08 Ocak 2023 04:18

Hapishane Günlükleri - 12

Duruşma öncesi açıklama

Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel

Paylaş

Yeni bir yılın ilk günü, ilk sabah selamı başka ülkelerden buraya kim bilir ne umutlarla gelmiş, bir gün nasıl olmuşsa kendisini bu memleketin hapishanesinde bulmuş bir kadınla, kız kardeşlerimden biriyle birbirimize İngilizce iyi bir yıl dileğiydi. Geçen sefer kaldığımda, tahliye öncesi tek tek isimleri derlemiş, konsolosluklarına bildirmiştik ardından, pek çoğu haberleşme olanağı bulamadığı için. Bu tutukluluğum özel güvenlik önlemleri ile sürdüğünden bir sabah selamının ötesine geçemedi henüz.

Yeni yıla girmemize 2 saat kala ilginç bir görüntüye sahne oldu bizim hücreler. Hücre komşularımda ne yalan söyleyeyim bende de bir heyecan. Havalandırma duvarımızın neredeyse hemen ardından peş peşe havai fişekler patlamasın mı. Kızıl yıldızlar saçıldı bir anda gökyüzüne yüzünde bir gülümseme komşulardan ıslıklar neşe çığlıkları. Ardından biri türküye başladı. Şu havai fişeklerle bir de kar en fazla çelişkili duygulara kapıldığım iki mutluluk ve hüzün kaynağıdır. Ürken hatta ölen canlıları düşünürüm, sokakta yaşayanları, yakacağı olmayan, camından yel üfürenlerin titremesini hisseder hüzünlenirim. Bir çocuğun yüklenmemişliğiyle de utana sıkıla sevinirim öte yandan.

 

Birazdan havalandırmaya çıkacağım eksik gelen kitabı tamamlamak için. Sontag’ın ‘Ben Vesaire’si ile değiş tokuş yaptığım kitabı sahibine teslim edip, kendi emanetimi almalıyım. İlk yayımlandığında okumuş olsam da üzerinden 3 yıl geçmiş. Hem bir dosttan selam almak gibi oldu sevgili Ercan Kesal’ın ‘Velhasıl’ kitabını anlattıklarını okumak. Yeniden Metin Erksan’ın biraz eski ama şık siyah takım elbisesi beni çocukluğuma taşıdı. Sokakları sevdiğimi bildiklerinden beni de katarlardı yanlarına sevdiklerim. Ablamla İstanbul’u Pera’yı, Pangaltı’yı dolaşırdım. Bir terzisi vardı Ermeniydi sanırım. Çünkü Kartal’daki bakkalımız gazetecimiz Osep amcanın da arkadaşıydı. Selamlarını taşırdık. Dükkanı Pera’da mıydı, Pangaltı’da mı hatırlayamıyorum ama dükkandaki sabunları büyükbabamda da zamanla havada çevirerek kullanma hünerini edindiğim ve hâlâ evimde sakladığım tahta metrenin, mezuralarım, makaraların arasında sabunla çizilen kumaşları, kumaşların kokusunu hatırlıyorum. Yüksek kaldırımdan yürüyerek inerdik Karaköy’e bitimine yakın babamın arkadaşlarından birinin dükkanına uğrardık mutlaka. Radyoları teyplerle tavana kadar dolu bir yer hatırlıyorum. Sokaktan birkaç basamak gelip girdiğimiz tezgahın üzerinde sökülmüş radyolar teypler. Amerikan malı bir teybimiz vardı küçükken, sık sık kömürü biten onunla birlikte radyoların yanmış lambalarından hediye ederlerdi bana, kablolar, vidalar, somunlar bazen minik bir tornavida en değerli hazinelerim... İlk kargaburnum da oradan hediye, hâlâ alet kutumda. Hep çok şık olurdu babam takım elbisesi, birbirinden güzel kravatları, deve tüyü paltosu, deri eldivenleri sivri burnu pırıl pırıl ayakkabılarıyla. İki koku var burnumda o seyahatlerden. Biri elektrikle ısınan kablo ve bakır tellerin diğeri de kumaşların kokusu. O kumaşlar pek renkli değildi ama renkleri ile de zihnimdekiler büyükbabamla İstanbul’a indiğimiz seyahatlerden. Manifaturacıydı büyükbabam. Arada beni de katardı yanına Sultanhamam’a mal almaya inerken. Tavana kadar top top kumaşlar, bir renk cümbüşü, ipeğin o serin hafifliği yumaklarının bir tavşanı kucaklama yumuşaklığı. Alışveriş bitiminde mallar Kartal’a bir takayla yola çıktığında Mısır Çarşı’sının içinde gizli bir kuleye tırmanır gibi çıktığımız Pandeli’nin daracık yüksek taş basamaklarından tırmanır, en sevdiğim yemeği hünkar beğendiyi yiyecek olmanın heyecanını taşırdım. Büyük babamın güzel masalarını, okul dönüşü uğradığımda baharla birlikte hazırladığı yeşil erikle tuzu, kışsa incirle cevizi yitirdiğim o hüzünlü günlerin ardından Pandeli’ye gidip bir hünkar beğendi ile veda ettim ona. Nereden nereye hapishane günlüklerine anılar üşüştü ardı ardına. O öğle yemeğini getiren, Balkan ülkelerinin güzelliğini taşıyan kız kardeşimle özgür bir yıl dileğini paylaşıp gelince fark ettim kaptırdığımı kendimi anıların kedilerimden Ulula’nın zarif sokulganlığı gibi zihnime sokuluveren akışına...

Belirsizliğin orta yerinde eksik aldığım şişe suların yerine musluk suyunu kaynatıp soğutma şişelere boşaltma 3 paket kalan çayımdan birini hazırlayıp kağıtlarımın başına oturma molası verdim. Yarın kantin alışverişi yapabilecek miyim pek emin değilim misafir olduğumu iddia etseler de pek parlak bir misafirlik olmadığı aşikar. Bakırköy hücre günlerimde tek misafirliğim canım meslektaşım Doktor Handan Hanım oluyor. Sabah havalandırmaları, sohbetlerimizle ikram ettiği kavanozda demlenmiş çay, soyup doğrayıp hazırladığı meyvelerle bir şölene dönüşüyor. Ama en çok sohbetler. Ortak dostlar üç deniz topluluğunun kurucularından can dostlarımdan Sevgili Ferda onun güzel müzikleri yankılandı bu sabah kulaklarımızda. Sözleştik kameryanın altında buluşmaya yeniden, tez zamanda. Ferda’cığı da doktor olmanın yanına o muhteşem müzik yeteneğine katmış olanlardan. İstanbul Tabip Odası genel sekreteriyken o da genel yönetmenimizdi, yükümüzü paylaşan. Şimdi Handan Hanım’ın havalandırma saati. Onun güneşi var, güneşli güzel günlerde hep birlikte türküler söyleyeceğiz, az kaldı…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa