Özgür oyun sahası kalmayan kentler ve futbol-1
Fotoğraf: Mohamed Hozyen Ahmed/Wikimedia Commons(CC BY-SA 4.0)
Çağatay Çelik’in Habertürk’te yayımlanan “Bir futbol belgeseli: Çanlar İstanbul için çalıyor” adlı dosya haberi yakın dönemde ülke sporu adına medyada açılan nadir önemli tartışmalardan biri. Salih Demirci’nin İstanbul’daki futbol sahalarının ülke futbolunun gelişimine etkisini inceleyen tezinden yola çıkan haberde 1982’de 200’ün üzerinde nizami boyutta futbol sahası olan İstanbul’da 2019’da bu sayının 59’a gerilediği belirtiliyor. Haber, Mimar ve “Tottiler Messiler”den de tanıyabileceğiniz Koray Gök’ün ve 15 Yaş Altı Milli Takım Teknik Direktörü Mehmet Hacıoğlu’nun farklı perspektiflerden sunduğu görüşlerle zenginleşiyor ve kamuoyuna ciddi bir tartışma yürütme fırsatı veriyor.
İstanbul’da sayıları gitgide azalan futbol sahaları, oyun alanları, kamusal spor mekanları bize hem profesyonel futbolcu yetiştirme hem halkın spora ücretsiz erişimi hem de kentsel yaşamın bugünü ve geleceği adına önemli şeyler söylüyor. Bu haberin yarattığı fırsatı değerlendirmek lazım çünkü İstanbul’la da sınırlı olmayan hatta küresel bir trendi takip eden pratiğin bölgesel sonuçlarıyla karşı karşıyayız. İlk yazıda kentsel mekanın dönüşümünün, futbolun ticari bir sektör olarak yaygınlaşması ve tektipleşmesiyle nasıl sonuçlara yol açtığını tartışacağız. Haftaya bunun profesyonel futbola, futbolculara etkilerinin ötesinde çocukların sosyal yaşamına nasıl müdahale ettiğine değineceğiz.
***
Futbol icat edildiğinde bir dar alanı oyunu değildi. İngiltere’de kaldığı sürece de, geniş çayırlardan fabrika bahçelerine ve stadyumlara koş-koşun ön planda olduğu, zarafetin ve ince işlerin henüz keşfedilmediği bir spordu. İlk açılım İskoçlardan geldi “pas”ın marifetiyle oyun değişti. Bu, sahanın genişliği göz önüne alındığında verili mekanın mümkün kıldığı bir yenilikti. İkinci açılım ise futbolun toplumsallaşmasının doğrudan sonucuydu. İngilizler futbolu dünyanın diğer bölgelerine taşıdıkça, oyun halkın içine karıştıkça, boş zamanı meşgul etmeye başladıkça farklı kentlerin mimarisi de ona etkide bulunmaya başladı. Eduardo Galeano’nun ilk dünya kupasının finalistleri Uruguay ve Arjantin’in futbola kattıklarını özetlerken kullandığı “Futbol, Buenos Aires ve Montevideo’nun gecekondularında çiçeklendi” cümlesi bunun için yapılmış kusursuz bir tanımlamadır. Galeano burada Latin Amerikalıların yoksul mahallelerin dar sokaklarında futbolu öğrenirken mecburen geliştirdikleri top tekniğine, çalımlara, dar alan cambazlıklarına vurgu yapar. Aslında futbola dair sevdiğimiz pek çok şey; zarafet, klas, kadife bilekler, ince işler vs. futbolu icra eden coğrafya ve sınıfın değişmesiyle birebir alakalıdır. Benzer şekilde Avrupa’da 1. Paylaşım Savaşı sonrası futbolu ileriye taşıyan temel odaklardan Macaristan’da Budapeşte’nin sahipsiz, geniş ama top oynamaya pek de elverişli olmayan çetin zeminli “grund”ları çocukların top tekniğinin gelişmesinde önemli rol oynuyordu.
***
Çağatay Çelik’in haberinde İstanbul özelinde semtlerin artık var olmayan oyun sahalarına vurgu yapılıyor, bu sahalarda yetişen futbolcuların Türk futboluna kazandırdıkları hatırlatılıyor. Son 20 yılda yukarıdaki tarife uyan tipte, Arda Turan’ın dışında kaç üst düzey futbolcu yetişti? İyimser olursak Yusuf Yazıcı’yı, Abdülkadir Ömür’ü ekleyebiliriz, süre bulmaya başlarsa Arda Güler… Oysa 1980-2000 arası dönemde -birçoğu İstanbul’da yetişen- Sergen Yalçın, Tugay Kerimoğlu, Emre Belözoğlu, Okan Buruk, Hasan Şaş, Yusuf Şimşek, Gökdeniz Karadeniz, Mehmet Özdilek, Rıdvan Dilmen, Oğuz Çetin diye başlayıp devam eden çok uzun bir listeden bahsedebiliriz.
Yine geçen hafta Socrates’in YouTube kanalında Mehmet Demirkol’a konuk olan Arda Turan, şehir içinde yok olan oyun sahalarından dem vurdu ve çocukların “paralı futbol okulları”na mecbur kalmasını eleştirdi. Çocukların futbolu bir sosyalleşme aracı olarak kendi aralarında oynayamaz hale gelmesi, sonraki yazıda işleyeceğimiz büyük bir sorun. Ancak bunun profesyonel oyuncu yetiştirmeye yaptığı etki de tartışılmalı.
Futbol endüstrisi küresel çapta futbol eğitimini “akademi”leştirerek modern oyuna uygun profilde futbolcular yetiştiriyor. Bu, kendisi açısından anlaşılır bir eğilim. Ancak “modern oyuna uygun profil”, futbolla erken yaşta sokakta değil hiyerarşik bir okul anlayışının altında tanışan, bireyselliği törpülenmiş, kolektif oyun anlayışı da kazanma üzerine bina edilmiş bir oyuncu tipini egemen kılıyor ve bu da futbolu dönüştürüyor. Evet, çok daha gelişkin oyun içi taktikler ama daha az hayal eden, daha az cüret eden, daha mekanik ve tamamen teknik direktöre itaat eden futbolcular… Bir başka deyişle 20. yüzyılın ilk yarısında “gecekondularda çiçeklenen futbol”dan 21. yüzyılın ilk yarısında “akademilerde tektipleşen”, “profesyonel arenada makineleşen futbol”a sert bir geçiş…
- 100 yıl arayla Paris’te iki olimpik dönüm noktası 26 Temmuz 2024 05:27
- Papara baskını ve marka değeri 19 Mart 2024 04:10
- Bozacılar ve şıracılar 12 Mart 2024 04:46
- Beşiktaş'a cüret gerek 05 Mart 2024 04:42
- "Dünümüzü getirin, yarınımızı verelim" 27 Şubat 2024 04:15
- Geriden oyun kurmayı, yarım alanlara sızmayı atla, göğe bakalım 20 Şubat 2024 04:50
- "En eski spor arkadaşları"nın 2024 model çekişmesi 13 Şubat 2024 04:21
- Gerçeğin yumruğu: İşte Türk futbolu bu! 13 Aralık 2023 04:56
- Çalınmış ülke, bölünmüş spor: Filistin 23 Ekim 2023 04:36
- City Football Group-Başakşehir flörtü 09 Ekim 2023 04:00
- Süper Lig, süper sömürü 02 Ekim 2023 04:30
- 'Voleybol Ülkesi' miyiz? 25 Eylül 2023 04:25