş’i hedefliyordu. Motorla yaklaşıp bir kişiyi öldüren tetikçilerin Beyoğlu’ndaki kalabalığın içine bomba yerleştiren teröristten çok daha kolay bulunması beklenirken böyle olmadı. Günlerce bir açıklama yapılmadı. Faillere dair bilgiler, bulgular paylaşılmadı. İki hadiseyi birleştiren noktalardan en dikkat çekici olanı Suriye “iltisakı”. Nitekim, Beyoğlu saldırganının Suriye’den geldiği tespit edildi, Ateş’in katillerinin Suriye’ye, Türkmen Dağı’na kaçtıkları konuşuluyor. Bu esnada Türkmen Dağı’na ilişkin açıklamalarda bulunan Peker’in üzerindeki BAE sansürüne rağmen Ateş’i savunan bir mesaj vermesi gözlerden kaçmadı. Geçmişte Peker’in kendisiyle Soylu arasında aracılık yaptığını iddia ederek hedefe koyduğu Özışık kardeşler birden savunmaya geçti. İnternethaber Yayın Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Hadi Özışık Youtube kanalına, reklam alamadığı ve kardeşinin kirasını ödeyemediğinden şikayetlendiği “Hadi Özışık'ı İndirin!’ Haber Geldi 3 Milyon TL Karşılığında Benim De Kalemimi Kırmışlar!” başlıklı bir video yükledi.
Peker ifşaatı üzerine Türkiye gazetesindeki köşe yazarlığından istifa eden Süleyman Özışık ise muhalefet tarafından cezbedildiğini açıkladı. Sinan Ateş’in öldürülmeden önce çevresine söylediği “Benim Kalemimi Kırmışlar” cümlesinin Özışık tarafından “Benim de” şeklinde tekrarlanması kardeşlerin çıkışlarının sadece reklam gelirleri ve kira giderleriyle ilgili olmadığını ima ediyor. Tabii, aldığı ölüm tehdidini duyurmak isteyen bir insanın reklamdan kiradan bahsetmesi bir hayli tuhaf ve mesaj geçim sıkıntısının melodramatik bir şekilde ifade edilmesi olarak yorumlanabilir. Ancak bu durumda bile: Zamanlama manidar.
Birden fazla cephesi olan bir mücadelenin içinde merkezi bir yerdeydi Moskova zirvesi. Nasıl bir sonuç yaratacak? Bunu bütün cephelerin toplamı gösterecek. Her halükarda Şam’la yakınlaşmanın iç siyaset, rejim yapısı ve hatta devlet mimarisi üzerinde ciddi etkileri olacağına kuşku yok. Arturo Ui’ye kanıp ecelin bedava olduğuna inananlar, yüksek enflasyonda bedavadan kazanç elde ettiklerini düşünüp, beklenmedik yerlerde boncuk bulmuş gibi hissedebilirler. Ne var ki ecelin de bir bedeli var ve bu bedel de zamlanacağa benziyor.
- Türkiye-Suriye ilişkisi 18 Aralık 2024 04:58
- Ortadoğu’da yeni döneme girerken vaziyet 11 Aralık 2024 04:32
- Lindner’in komplosu ve Almanya’da seçimler 27 Kasım 2024 04:40
- Trump'ın zaferi: Enflasyon algısı ve 2008 sonrası aile şirketleri 13 Kasım 2024 04:08
- ABD’de seçimler ve yeni saflaşma 06 Kasım 2024 04:51
- Yeni Yeşil Düzen’in sergüzeşti 30 Ekim 2024 04:35
- Tırmandırarak gerilimi azaltmak 02 Ekim 2024 04:16
- AfD’li sınıf fraksiyonları ve aile/cinsiyet politikaları 11 Eylül 2024 05:03
- Saksonya ve Thüringen'de seçimler 04 Eylül 2024 04:30
- AfD'nin aile politikası 28 Ağustos 2024 04:15
- Thüringen'de nüfus, aile ve siyasi eklemlenme 21 Ağustos 2024 04:39
- Taşra ve siyasi kültür: Doğu Almanya'da seçimlere doğru 14 Ağustos 2024 04:22