Değersiz emek

Fotoğraf: Arif Bektaş/ Evrensel
Sermayenin, artı değeri üreten canlı emeğin birikmesiyle oluşması gerçeğine rağmen işçiler, sanayi kapitalizminin ilk yıllarından bu yana üretim sürecinde ihtiyaca göre kullanılıp atılabilen, yerine kolaylıkla yenisi konabilen değersiz varlıklar olarak görülmeye ya da gösterilmeye çalışılıyor.
İşçilerin yaşamak için emek güçlerini satmaktan başka çaresinin olmaması, patronları işçilere karşı çoğu zaman acımasız davranmaya itiyor. Bir taraftan işçilerin çalışma koşulları sürekli ağırlaşırken, diğer taraftan hayatta kalmaları, ihtiyaç duyulduğu zaman çalışmaya hazır olmaları gerekiyor.
Marx sermayeyi ‘Ücretli işçilerin sömürülmesi yoluyla artı değer getiren’ ve ‘Canlı emeğin sömürülmesi yoluyla vampir gibi canlanan ve ne kadar çok emerse o kadar çok yaşayan cansız emek’ olarak tanımlıyor. Ekonomide çarkların dönmesi, üretim araçlarının nihai amaca uygun olarak kullanılabilmesi için işçinin emek gücüne ihtiyaç var. Bu nedenle güvence olarak yedek emek ordusunun (işsizlerin) var olması önemli. Yedek emek ordusu, üretimin en önemli ve değerli ögesi olmasına rağmen işçiler için bir sopa olarak kullanılabildiği ölçüde onun değerini ve pazarlık gücünü düşürmek için en etkili araç olmayı sürdürüyor.
Kapitalizmin mutlak sömürü temelli genel yasalarının güçlü bir toplumsal karşı koyuş olmaksızın işleyişi, emek üzerindeki baskı ve denetimin de artmasını beraberinde getiriyor. Bir tarafta artan kâr olanları, küçük bir azınlık için yaratılan zenginlik ve refah söz konusuyken, diğer tarafta milyonlarca ücretli emekçiyi etkileyen kuralsızlık, güvencesizlik, yoksulluk ve sefalet var. İşsizlik artışı, ücretlerin hızla erimesi, çalışma sürelerinin artması, ekonomik ve sosyal hakların tasfiyesi vb. gibi gelişmeler sadece Türkiye’de değil, dünyada da işçi sınıfının öncelikli sorunları arasında.
Geçtiğimiz yüz küsur yıl içinde bilimde ve teknolojide yaşanan gelişmeler, üretimde gelişmiş bilgisayarlar, makineler ve robotların kullanılmaya başlanması nedeniyle işçilere eskisi kadar ihtiyaç olmadığı/olmayacağı iddia edildi. Buna rağmen, çalışma süreleri uzamaya, işçilerin çalışma hızı ve iş yoğunluğu artmaya devam ediyor. Yüzyıllar süren sınıf mücadeleleriyle kazanılan sendikal örgütlenme, grev ve toplu sözleşme hakkı, 8 saatlik iş günü, iş güvencesi, sosyal güvenlik hakkı, işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri, kadın ve çocukların çalıştırılmasına yönelik sınırlamalar vb. çok sayıda kazanılmış hak kâr oranları üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle hedef olmayı sürdürüyor.
Sürekli artan işsizlik oranları, güvencesizlik, kuralsızlık ve örgütsüzlüğün işçi sınıfı açısından en somut sonucu emeğin giderek değersiz hale gelmesi. Sermayeyi oluşturan ana kaynak olmasına rağmen alternatifi (işsizler) çok olduğu için üretim sürecindeki makinelerin yardımcısı gibi görülen işçiler kendilerini, piyasanın, sömürünün ve rekabetin acımasız dişlileri arasında yalnız, güçsüz ve çaresiz hissediyor. Uzun süredir görüldüğü gibi işçi sınıfı ve sendikaların bugünkü dağınık, istikrarsız ve ne yapacağını bilmez hali emeğin değerinin azalmasına ve sermayeye bağımlılığının artmasına neden oluyor.
İşçi sınıfının örgütlenmesi ve örgütlü mücadelesi açısından koşullar ne kadar kötü olursa olsun, yaşanan olumsuz gelişmeler işçileri, somut talepleri etrafında birleştiren ve bir sınıf olarak hareket etmesini kolaylaştıran fiili eylem ve direnişlere yönlendirmeye devam ediyor. Tıpkı kapitalizmin ilk yıllarında işçi sınıfının kendi içinde birleşerek mücadele edip haklarını kazanırken yaptığı gibi, bugün de işçi sınıfına ve haklarına yönelik saldırılara karşı işçilerin ve sendikaların mücadeleci bir hatta yönelmesi sağlanabilirse, hükümet ve patronların adım adım hayata geçirdiği ‘değersiz emek stratejisi’ boşa çıkarılabilir.
Evrensel'i Takip Et