İskenderun Otogarı’nda distopik bir gece
Fotoğraf: Fatih Polat/Evrensel
Büyük bir yıkıma ve binlerce can kaybına yol açan Kahramanmaraş merkezli depremler, daha uzun bir süre ülkenin gündeminde kalmaya devam edecek. Bu yazı, önem sırası açısından belki daha arkalarda yer alabilecek ama depremzedelerin yaşamlarına dair yönü açısından not düşülmesi gereken İskenderun Otogarı’nda yaşadığımız deneyime ilişkin. Depremin şu ana kadarki sürecine dair bazı notları da bu gözlemin altına ekleyeceğiz.
OTAGARDA ALTI SAAT
Depremin beşinci gününü altıncı güne bağlayan gece, yani cumayı cumartesiye bağlayan gece İskenderun Otogarı’nda altı saat geçirdik. 21.30’da geldiğimiz İskenderun Otogarı, firmaların depremden zarar gördükleri için kapalı olan yazıhaneleri, karanlığı, otogarın farklı noktalarında yaktıkları ateşlerle ısınmaya çalışan insanlardan oluşan, her haliyle distopik bir film sahnesini çağrıştırıyordu.
Otogara ulaşmadan önce, online olarak bilet aldığımız Kamil Koç’tan, deprem koşulları nedeniyle iki saati aşan gecikmelerin olabildiği belirtilerek, anlayış talep edilen bir mesaj geldi. Otobüs Antakya’dan gelecekti ve yollarda yardım tırları, yardım için gelenlerden bazılarının dönüşleri ve bir süreliğine de olsa kenti terk edenlerin toplamının oluşturduğu yoğunluk, trafiği kilitlemişti. Gecikme normaldi.
Ancak otogarda bekleyenlerle yaptığız sohbetlerde gecikmelerin beş, altı saat arasında değiştiğini öğrenince tablo bir anda ağırlaşmış oldu. Zira burada çay, kahve, atıştırmalık bir şeyler bulabilmek de mümkün değildi. Otobüs bekleyenler dışında kimse yoktu. Bazıları araçlarda, bazıları açıkta bekliyordu. Soğuktan korunacak bir alan da yoktu.
Şehrin içinde çay içecek bir yer bulmayı umarak otogarın girişine yöneldiğimizde yanındaki valizi ile oturup bekleyen birine denk geldik. Ellilerin sonu, altmışların başındaki yaşlardaydı.
- Merhaba. Buralı mısınız? Yakınlarda çay bulabileceğimiz bir yer var mı?
- Evet buralıyım. Tren garının olduğu noktada bir afet merkezi oluşturuldu. Orada çay, kahve ve yiyecek bulabilirsiniz. Gidip dönmeniz bir saati bulur. Otobüsünüz ne zaman?
- 21.30’daydı ama şu an itibariyle 2.5 saat gecikti.
- Ben beş saattir bekliyorum. Sizin otobüsün gelmesi gece üçü, dördü bulur.
Sohbeti biraz ilerletince, Konfüçyüs’ten alıntı ile devam etti. Mesleğini sorduk, “Bir anlatıcı, konuşmacı” dedi. Sonra Kamil Koç’taki bir şoförün askerlik arkadaşı olduğunu belirterek aradı ve telefonu bana verdi. Şoför, araçların Antakya’dan İskenderun’a gelmesinin beş, altı saati bulduğunu, benim otobüsümün de 03.00’ten önce gelemeyeceğini söyledi.
‘Anlatıcı’, sohbete devam ederken bize dönerek, yine Konfüçyüs’e atıfla: “Şimdi bende iki elma var, sende de iki portakal. Sen bana bir portakal verdin, ben de sana bir elma. Ne oldu? İkimiz de zenginleştik değil mi?” (Gülüyor.)
-Evet.
Daha sonra da gelen otobüsüne doğru yöneldi. Eğer bu yazıyı okursa, kendisine sevgilerimi iletiyorum.
Otobüsümüzün ne zaman geleceğinden emin olamadığımız için, onun tarif ettiği tren garındaki afet merkezine gitmeyi göze alamadık ve otogarda bir ateşin etrafındaki gruba yaklaştık. İnsanlar çevrelerinde ne bulurlarsa ısınmak için ateşe atıyorlardı. Konuştuğumuz birçok kişi aynı şeyden yakınıyordu: Tamam yoldaki yoğunluk nedeniyle otobüsler gecikiyor. Ama, burada yetkili kurumlar uzun saatler soğukta beklemek zorunda kalan yolcular için rüzgar almayan bir barınak yapamaz mıydı? Birini görevlendirip çay, kahve, atıştırmalık bir şeyler alabilmelerine imkan sağlamak çok mu zor? Bunu depremin beşinci gününde dahi yetkililerin yapmaması acayip bir durum. Peki, yolculardan o kadar para alan firmalar bu kadar basit bir şeyi yapmayı neden düşünmüyor?
YAĞMA HABERLERİNE DAİR…
Bir süre sonra burada, özerk olmayan bir kamu kurumunda kızağa alınmış olarak çalışan ve şu anda siyaset bilimi doktorasını yapan otuzlu yaşlardaki biriyle tanıştık. Depremzedelere yardım için, gönüllü olarak gelmiş. İlk günden beri burada ikincil derecedeki yardımcı afet gönüllüsü olarak çalıştığını söyledi.
İskenderun’da başından beri ciddi bir koordinasyon sorunu yaşandığını, insanlara en temel yardımın dahi günlerce yapılmadığını gözlemlediğini aktardı. Hatta AFAD’ın yardım deposunda çalıştığını söylediği bir arkadaşının, depolarda büyük bir yardım malzemesinin beklediğini ancak koordinasyon sorunları nedeniyle, bunların sahada ihtiyaç sahiplerine düzenli dağıtılmadığı belirttiğini aktardı.Hem o, hem de bu gece burada konuştuğum birçok başka kişi, beyaz eşya yağmalamak gibi şeyleri dışarıda tutarak, insanların temel ihtiyaçları için kapalı marketlere girerek bir şeyler almalarını, zorunlu ihtiyaç tedariki olarak görüyordu. Hatta birisi, yetkili birinin bir marketten, gelen depremzedelere ihtiyaç malzemeleri dağıttığını aktardı. Şimdi o kişinin görevini yazsak, görüntüyle kanıtlayamayacağımız için dava konusu olur. Ama anladınız siz.
Burada ve deprem bölgelerinde konuştuğumuz pek çok kişinin ortaklaştığı bir görüş de, iktidarın, OHAL ilan ederek ortaya çıkan büyük yıkım görüntüsünü minimize etmeyi ve kendi sorumluluğunu gizlemeyi amaçladığıydı. Bir başka ortak görüş de, arama kurtarma çalışmalarının hem geç başlatıldığı hem de erken bitirildiğiydi. Bu yazı yazılırken, depremin yedinci gününde, 153. saatte bir kadının enkazdan sağ olarak çıkarılması bunun teyidiydi.
SALGIN TEHLİKESİ
Bir başka ortak kaygı da, deprem bölgelerindeki eğer önlem alınmasa çok yakında salgın hastalıkların baş gösterebileceği. Doç. Dr. Günseli Bayram’ın bugün Evrensel'in internet sitesinde yer alan köşe yazısı da bilimsel temelleriyle bu tehlikeye dikkat çekiyordu.
Daha önceki depremlerle kıyaslandığında bu deprem sürecinde çeşitli kurumların, halk kesimlerinin yardımlarının bağımsız olarak deprem bölgelerine ulaştırılmasında yaşanan ciddi engeller de ortak bir şikayetti. OHAL ilanı ve iktidar temsilcilerinin açıklamaları, deprem bölgelerinde görev yapan gazetecileri de hedef haline getirdi.Otogardaki sohbetimiz sırasında insanlar soğuktan donmamak için etraflarında buldukları saksılar dahil her şeyi yakarak ısınmaya çalıştılar. Buradan çok iyi bir belgesel çıkardı ama epey yorulduğumuz bir zamana denk geldiği için sınırlı görüntü kaydettik.SOSYAL MEDYA
HAYAT DA KURTARDI
Bağlarken, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un Twitter hesabından yaptığı şu paylaşıma da dikkat çekelim: “Sosyal medya platformlarının dezenformasyonu çoğaltan ve doğru bilgiyi geri plana iten algoritmalarının nasıl çalıştığını da bu süreçte çok açık gördük.” Birçok başka olayda olduğu gibi deprem sürecinde de kirli bilgi dolaşımı sorunu yaşandığı doğru. Ancak bu deprem sürecinde enkazların altından birçok kişinin tweet atarak yardım istediği ve bu şekilde kendilerine ulaşılıp kurtarıldıkları da unutulmasın. Ayrıca 10 ilde etkili olan depremde, yardıma ihtiyaç duyan birçok kesime yine sosyal medyadan noktasal olarak yapılan paylaşımlarla ulaşıldığını ekleyelim. Bize “Yukarıda Allah var” dedirtmeyin yani. Üstelik, sosyal medyaya getirilen kısıtlamanın acil ihtiyaçların duyurulmasının önünde hayati bir engel oluşturduğu da çok açıkken.
- 'Zalim iyimserlik' 13 Ocak 2025 04:59
- Çok aktörlü bölgesel inşa ve ortasında bir “süreç” 06 Ocak 2025 05:00
- Enternasyonalizm bayrağı, daha daha yukarı! 30 Aralık 2024 06:30
- Diyarbakır notları: Seçim öncesi gelip ‘Ser sera, ser çava’ demeyin 16 Aralık 2024 04:52
- Kürt meselesinde bir ihtimal daha olmalı 13 Aralık 2024 04:57
- Sınırımızdaki yeni Afganistan ve kaostan rant devşirmek 09 Aralık 2024 07:00
- Geniş atılan ağda çıkışı aramak... 02 Aralık 2024 06:55
- Türkiye zor bir değişimin ağır sancılarını yaşıyor 25 Kasım 2024 06:35
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23
- İki güncel rapor eşliğinde Kürt meselesini tartışmaya devam 11 Kasım 2024 04:47
- 'Çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar' 06 Kasım 2024 05:33
- Bir siyaset olarak 'terörle mücadele' 04 Kasım 2024 07:07