18 Şubat 2023 04:40

Merhamet kapitalizmin vahşetini örter mi?

Fotoğraf: Turkuvaz Medya/AA

Paylaş

Deprem yaşandıktan ve depremzedelere yardım kampanyası da tam bir tuluata dönüştürüldükten sonra artık kapitalizmi de, kapitalist iktidarları da en ince damarına kadar anlamış olduğumuzu ümit ediyorum.

Evet, deprem bir kaderdir. Ama ne ilginçtir ki, deprem bölgesinde TOKİ’nin yaptığı bazı binaların ayakta kalmış olmaları ile övünülüyor, buna karşın hemen hemen tüm binaların çöküşü ya da içine girilemez hale gelmesi ise kadere bağlanıyor. Depremin yer kabuğu üzerindeki oluşumları tamamıyla kapitalizmin çizdiği yürüyüşün siyasi kararlarla uygulanışının yansımasıdır. Konuyu dağıtmamak koşulu ile meseleyi daha net anlatabilmek için, kapitalizmin en varsıl ekonomi olan ABD’de salgın döneminde vatandaşların nasıl ayırımcılığa uğradığını düşünebiliriz. Hatta tüm dünya ölçeğinde konuya baktığımızda Dünya Sağlık Örgütünün pandemi konusunu ele alışı da bize sistem hakkında çok şeyler söyler. İşte yaşadığımız ve yaşayacağımız depremleri de fıtratında kapitalizmin habaseti olan siyasi yapının davranışı ile ele almamız gerekiyor.

Ekonomi biliminin tercih bilimi olduğu söylenir. Kaynaklarımızı ihtiyaçlara göre dağıtmamız gerektiği söylenir. Durmadan altyapı, köprü vs. yapıyoruz da, son depremde yıkılan onlarca yüzlerce bina niçin tercihimize girmedi yıkıldı da, şimdi inanılmaz boyutta toplumsal maliyet, onun da çok ötesinde bireysel ve toplumsal acı ile karşı karşıyayız. Çünkü tercihimizi yanlış yapmışız. Acaba tercihimizi mi yanlış yapmışız, yoksa kapitalizm ve servet dağılımı mı bizi yanlışlara sürüklüyor! Çünkü mesken sorununu ticari zihniyetle bireysel çözüme bırakmışız, denetimini de ekonomik ilişkiye terk etmişiz. Bu durumda yaşadıklarımız beklenmedik olmadığı için olmalı ki, yaşananlar dolayısıyla bizzat zarar görenler dahi sistemi ya da siyasi kararları yermeyip, işi kadere havale etmektedir. Hal böyle olunca, yaşadıklarımız ilk olmadığı gibi, anlaşılan son da olmayacaktır. Yer kabuğu üzerindeki her bir oluşuma kader diyemeyiz, ancak kader sözcüğü ile halkımızı aldatabiliriz.

Devlet yapısına ulaşmış toplumlarda yerleşim ve emniyet insanların ferasetine bırakılamaz, kamu denetim ve gözetimindedir. Bu çerçevede kentsel yerleşim planları yapılır, meskenlerin kat vs. özellikleri kamusal kararlarla saptanır ve bir tür kentsel yerleşim planı olarak uygulamaya koyulur ve uygulanır. İnşaat yönetmelikleri yapılarak uygulanmaları sıkı denetimle sağlanır. Bu noktada uygulamaya çok ciddi engeli bir boyutuyla genelde yoksulluk ve gecekondulaşma, diğer boyutuyla da varsıllık oluşturmaktadır. Büyük kentlerin etrafını saran plansız denetimsiz yapılanma hem yerleşimi bozmakta, hem de toplumsal sağlığa zarar vermektedir. Nitekim 1970’lerin başlarında İstanbul’da baş göstermiş olan kolera salgını kuralsız, denetimsiz gecekondulaşmanın acı sonucu idi. Kolera hastalığı bulaşıcılığı yüksek tehlikeli bir salgın olduğundan hemen çevredeki gecekondu yerleşim bölgelerinin altyapı kanalizasyon işleri tanzim edildi ve salgın aşırı boyutlara ulaşmadan önlenmiş oldu. İmar aflarını ya da plansız işgalleri de varsıllığa bağlamalı.

Deprem felaketzedeleri için de geçen günlerde TV kanalları birleş(tiril)erek bağış kampanyası tuluatı yaşandı. Ne adaba ne de usule uygun olan bu şovun insanı rahatsız edici boyutta gerçekleştirilmesi salt depremde zarar görenleri değil, sanırım tüm halkımızı rahatsız etmiştir. Tüm ülkeyi özelleştirmeyi hedeflemiş bir siyasi yapı burada da boy göstererek deprem yaralarının sarılmasını özelleştirme yöntemiyle açık arttırmaya yönelmesi tüm değerlerin yitirilmiş olduğunun kanıtıdır. Programda boy gösterenler yardım ya da destek adına neler yapmadı ki! Gösteri o kadar özelleştirilmişti ki, kendi reklamını yapanlar maliyetine katlanacaktı. Ancak, maalesef, orada da varsıllık boy gösterdi. Şov türü davranışa itilen insanlar neyin neyi simgelediğini unutmuş gözüküyordu. Kendi reklamının değeri ile bağışı arasında ilişki kuranlar, adeta açık arttırma usulüne dönen yarışta tüm ilke ve nezaket kurallarını arkaya dahi bakmadan çiğnendi.

Bağış yarışında özellikle de ön sıralarda yer almaya gayret edenlere şöyle bir soru yöneltmeme izin veriniz: Ülkemizin müreffeh hale getirilmesi ve konut gereksiniminin güvenilirliğinin sağlanması için uzun erimli bir proje yapılsa bu projeye destek verir misiniz? Bu sorunun yanıtının olumlu olacağını düşünemiyorum. Peki, böyle bir maliyete katlanmak istemeyen bir ülke halkı felaket sonrası salt maddi maliyetle mi, hatta sözü edilen projedekinden katbekat fazlasıyla mı karşılaşmış olur? Depremde yıkılan meskenlerin ilk yapılış maliyeti ve yıkım sonrası molozların kaldırılış maliyeti ile yeni imar maliyetini düşündüğümüzde, başta kurallara uygun binalar yapılmış olsaydı toplam maliyetin çok daha düşük olacağını görebiliriz. Malum hikayedir: Yoksul insan pahalı ve dayanıklı ürün alır, çünkü uzun vadede böyle davranış daha düşük maliyetlidir. Bu örnekler şunu gösteriyor ki, bazı toplumsal oluşumlar özelleştirilemez ve özellikle de bozuk gelir dağılımı koşulunda bireylerin tercihine terk edilemez. Konut meselesi salt bireyin selameti konusu değil, ulusal sağlık, emniyet ve maliyet tasarrufu meselesidir. Basiretli siyasilerin mahareti ve feraseti oluşumları ön önlemlerle defederek, sonraları kaçınılamaz ağır maliyetlerden kaçınmaktır. Dolayısıyla, konu salt toplumsal sağlığı değil, toplumsal gelirin rasyonel kullanımı ve kamu maliyesinin akılcı yönetilmesi ile ilgilidir.

Siyasi kadronun insancıl erdemden uzaklaşıp, vahşi kapitalizmin insafsız davranış kalıbına teslimiyeti halkın uzun erimde büyük acılara ve maliyetlere katlanmasına neden olur. Bugün yaşadığımız olay, böylesi basiretsiz yürüyüşün anlık göstergesidir. Vahşi kapitalizmde merhamete yer yoktur!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa