08 Şubat 2023 03:58

Bizim büyük çaresizliğimiz

Kahramanmaraş merkezli deprem kentte büyük yıkıma neden oldu

Fotoğraf: Evrim Aydın/AA

Paylaş

Emeklilikte yaşa takılanlar (EYT) meselesi ile şu günlerde Fransa’da tansiyonu yükselten ve kitlesel protestolara neden olan emeklilik reformunu birlikte değerlendiren bir yazı kaleme almaya hazırlanırken, pazartesi sabahı birçoğunuz gibi ben de erken saatte gelen bir telefonla uyandım ve deprem haberini aldım. Sonrası yataktan fırlama, bölgede yaşayan yakınları, dostları arama ve televizyonu açıp ekran karşısında kilitlenme, akan gözyaşları, çaresizlik, ne yapacağını bilememe hali… Doğal felaketler karşısında ne kadar da çaresiziz. Krizler karşısında soğukkanlılığını koruyabilen bir insan olmadığımı tanıyanlar bilir. O nedenle, kriz anında soğukkanlı kalabilen ve çözüm üreten adımlar atmayı başaran insanlara hep imrenmişimdir.

Hava çok soğuk, depremzedeleri düşündükçe daha çok üşüyüp titredim. Depreme pek de dayanıklı olmayan evimde korkuyorum. Malum, ihraçtan sonra evi değiştirmek gibi bir şansım da olmadı.

Bireysel ve toplumsal travma üstüne travma. Ardı arkası kesilmiyor. Hayat vurdukça vuruyor. Coğrafya hem kader hem keder, aile ondan daha büyük kader ve keder. Her toplumsal felakette ve krizde sınıfsal farklılıklarımız gün gibi ortaya çıkıyor. İki ya da üç katlı villalarında şehirlerin çeperlerinde yaşayanlar ile depreme dayanıksız, eski ve çok katlı binalarda kent merkezlerinde yaşayanlar ne aynı toplumsal sınıfa mensup ne de aynı risk grubu içinde yer alıyor. Kent merkezlerinden uzaklaşıp yazlıklarına gitme olanağına sahip olanlar ile bu olanağı olmayanlar da risk ve tehlikelerle mücadele bakımından eşit konumlanmıyor. Arabasına sığınmak zorunda kalanlar, sığınacak bir arabası bile olmayanlar… Sığınma, soğuktan korunma, enkazdan kurtarılma bakımından da eşitlik yok.

Hayatını kaybedenlerin sayısı da saatler ilerledikçe artmaya devam ediyor.

Doğal felaketler karşısında ne kadar da çaresiziz, dedim yukarıdaki satırlarda. Gerçekten de öyle miyiz? Gerçekte deprem mi, yoksa çarpık kentleşme mi, yanlış konut politikaları mı, obez kapitalist tüketim mi öldürüyor? Yaşadıklarımız ve kayıplarımız konut sorununun başka bir boyutunu gösteriyor. Kentsel eşitsizliği ve depreme dayanıklı konuta erişimdeki eşitsizliği resmediyor. Bir kanalda bir deprem uzmanı “Diyarbakır’da felaketin boyutunun yüksek olduğunu düşünmüyorum. Son dönemlerde Diyarbakır’da müthiş binalar yapıldı” diyordu. Evet, yapıldı o binalar, evet o lüks konutlarda oturanlar depremde zarar görmedi. Depremde zarar görenler, kayıplar verenler Diclekent’te yaşayanlar değil, Bağlar’ın depreme dayanıksız çürük binalarında yaşayan yoksul Diyarbakırlılardı. Benzer bir durum diğer kentlerde de söz konusu.

Ya aynı yerde yan yana binalardan birinin çökmesi, diğerinin sapasağlam ayakta kalmasına ne demeli? Bu yapıların müteahhitleri farklı olsa gerek. Biri malzemeden çok çalmış, diğeri ya çalmamış ya da az çalmış. Bir de bu acı gerçeklik var. Cezasızlık hırsızlığı/katli adeta teşvik ediyor. “İnşaat ya Resulullah” deyip ekonomiyi konut sektörü ile ayakta tutma politikasını benimseyince, konut satışı esas, deprem ve depreme dayanıklılık teferruat oluyor! Bu politikanın sonucu da ortada nitekim. Dağa, taşa, bataklığa, nehir yatağına dikilen siteler, ormanlara, ağaçlık alanlara konutlarla açılan gedikler, istilacı bir politika… Son yıllarda İzmir kent merkezini çevreleyen tepelere önce birkaç site ile gedikler açıldı, sonra bu tepelerin hemen hepsi binalarla doldu. Balçova ve Narlıdere’deki son yeşil alanlar da betonlarla kaplandı… İzmir bu konuda maalesef yalnız değil, hemen her kentte benzer görüntüler var.

Bizi deprem değil, kent ve konut politikaları öldürüyor. Uygulanan bu politikalar bizim büyük çaresizliğimiz. Oysa, bu çaresizlikte boğulmamak için tüm boyutlarıyla konut hakkını savunmamız, imar aflarına karşı sesimizi yükseltmemiz lazım. Aksi takdirde daha çok ağlarız.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa