Depremin eşitsizliği, eşitsizliğin depremi
Fotoğraf: Mehmet Ali Özcan/AA
‘Doğal afet’ denilen ama Türkiye’deki sonuçları hiç de doğal olmayan deprem yine kapımızı çaldı. Yüzyılın en büyük felaketlerinden birini yaşıyoruz. Televizyon ekranından odaya dolan görüntüler iç yakıyor. Zorlanmadan izlemenin mümkün olmadığı korkunç detaylarla kahroluyoruz. Yakınını kaybeden, anne-babası, kuzeni enkaz altından çıkamayan arkadaşlarımıza ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Çorba içebildiğimiz, sıcak bir odada uyuyabildiğimiz için suçluluk duyuyoruz. Aklımız dondurucu soğuk altında, aç susuz yardım bekleyenlerde. Derin bir bulantı hissi eşliğinde, hem utanıyor hem de öfkeleniyoruz.
İçinde bulunduğumuz durum, coğrafyamızın bir parçası olan deprem gerçeğine ne kadar hazırlıksız olduğumuzu gösterdi. Acizliğimizi bir kez daha gözler önüne serdi. Aynı sokakta çöken binaların yanı başında sağlam kalabilenlerin varlığı, birkaç ay önce tamamlanmış ve hâlâ satış aşamasında olan yapıların un ufak oluşu, depremden sonraki ilk 24 saatin organizasyonsuzluk nedeniyle heder edilişi, bölgede boy gösteren siyasetçi ve üst düzey bürokrat bolluğu; rant odaklı imar düzenine, afet yönetim kalitesine, siyasal fırsatçılığına ilişkin çokça veri içeriyor. Yazılması zor gelen bu yazıda, yaşamakta olduğumuz durumun tüm yönlerine dokunan ve önümüzdeki çetin sürecin anlamlandırılmasında işlevli olacak bir mesele üzerinde durmakta fayda var.
* * *
Deprem dahil olmak üzere bir doğal afetten etkilenenler sıklıkla “afetzede” ya da “afet kurbanı” gibi genel kavramlarla, sanki içerilenlerin hepsi eşitmiş gibi tanımlanır. Bu indirgemeci tanımlama biçimi sınıf, cinsiyet, etnik köken, yaş, cinsel yönelim, kültürel farklar ve engellilik durumu gibi ayrımları içermediği gibi, afet yönetimi sırasında bunların görünmez kılınmasına da neden olur. Felaketin sonuçlarıyla başa çıkmak ve dayanışma düzeyini artırmak için yapılan genellemeler bir dereceye kadar anlaşılır olsa da aslında gerçekliği yansıtmaz.
Herkes doğal afetten ve onun uzun erimli sonuçlarından eşit düzeyde etkilenmez. Olağanüstü durum ve dönemlerde herkese aynı biçimde davranmak ve mutlak bir eşitlikçilikte ısrar etmek, hedeflenen sosyal adaleti geliştirmek yerine yok edebilir de. Halihazırda baskın ve etkin olan iktidar ilişkilerinin yeniden üretilmesine neden olur. Bu nedenle afet sırasında ve sonrasında adalet arayanların, toplumsal dayanışma fikri çerçevesinde hareket edenlerin indirgemeci tanım aralıklarına karşı çok dikkatli olmaları gerekir.
Ayrımları önemsemeyen yaklaşımlarda öne çıkan baskın eğilim doğal afetin kendisine ve onun karşısında verilen bireysel yanıta odaklanmaktır. Buna alternatif yaklaşımlar ise özellikle kırılgan ve korunmasız kategorilerin özgün ihtiyaçları ile ilgilidir.
Düşük gelir düzeylerine sahip olanlarla çeşitli azınlık kategorilerinde yer alanlar, daha yoğun bir biçimde ve daha uzun zamana yayılan bir biçimde doğal afetten etkilenir. Bu durum yalnızca ekonomik imkanların darlığıyla ya da kültürel farklar nedeniyle böyle gelişmez. Yoksullar ve kenardakiler, afet sırası ve sonrasındaki problemlerle başa çıkma konusunda daha hazırlıksızdır. Bu durum eğitim veya bilgi eksikliğinden çok, kaynaklara erişme ve destek alınabilecek yardım ağlarına ulaşabilme bağlamında bir donanım farkına işaret eder. Çünkü afet sonrasındaki hayatta kalma çabası, rekabet ve çelişkiler içeren bir ortamda ilerler ve bir dizi müzakere yapma zorunluğunu beraberinde getirir. Bu türden çetin koşullarda ve buna bitişik moral bozukluğu içinde herkes dayanışma için ücretsiz olarak sunulan hizmetlerden haberdar olmak şansına eşit düzeyde sahip değildir.
Yaşamın her alanında olduğu gibi, doğal afete ilişkin olguların kavramsallaştırılması da sınıfsal konum ve değer yargılarından etkilenir. Sınıfsal farklara ve ihtiyaç eksenli önceliklere ağırlık veren bir yaklaşım daha verimli bir kaynak dağılımını sağlayacaktır. Doğal afetle karşı karşıya kalan kategoriler arasındaki farkları vurgulamak ve bu kategoriler arasında eşit olmayan ihtiyaç hiyerarşisini öne çıkarmak kimilerinin bol keseden söylediği gibi “bölücülük ve yıkıcılık” olmayacaktır. Aksine, afet yönetiminde farklara duyarlı bir elastikiyet, kaynakların adil dağılımını olduğu kadar, her türden riskin dağılımının da adil olmasını sağlayacaktır.
Eşitsizliğin neredeyse kural olduğu ülkemizde, bu tarihe geçecek büyüklükteki depremin eşitsizlikleri daha da derinleştirmemesi için sürecin, siyasal boyutları akılda tutularak yönetilmesi gerekmektedir.
Afetlerde yoksullar için öncelik talep etmek ayrımcılık değil, vicdani bir sorumluluktur.
- Gündem dayatmasına karşı siyaset 22 Aralık 2024 04:40
- Başarısız devletin yıkılışı mı, yeni bir felaketin başlangıcı mı? 15 Aralık 2024 04:03
- Suriye’deki gelişmeler ve çözüm sürecinin akıbeti 08 Aralık 2024 05:14
- Baskıların haritası bize ne söylüyor? 01 Aralık 2024 04:56
- 150. Yazı - Üçüncü Mektup 24 Kasım 2024 03:01
- Biber gazını 40 yaşından sonra tadanların muhalefetini zenginleştirmek 17 Kasım 2024 04:25
- Demokrasi karşıtlığının kitlesel tabanı 10 Kasım 2024 05:26
- Ahmet Özer'in tutuklanması ve Kolombiya barış sürecinden dersler 03 Kasım 2024 04:32
- Fethullah Gülen'den sonra... 27 Ekim 2024 04:02
- ‘Çözüm’ü küçük çıkarlar için heder etmek 20 Ekim 2024 04:47
- ‘İç cephe’ çağrılarını 10 Ekim 2015’te yitirdiklerimizin fotoğraflarına bakarak düşünmek 13 Ekim 2024 04:47
- İsrail devleti terörü neleri örtüyor? 06 Ekim 2024 04:32