Enkaz, rejim ve seçim!
Fotoğraf: AA
Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘başkanlık/tek adam rejimi’ni savunurken bu sistemin acil durumlarda ve krizlerde çok hızlı karar alma ve uygulamayı mümkün kılacağını söylüyordu. Oysa 6 Şubat depremleri, hayat kurtarmak için saniyelerle yarış yapıldığı böylesine acil bir durum karşısında bile her şeyin tek adama bağlandığı; altı boş olan bu hantal sistemin nasıl çöktüğünü gösterdi. Erdoğan ve iktidar sözcülerinin daha on binlerce insan enkaz altındayken “Defter tutmak”tan, “Hesap sormak”tan söz etmesinin ve 3 aylık OHAL ilan edilmesinin nedeni de bu gerçeğin halkın geniş kesimleri için görünür olmasından duyulan korku ve bunun önünü alma girişiminden başka bir şey değildir.
Ama bu kez mızrak çuvala sığmıyor. Depremin vurduğu her yerden halkın acı ve öfke dolu sesi yükseliyor. İktidar borazanı medyanın gerçekleri gizlemeye çalışması, mikrofonlarının sesini kapatması iktidara yönelen tepkinin ülkenin dört bir tarafına yayılmasına engel olamıyor. Halkın kendi arasında ördüğü sosyal dayanışma aynı zamanda iktidara karşı bir politik tepkiye de dönüşüyor. Depremzedelere yardım konusunda Haluk Levent’in AHBAP’ına devletin AFAD’ından daha çok güvenilmesi ve bu nedenle iktidar destekçilerinin AHBAP’ı hedef alması bile çok şey anlatıyor.
İşçilerin grevlerini “milli güvenlik” gerekçesiyle yasaklarken çok hızlı çalışan tek adam rejimi, on binlerce insanın hayatı söz konusuyken ülkedeki büyük işletmelerin, işçileri ve teçhizatlarıyla arama-kurtarma çalışmalarına katılması için bir karar alamadı. Tek adam rejimi, depremzedelerin geçici konaklaması için üniversitelerde uzaktan eğitim kararı alıp öğrencilerin 825 bin kapasiteli KYK yurtlarını boşaltması kararını almakta sakınca görmüyor. Ama zaten ciddi sorunlarla boğuşan milyonlarca üniversite öğrencisini mağdur eden bu kararı gözünü kırpmadan alan tek adam, 2 milyon yatak kapasitesine sahip birkaç bin otel sahibine dokunmuyor. Öte yandan bu kararın böylesi kritik bir süreçte gençlerin bir arada bulunmasından duyulan korkunun da bir sonucu olması ayrı bir tartışma konusudur. Tek adam rejiminin mekanizmaları ancak tekelci sermayenin çıkarları için işçi-emekçi halk kesimlerini karşısına alırken, yayılmacı emellerle veya Kürtlere karşı sınır ötesi operasyonlar yaparken hızla işleyebiliyor.
Erdoğan, 14 Mayıs’ı seçim tarihi olarak ilan etmişken sadece yıkımın yaşandığı on ildeki 13 milyon 500 bin kişiyi değil, ülkenin büyük bir bölümünü ciddi biçimde etkileyen böylesi bir depremin bu gündeme bağlanmaması elbette düşünülemez. Yine “Yağma olaylarının önüne geçilmesi” gerekçesiyle açıklanan 3 aylık OHAL kararının da gerçek nedeninin iktidarın bu süreçte kontrolü elden kaybetmeme ve kendine manevra alanı yaratma isteği olduğu da tartışma götürmez bir gerçektir.
Erdoğan’ın OHAL kararından sonra en çok sorulan soru; ‘Acaba bu kararın arkasında seçimleri erteleme hesabı mı var?’ sorusudur. Çünkü deprem karşısında ortaya koyduğu tutum, bu rejimin meşruiyetini toplumun geniş kesimleri bakımından tartışmalı hale getirmişken Erdoğan’ın en son isteyeceği şeyin bu koşullarda seçimlere gitmek olduğu açıktır.
‘Seçimler zamanında mı yapılacak, yoksa ertelenecek mi?’ sorusu bağlamında her gün yeni bir tartışma yapılıyor. Erdoğan’ın “savaş ilanı” dışında seçimleri erteleyemeyeceğini söyleyenler de var-ki, Anayasa’ya göre bu değerlendirme doğrudur, çünkü cumhurbaşkanının 6 aya kadar OHAL ilan etme yetkisi olsa da seçimleri erteleme yetkisi yok- YSK’yi devreye sokup seçimleri erteleyebileceğini düşünenler de!
Bu değerlendirmelerin en büyük sıkıntısı, depremde bir kez daha gördüğümüz halkın gücünü hesaba katmamaları, dolayısıyla meseleyi sadece Erdoğan’ın (rejimin) tutumuna bağlamalarıdır. Erdoğan’ın kendi hazırladığı Anayasa’ya göre 3. kez aday olamayacağı bu kadar açıkken kendi adaylığını açıkladığı ve kimi itirazlar yapılsa da burjuva muhalefetin bu durumu kabullendiği biliniyor. Demek ki, uygun koşulları bulursa bu iktidarın Anayasa’yı dinlemeyeceği ortada. Öte yandan “YSK erteler” diyenler de aslında daha baştan bu iktidar karşısında teslim bayrağını çekiyorlar.
Tam bu noktada CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun, Erdoğan’ı depremin siyasi sorumlusu ilan etmesi ve iktidarla hizalanmayı reddedip halkın kavgasını vereceğini söylemesine dikkat çekmek gerekiyor. Eğer Kılıçdaroğlu’nun bu söylemi, halkın iktidardan hesap sormasının önünü açan demokratik bir tutuma dönüşürse iktidarın hesap ettiği/edeceği manevralar konusunda işinin hiç de kolay olmadığını/olmayacağını şimdiden söyleyebiliriz. Depremzedeler için gösterilen bu güçlü sosyal dayanışma, bu enkazın siyasi sorumlularından hesap sormaya yönelmeden halkın güvenli bir şekilde yaşayabileceği demokratik bir geleceği inşa etmesi de olanaklı değildir.
Burada Ümit Özdağ gibi ırkçıların Suriyelileri hedef göstermeye yönelik söylemlerinin iktidar -gerçek siyasi sorumlular- için adete bir can simidi olduğunu da not etmek gerekiyor.
Gelinen yerde enkaz kaldırma çalışmalarının en can alıcı yanı, bu ülkenin bir daha bu acıları yaşamayacağı bir gelecek kurabilmenin ilk adımı olarak enkazın siyasi sorumlularından hesap sorulmasıdır.
- HTŞ’nin Halep saldırısının arkasındaki güçler ve hesaplar 30 Kasım 2024 06:50
- Bahçeli neden ısrarla Öcalan’ı işaret ediyor? 29 Kasım 2024 06:20
- Selefi Ebu Hanzala in, demokrasi ve laiklik out! 26 Kasım 2024 06:45
- ‘İşgalci ülke’ açıklaması ve Erdoğan iktidarının Suriye’de alarm veren politikası 19 Kasım 2024 05:00
- Trump'ın Ortadoğu'su ve Erdoğan'ın Kürt sorunu 12 Kasım 2024 04:45
- Devlet ‘yeni sürece’ kayyım atadı! 05 Kasım 2024 05:04
- Yeni ‘süreç’: Demokratik siyasete kurt kapanı 01 Kasım 2024 05:03
- Putin’e ‘Esad’ ricası ve Kürt sorununun çözümü 29 Ekim 2024 12:34
- Bahçeli’nin açıklamaları, TUSAŞ saldırısı ve Öcalan’ın mesajı 25 Ekim 2024 15:04
- Fethullah Gülen: Emperyalizm ve iş birlikçi gericiliğe adanmış bir yaşam 22 Ekim 2024 04:34
- Irak Kürdistan seçimleri ve bölgesel etkileri 18 Ekim 2024 05:00
- İktidarın "Savaş vergisi" barış ve güvenliği sağlar mı? 14 Ekim 2024 04:51