11 Şubat 2023

Neyin kaderi, kimin kederi

Fotoğraf: Evrensel

Yaşadığımız tarihsel felaketi devamlı yinelerken halkımızın kederini de tazelemiş oluyoruz. Ama bu ve her böylesi olaylardan ders çıkararak, bundan sonra kaderimizi siyasi rantçılara bırakmayıp kendi hakimiyetimize almamız için bu meseleyi devamlı şekilde enine boyuna irdelemeliyiz.

Böylesi felaketlerde özellikle de siyasetçiler daima “kader” sözcüğüne sığınırlar. Peki, kader nedir, bu sözcük ne anlama gelir? Genellikle kutsal ve gizemli anlamlar atfedilen bu sözcüğü Türk Dil Kurumu sözlüğü, yazgı ve genellikle kaçınılamaz kötü talih olarak tanımlıyor. İnsanlar gece uykusunda şiddetli bir yer sarsıntısı ile yıkılan binaların altında kaldı. Bir kısmı anında can verdi, bir kısmı kaçabildi veya ilk anlarda enkaz altından çıkarılabildi, bir kısmı ise kurtarma faaliyetinin gecikmesi sonucunda soğuktan donarak öldü. Bu durum yazgı mı, ya da kaçınılamaz kötü talih mi idi?

Bu manzarayı parça parça analiz edelim. Deprem, yani yer sarsıntısı, milyarlarca yıl öncesinde evrenin ve onun parçası yerküremizin oluşum özelliğinden kaynaklanan doğa hadisesidir. Şu halde, fay tabakalarının oluşumu ve deprem olgusu bizim irademiz dışındadır. Fay hatlarının konumuna ve hareketliliğine bağlı olarak yeryüzünün bazı bölgeleri belirli aralıklarla farklı şiddetlerde sarsıntıya, hatta çöküntülere maruz kalırlar. İşte bu oluşum kaderdir. Bu kader fay hattı üzerindeki yer kabuğunun kaderidir. Fay hatları ve muhtemel hareketlenme süreçleri, bugünkü bilgimizle kesin olmamakla beraber,  bilinmektedir. Hal bu ise, fay hattı üzerinde ve dayanıksız binalar inşa etmek kader ya da işin fıtratı ilde değil, ancak rant kollayıcı sorumsuz siyasete destek veren toplumsal cehalet ile açıklanabilir. Kavramları doğru anlam ve yerleriyle kullandığımızda depremi bir kader olarak görebiliriz, fakat deprem nedeniyle can kaybını aynı kefeye koyamayız. Bu süreci değerli halkımız da bu şekilde algılamalı ve siyasi tercihlerini öylece yapmalıdır. Ne kömür madeninde ölümler kaderdir, ne depremde ölümler kaderdir, ne de iş kazaları kaderdir. Bu tür ölümler cehaletin, aşırı kazanç hırslarının sürüklediği eceldir.        

Şu halde; kader, elimizde olmadan, bizim kararımıza meydan bırakmadan belirlenmiş olgu ya da olay ise, deprem yeryüzünün kaderidir, fakat insanın kaderi değildir. İnsan bilgisi, deneyimi ve basireti ile depremi veri olarak alıp yer ve zemin seçimi üzerinde uygun inşaat sistemi ile kendi geleceğini, yani kaderini kendisi yaratabilir. Şu halde, deprem karşısında kader sözcüğünü, müthiş doğa olayına müdahale olanağımız olamadığından dolayı çaresizlik ifadesi olarak kullanabiliriz, fakat kader kavramını yıkımlar ve ölümler için, cehaletimizi ve uyanıklığımızı perdeleyici şekilde kullanamayız. Çünkü sıkça kullanılan ifadesiyle, ölümlere yol açan deprem değil, cehalet ve çıkarcılık üzerine inşa edilen beton görüntülü tabutlardır.

Meseleyi salt depremle de sınırlayamayız. Dere yataklarında yapılan inşaatların, arazinin eğimi ve bölgenin sık yağmur alma özelliğine bağlı olarak bir zaman sonra sel ya da heyelan altında kalacağı bilinemez mi? Peki, hal bu ise, neden bu tür davranışlara yöneliyoruz da, sonrasında çok daha büyük maliyetlere katlanarak can ve mal kaybına uğruyoruz? Benzer şekilde maden ocaklarında sıkça yaşanan kazalar sonucunda yitirilen canlar kader midir? Çok nadir bazı istisnalar dışında, ne sayılan tüm durumlarda yaşanalar kaderdir, ne de yaşananlar söz konusu süreçlerin fıtratında, yani yaratılış özelliğinde olan hususlardır. Tüm olgular ve yaşananlar, yaşananlar karşısında mutlak sorumluluğunu perdelemeye çalışan siyasi erkin fıtratındadır. Bilimsel ve felsefi düşünceden uzak, cehalet ve halkı baskılayıcı gerici ve batıl itikatlara dayalı bir siyasi yapı, halkını betonların altına gömerken, gücü ancak fıtrat ve kader perdeleri arkasına sığınmaya yeter.     

Depremin yıktığı binalar hangi bilinç, zihniyet ya da çıkarcılığın ürünüdür? Bu konu siyasilerin ve onu destekleyen halk katmanlarının davranış kodlarında gizlidir. Davranışlarımız bilgi düzeyimiz ve biriktirdiğimiz tecrübe ile belirlenir. Bilgi düzeyimiz de tecrübemiz de ekonomik sistemin denetimindedir. Kapitalist sistemde kısa vade hesapları daima uzun vade perspektifine galebe çalar. Sıkça verilen örneklerde olduğu gibi, yoğun kar yağışı alan doğu illerimizde evler küçük pencereli ve damlar büyük eğimlidir, buna karşın Akdeniz ve Ege bölgesinde evler ise geniş balkonlu, geniş pencereli ve damlar daha düşük eğimlidir. Bu örnek deprem konusuna uygun değildir. Çünkü iklim koşulları anında yaşanan, her yıl tekrarlanan deneyimleri gözler önüne serer, buna mukabil deprem seyrek aralıklarla, çoğu zaman onar hatta yüzer yıllık aralıklarla yaşanan olaylar olduğu için halkın hafızasında aynı derecede güçlü değildir. Durum böyle olunca toplumun bilgisi ve hafızası iklime göre şekillenir, fakat depreme göre aynı güçte şekillenemez. 

İşte tam da bu noktada kamu otoriteleri, yani çeşitli kademeleri ile devlet devreye girer. Makro düzeyde toplumsal yerleşim planları, mikro düzeyde de inşaat nizamnameleri ve bunlara bağlı olarak uygulanan denetim ve ruhsatlama işlemleri kamusal işlevlerdir. Bir vatandaş mülk alırken ne arazi ya da temel etüdü yapmak durumundadır ne de böylesi yeterli bilgiye sahiptir. Hatta çağdaş bir toplumda vatandaşın böyle bir işlevi yoktur, olamaz, olmamalıdır da. Çünkü söz konusu her bir alan çok farklı ihtisası gerektirir ve konunun hakkıyla etüdü ancak ilgili alan eksperleri tarafından icra edilebilir. Kamu makamları inşaat ruhsatı ve oturma izni verirken görevini bir kamu işlemi olarak değil de, bir ticari işlem olarak paylaşılabilecek rant gözlüğünden görürse, sonucu kader diye kapatmaya çalışsa da, halkın bilinci uzun vadede sürecin kader olmayıp, rant kollayıcı kapitalist devlet yapılanmasının fıtratında olduğunu idrak eder.

Deprem ve deprem sonrası kamunun duyarsızlığı halkımızın dikkatinden kaçmamalıdır. Yer kabuğunun depreme maruz kalması yer kabuğunun kaderidir, fakat insanlarımızın deprem ve geciken yardım nedeniyle aşırı can kaybına uğraması kader değil, fıtratında kamu hizmeti anlayışını ticari kazanç hırsına dönüştüren siyasi anlayışın sonucudur.

Evrensel'i Takip Et