Devlete şirk koşmak!

Fotoğraf: AA
Hem her şeyi devletten beklemeyin hem devletin yerine geçmeyin. Hem Hz. Ömer’in dediği gibi ‘Kaybolan koyunun sorumlusu benim’ hem de ‘36 bin kişinin ölümünden sorumlu.’ Devleti yönetenler bu iki uç arasında gidip geliyor.
Devlet halkın kendi gücüyle enkaz kaldırmaya çalışmasını, yardım ve bağış toplamasını önce uzaktan izledi. 72 saat sonra sahaya indiğinde yıkıntıların arasında telaşla koşuşturarak yağmacı arayan kamuflaj giysili, eli sopalı adamlar, onların bir yerde kıstırarak ölesiye dövdükleri insanların yaralı bedenleri çıktı ortaya. Peşlerine taktıkları sivil şahıslardan oluşan linç güruhuyla kışkırtıcılar sosyal medyada da şakşakçılarını bulmuştu. Deprem bölgesinin gecelerini ve gündüzlerini alelacele güvenliksizleştirme çabalarını OHAL ilanı takip etti. Kararname düzeni yeniden hortladı.
Bu süreç bir pakettir. Bundan önceki depremlerde, sel felaketinde, yaz yangınlarında ve tabii pandemide de yaşandı. Sıralama hep aynıdır. Devlet felaketle yüzleşme anlarında ortaya çıkmaz, oyalar da oyalar. Halk canını dişine takarak başına gelenle boğuşmaya başladığında, el, ele değdiğinde, iktidar şiddetiyle, küfrü ve aşağılamasıyla, biyopolitik aranjmanlarıyla ortaya çıkar. Nizamı ve hizayı yeniden kurmaya çalışır.
Depremde son aşamaya hızlandırılmış bir biçimde geçildi. İktidardakiler yardım kampanyalarının devlete şirk koşmak olduğunu zannettiği için ‘sivil toplum’a parmak sallamaya başladı. İçişleri Bakanı ‘Devletle eş koşmaya çalışan varsa elbette ki gereği yerine getirilecek” diyebildi. 2021 yılında da aynı sözleri söylemişti, hatırlamak gerekir.
Olağanüstü durumlar yaşanırken aynı süreçlerin aynı sırayla izlenmesi bir şeyi gösteriyor. İktidar; kadrolarının liyakatsizliği, beceriksizliği, diplomasızlığı, eğitimsizliği yüzünden böyle davranmıyor. Devletin nerede görünür, nerede görünmez olacağını belirleyen faktör onun siyaseti. Başka bir şey değil. Bu siyaset ülke bir şantiyeye dönüşürken sıradan emekçilerin ucuz kiralık ev bulamadıkları piyasacılık; enkazdan çıkarılınca ‘Beni özele götürmeyin, param yok’ diyen depremzedenin meramından anlaşılabileceği gibi sağlığı ulaşılması zor bir metaya çeviren özelleştirmeler; depremde ilk adım olarak okulları kapatıp KYK yurtlarına el koyduran kamusal hizmet düşmanlığı; tüketim vergisi, fon ödemeleri derken halktan durmadan alan, ancak vermeye geldiğindeki cimrilik; yani bütün sonuçlarıyla kâr ve rant siyasetidir.
Pandemi sırasında yeniden tartışılan bir kavram var. Naomi Klein’in Şok Doktrini adlı kitabında adlandırdığı biçimiyle Felaket Kapitalizmi, Friedman liberalizminden mülhem, piyasa serbestleştirilmesinde son gaz ilerleyen kapitalist devletlerin olağanüstü durumlardaki davranış biçimini adlandırmak üzere kullanılıyor. Bu liberalizm, kamusal hizmetlerin de piyasalaştırılması için doğal felaketlerin ve salgın hastalıkların yol açtığı şok ve travmalardan yararlanarak yapılan karşı reform hamlelerini ele alıyor. İktidar eliyle körüklenen kaos, yalnızlaştırma, düzensizleştirme, istikrarsızlık ve güvensizlik sonucunda bölge devlet müdahalelerine hazır hale getiriliyor. Felaketzedelere ortak bir düşman bulma işini de buna eklemek gerekir. Bunlar ABD’de en yoksul kesimi oluşturan siyahlar, başka ülkelerde göçmenler ise bizde Suriyeliler, yağmacılar ve nihayet yardım organizasyonları oldu.
Şimdi deprem bölgesindeki enkaz kaldırılmadan yeni şehirlerin kurulacağı müjdeleniyor. Belli ki konut ihtiyacındaki aciliyet ortada akbaba gibi bekleyen kâr ve rant odaklarını hızlı harekete geçmeye heveslendiriyor. Oysa ne bir zemin etüdü ne proje ne altyapı tetkikleri yapılmış durumda. Yine plansız, kabataslak kentler kurulacak. Oysa kent konutlar toplamı değildir. O soluk alan bir yaşam alanı, çalışma, dinlenme, eğlence, kültür coğrafyasıdır… Jeologlar, meslek odaları, kadın ve gençlik örgütleri, partiler, sendikalar ve diğer halk örgütlerinin denetim ve önerilerinin devre dışı bırakıldığı bir yapım süreci önümüzdeki. Neden? Çünkü kimse devletin yerine koymasın kendini!
Deprem dayanışmasını örgütleyen, ulaşımını ve dağıtımını yapan ‘sivil toplum’, işte bu kendi siyaseti ve felaket yönetimi anlayışı yüzünden ortada olmayan, piyasacı-kapitalist devletin boşluğunu doldurdu. Seferberlik bir zamanlar oy karşılığı yaptığı yardımlarla övünürken şimdi bunu bile yapmayan iktidarın boşluğunun, kötücül varlığının altını da çizmiş oldu. Şimdi sivil toplumu bastırmak istiyor o iktidar.
Sokaktaki linç gruplarına ses çıkarmayan bir takım adamlar şimdi bas bas bağırıyorlar. HDP’nin Pazarcık’taki dağıtım merkezine kayyum atıyor, bazı paramiliterler yardım merkezlerini basıyor; kendilerince devleti kurtarıyorlar.
Kimse merak etmesin, devlet orada, hep durduğu yerde; dimdik ayakta! Kimse onun yerine göz koymadı. Halk daha iyisine, piyasacı olmayan, köstek değil destek olan bir devlete layıktır. Öylesine göz koyabilir ancak. O durumda ‘devletin yerine’ geçmeye kalkmak diye bir şey söz konusu olmaz, çünkü halk zaten oradadır.
Evrensel'i Takip Et