‘Seçim ekonomisi’

Ekran görüntüsü, Cumhurbaşkanlığı'nın yayınından alınmıştır.
İktidarı oluşturan parti ya da partilerin yaşadıkları oy kaybını durdurabilmek ve seçimlerde yeniden iktidara gelebilmek amacıyla ekonominin bütün araçlarını seferber etmesi “seçim ekonomisi” olarak adlandırılıyor.
Tek adam rejiminin siyasi aktörleri oy kaybını en aza indirmek ve seçimi kazanabilmek için ekonomik kararlar aldı ve her hafta birini açıklayarak seçim kampanyasını erkenden başlattı. Yıllardır talepleri görmezden gelinen emeklilikte yaşa takılanlar (EYT) ile ilgili düzenleme yapmak seçim öncesinde akıllarına geldi. Borç içinde olan esnafa düşük faizli kredi paketi açıklanırken, son olarak hafta başında yeni bir “vergi ve prim affı” açıklandı. Görünen o ki seçim gününe kadar benzer “müjde” açıklamaları devam edecek.
Resmi enflasyon baz etkisi nedeniyle düşüş eğilimine girdi ancak fiyat artışları ve hayat pahalılığı devam ediyor. İktidar, enflasyon ve hayat pahalılığını önlemek için somut adımlar atmamasına rağmen resmi enflasyonda tamamen teknik nedenlerle gerçekleşen gerilemeyi ekonomide yaşanan sorunların nedeni olan “Türkiye Ekonomi Modeli”nin başarısı olarak yansıtmaya çalışıyor.
Hükümet, bugüne kadar en çok övündüğü “bütçe disiplini”ni “seçim ekonomisi” uğruna tamamen terk etti. 2023 bütçesi hazırlanırken ve onaylanırken dikkate alınmayan EYT giderleri, seçim yatırımı olarak açıklanan memur ve emekli aylıklarındaki artışla birlikte dikkate alındığında, seçim sonrasında bütçe açığının, BOTAŞ’ın Rusya’ya olan doğal gaz borcunun ertelenmesinin de etkisiyle, 1 trilyon lirayı aşması bekleniyor.
İç ve dış borçların toplamı, uzun süredir milli gelirin yarısından fazlasını oluşturuyor ve azalmak bir yana artmaya devam ediyor. İktidarın ekonomide çizdiği pembe tabloya rağmen, “seçim ekonomisi” ile halkın giderek ağırlaşan geçim ekonomisi arasındaki uçurum giderek derinleşiyor.
Türkiye Bankalar Birliğinin son açıkladığı verilere göre, son bir yılda kişi başı ortalama borç kredilerde 38 bin liraya, kredi kartlarında ise 12 bin liraya yükselmiş. Türkiye’de yaşayan 38 milyona yakın kişinin 1.5 trilyon liraya yakın bireysel kredi borcu bulunuyor. Hayat pahalılığı, işsizlik, gelir dağılımı gibi en temel ekonomik göstergelerde herhangi bir düzelme eğilimi gözlenmiyor. Ekonomide yaşanan kriz sürecinin halkın yaşam (geçim) koşulları üzerinde yarattığı yıkıcı etki, genel olarak üretim sürecinde yaşanan durgunluk ve sorunların önüne geçmiş durumda.
Bugüne kadar gerek ülke gerekse ekonomi yönetiminde yapılan bilinçli tercihler ve atılan yanlış adımların bedeli her geçen gün katlanarak artıyor. Halkın sırtına yıkılması kaçınılmaz olan ağır yükün “seçim ekonomisi” ile birlikte taşınamayacak hale getirilmesinin tek anlamı ülkenin tek adam rejimi tarafından bilinçli olarak ekonomik iflasa sürüklenmesidir.
Milyonlar açısından ülke kaynaklarının bölüşümü sorunu, ekonomik kriz nedeniyle çok zor günler geçiren milyonların gündemine geçmişe göre daha fazla girmeye başladı. Bu nedenle büyük bölümü halktan toplanan vergilerden oluşan kaynakların kullanımında tek söz sahibi olan iktidarın yaptığı tercihlerin tamamına yakınının yerli ve yabancı sermayeden, patronlardan yana olması geçmişe göre çok daha fazla sorgulanmaya başladı.
Tek adam rejiminin, uyguladığı ekonomi politikaları ve yaptığı bilinçli tercihler sonucunda oluşan ekonomik bunalım ülke ekonomisini göz göre göre çöküşe sürüklüyor. Mevcut siyasal rejimin emekçilerden, yoksul halktan yana bir siyasal program üzerinden değiştirilmesi için hareket etmekten başka alternatif yok.
Evrensel'i Takip Et