16 Ocak 2023

İktidarı pekiştirmek mi, değiştirmek mi?

Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun, altılı masanın cumhurbaşkanının, bir konuda kendi kararını uygulayacağını söylemesi halinde kriz çıkacağını belirterek, “Çok açık söyleyeyim. O cumhurbaşkanı Meclis desteğini kaybeder. Ülke yeniden seçime gitmek zorunda kalır” sözleri haklı olarak çokça tartışıldı.Altılı masa liderlerinin seçimden sonra cumhurbaşkanı yardımcısı olacağını ve her partiye bir bakanlık verileceğini söyleyen Davutoğlu, her ne kadar “Böylece o cumhurbaşkanının arkasında duracağız, üstünde durmayacağız” dese de eleştirilerden kurtulamadı.

Bir partinin temsil ettiği güç ile söz ve yetki hakkı arasında anlamlı bir denge olması beklentisiyle yapılan bu eleştiriler yadırganamaz. 

Ancak bu tartışmada önemli bir başka noktanın ihmal edildiğini hatırlatalım. CHP, DEVA, DP, Gelecek Partisi, İYİ Parti ve Saadet Partisinden oluşan altılı masanın şu ana kadar kamuoyunun önüne koyduğu en iddialı ortak metin, 28 Şubat 2022 tarihli ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’ adıyla broşür olarak da basılan metindir. O metnin 15. sayfasında şöyle diyor: “Bizler, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerimizle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini sona erdirirken geçmişe geri dönmüyor, hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı esasına dayanan yeni bir sisteme geçiyoruz.”

Bir sayfa sonra da, şu vurguyu yapıyor: “Bu yeni bir başlangıç ve yeni bir inşadır.” Davutoğlu’nun son açıklamalarından hareketle sorulması gereken anlamlı sorular aslında şudur: ‘Tek adam’ değil de, 6 kişi yönetince bunun adı ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’ mi oluyor? İktidarı liderler düzeyinde paylaşmaya odaklı böylesi bir bakış açısı Türkiye’yi gerçekten var olan iktidar diktasından kurtarır mı?

Halkı siyaset ile ilişkisi bakımından sadece oy ile temsil gücü olabilen seçmenler olarak gören ve oyu verdikten sonra da, altı lideri izleyerek, kriz çıkarmadan halkın sorunlarını çözmeleri için dua etmek dışında onlara pek bir çare de bırakmayan köhne bir bakış açısı bu. Bırakalım parlamenter sistemin güçlendirilmiş halini, kendini parlamenter temsil iddiasına dayandıran klasik liberal tez açısından bile sorunlu bir yaklaşım bu.

Bu arada, ‘altılı masa’ içinde en güçlü cumhurbaşkanı aday adayı gibi duran Kemal Kılıçdaroğlu’nun da şu ana kadar, ‘Bay Kemal seni tüm bunlardan kurtaracak’ söyleminin sınırlarını aşamadığını hatırlatalım.

Türkiye böylesi bir tablo içinde seçime giderken Emek ve Özgürlük İttifakı da, ağırlıklı olarak temsil ettiği oy potansiyeli bakımından kilit rolüyle tartışılıyor. Bu ittifakın cumhurbaşkanlığı açısından aday gösterip göstermemesi de yine bu bağlam açısından kimilerince doğru, kimilerince de riskli bulunarak tartışıldı.

Ancak sadece Türkiye açısından değil, aslında tüm dünya açısından liberal demokrasilerde yaşanan derin krizin çözümü açısından çeşitli yamalar onu güçlendirmeye yeter mi, sorusu daha kritik bir soru olarak ortada duruyor.

Tam da bu nedenle Emek ve Özgürlük İttifakı kendisini bu soruya şöyle bir yanıt vererek kurabildiği ölçüde bir fark üretebilir: “Bizim derdimiz halkları, işçi ve emekçileri, tüm ezilen kesimleri oy nesnesine indirgeyen bir temsil sisteminin arızalarını onarmak değil. Politikayı profesyonel politikacıların yaptığı, diğerlerinin de iradelerini onlara teslim ederek seyrettiği bir sistem yerine, halkların, tüm ezilenlerin siyasete her an müdahale edebilecekleri mekanizmaların kurulduğu demokratik bir sisteme ihtiyacımız var.”

İktidarı esaslı bir biçimde değiştirmek de ancak böyle mümkün olabilir.

Politik bir söz ve iddia, değiştirme yeteneğini ona sahip çıkan toplumsal güçlerden alır. Emek ve Özgürlük İttifakının dün İstanbul Kartal’da gerçekleştirdiği, seçimler öncesi ilk mitingi bu açıdan umut vericiydi. “Savaşa, yoksulluğa, baskılara dur diyelim. Birlikte değiştirelim” şiarıyla gerçekleştirilen mitingde mücadele kararlılığı, coşku ve neşe hakimdi. Kitle alana sığmadı.

Bu kararlılığın yaklaşan seçimlerle birlikte, ondan sonrasında da fabrikalarda, hastanelerde, okullarda, gündelik hayatın içinde ve her alanda politikaya müdahale eden diri bir güç olarak varlığını sürdürmesi, emeğin özgürleşmesi, barış ve demokrasinin mümkün hale gelebilmesi açısından hayati önemde. Aksi takdirde politika bu ülkenin ezilen halkları açısından, belirli dönemlerle sınırlı bir oy matematiğine hapsolmanın sınırlarını aşamaz.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Kamuda işçiden gizli pazarlık

Kamuda işçiden gizli pazarlık

Türk-İş ve Hak-İş’in üç genel başkan yardımcısı, 600 bin işçiyi kapsayan kamu toplu sözleşme görüşmeleri için önümüzdeki hafta Çalışma Bakanlığına sunmak üzere zam talebini belirledi. Ancak zam oranı açıklanmadı. Pazarlığı yapılacak rakamdan haberi olmayan işçiler tepkili: “Neyi kimden gizliyorsunuz, taslağı açıklayın.”

22 bin 131 TL Türk-İş'in belirlediği açlık sınırı

72 bin TL Türk-İş'in belirlediği yoksulluk sınırı

30 bin TL kamu işçisinin ortalama ücreti

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et